ÖN SAYFALAR | |
1. | Frontmatters Frontmatters Sayfalar I - XVIII |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
2. | Lokal İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Hipofraksiyone Radyoterapi Hypofractionated Radiotherapy for Locally Advanced Non-small Cell Lung Cancer Murtaza Parvizi, Serdar Özkök, Gürsel Çok, Deniz Yalman, Ayfer Haydaroğludoi: 10.14744/IGH.2023.03016 Sayfalar 1 - 7 Amaç: Hipofraksiyone radyoterapi (HRT) tümör klonojenik hücrelerin hızlandırılmış repopülasyonunun azaltılması, daha az fraksiyon sayısındaki radyoterapi uygulamasıyla tedavi ve hastanede geçirme süresinin azaltılması gibi avantajlarının olduğu bilinmektedir. Çalışmada, lokal ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) HRT’nin lokal kontrol, sağkalıma etkisi, tedavinin erken ve geç toksisitesinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Ağustos 2003-Ocak 2005 tarihleri arasında, komorbid hastalığı, inoperabl, cerrahi veya sistemik tedaviyi kabul etmeyen evre III KHDAK’lı 24 olgu çalışmaya dahil edilerek, 4 Gy’lik fraksiyonlarda, hafta da beş olmak üzere toplam 12 fraksiyonda radyoterapi uygulandı. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların tümü erkek, ortanca yaş 72,5 yıl (aralık 46-79 yıl), tanı anındaki medyan Karnofsky performans skalası %80 (aralık %60-90) ve olguların %50’sinde komorbid hastalık öyküsü mevcut idi. Olguların 15’i (%62,5) skuamöz hücreli karsinom patolojisine sahipti. Başlangıç semptom sıklığı sırasıyla öksürük, ağrı, dispne, hemoptizi, disfoni ve disfaji olan olgularda, tedavi sonrası en iyi semptomatik yanıt hemoptizi (%100), ağrı (%73) ve dispne (%60) yönünde elde edildi. Radyolojik yanıt 21 olguda değerlendirilebildi; bir olguda tam, 14 olguda kısmi, altı olguda ise stabil yanıt tanımlandı. Ortanca 28 aylık (aralık 19-39 ay) izlem sürecinde dört olguda lokal nüks, yedi olguda uzak metastaz tespit edildi. Ortanca sağkalım süresi 11,4 ay (aralık 6-30 ay), 12 ve 24 aylık genel sağkalım oranları sırasıyla %34,8 ve %8,7 olarak tanımlandı. Genel sağkalımı etkileyen prognostik faktörler açısından bakıldığında T ve N evre, histopatoloji, hemoglobin, tedavi öncesi FEV1 ve DLCO değerleri gibi parametrelerden sadece hemoglobin değeri (p=0,029) ve skuamöz hücreli karsinom histolojisi (p=0,022) anlamlı prognostik belirteçler olarak tanımlandı. Erken toksisite olarak derece I/II özefageal ve pulmoner toksisite sırasıyla altı; 12 ve dokuz; iki olguda tanımlandı, geç toksisite 20 olguda değerlendirilerek, altı olguda derece II, bir olguda derece III pulmoner fibrozis ve bir olguda derece I özefageal fibrozis not edildi. Sonuç: Uygulanan HRT şeması ile elde edilen semptomatik yanıt, sağkalım oranları ile birlikte olası toksisiteler göz önünde tutulduğunda, literatürde bildirilen değişik radyoterapi şemaları ile kıyaslanabilir ve uygun hasta grubunda rutin olarak kullanılabilir. |
3. | Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Olan Hastalarda Risk Değerlendirme İndekslerinin Postoperatif Pulmoner Komplikasyonları Öngörme Güçlerinin Karşılaştırılması Comparison of Risk Assessment Indices Predicting Postoperative Pulmonary Complications in Patients with COPD Halise Zengin, Pınar Çelikdoi: 10.14744/IGH.2023.44127 Sayfalar 8 - 15 Amaç: Elektif toraks dışı cerrahi geçirecek olan “Global Initiative for Obstructive Lung Disease (GOLD)” sınıflamasına göre, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) A, B, C ve D grubu hastaların preoperatif dönemde Ariscat-Canet Preoperatif Pulmoner Komplikasyon Risk İndeksi ile Arozullah ve Gupta Solunum Yetmezlik İndekslerine göre değerlendirilmesinin postoperatif erken dönemdeki pulmoner komplikasyonları ya da solunum yetmezliğini öngörme güçlerinin kıyaslanması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Kliniğimize başvuran toraks dışı elektif operasyon geçirecek 100 KOAH’lı hastanın preoperatif dönemde Ariscat-Canet Preoperatif Pulmoner Komplikasyon Risk İndeksi ile Arozullah ve Gupta Solunum Yetmezlik İndeksleri hesaplandı. Hastalar hastanede kaldıkları postoperatif ilk 72 saat boyunca takip edildi. Hastaların semptom sorgulaması ve fizik muayenesi yapıldı. Satürasyonları not edildi. Gerekli görülen hastaların arter kan gazı (AKG) değeri ve akciğer grafisi görüldü. Solunumsal ve solunum dışı komplikasyon görülen hastalar kaydedildi. Bulgular: Hastaların demografik verileriyle preoperatif risk değerlendirme indeksleri arasındaki ilişkiye bakıldığında mMRC (Modified Medical Research Council) skoru, CAT (COPD Assessment Test) skoru, FEV1 (birinci saniye zorlu ekspiratuvar volüm) değeri ve KOAH GOLD evresiyle indeksler arasında ilişki saptanmazken geçirilen atak sayısı arttıkça indekslerin skor değerlerinin arttığı tespit edildi. Yaş, sigara (paket-yıl) öyküsü, beden kitle indeksi, mMRC ve CAT skorunun postoperatif komplikasyon riskini artırmadığı, KOAH GOLD evresinin arttıkça komplikasyon görülme yüzdesinin arttığı saptandı. Postoperatif komplikasyonlarla indeksler arasındaki ilişkiye bakıldığında, Ariscat-Canet Preoperatif Pulmoner Komplikasyon Risk İndeksi puanı arttıkça komplikasyon gelişme riskinin arttığı, ancak Arozullah ve Gupta Solunum Yetmezlik İndekslerinin postoperatif komplikasyonu öngörmede yararlı olmadığı görüldü. Sonuç: KOAH’lı hastaların preoperatif risk değerlendirme indekslerinden Ariscat-Canet Preoperatif Pulmoner Komplikasyon Risk İndeksinin Arozullah ve Gupta Solunum Yetmezlik İndekslerine göre komplikasyonları öngörme açısından daha güçlü olduğu gözlendi. Günlük pratikte KOAH’lı hastaların preoperatif değerlendirilmesinde Ariscat-Canet Preoperatif Pulmoner Komplikasyon Risk İndeksinin kullanılmasının yararlı olabileceği sonucuna varıldı. |
4. | Pulmoner Tromboembolide Platelet İndeksleri ile Radyolojik Tutulum Arasındaki İlişki The Relationship between Platelet Indices and Radiological Involvement in Pulmonary Thromboembolism Kadir Burak Akgün, İnan Korkmaz, Mehmet Karadağdoi: 10.14744/IGH.2023.44227 Sayfalar 16 - 21 Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE), staz, hiperkoagülasyon ve/veya endotel hasarı sonucu pulmoner arter ve dallarının trombüs materyaliyle tıkanması ile karakterize bir hastalıktır. Son yıllarda yapılan çalışmalar platelet parametrelerinin, hastalığın mortalitesi ve tanısal bir parametresi olarak kullanımına odaklandı. Özellikle meta-analizlerde yükselmiş ortalama trombosit hacmi (MPV) değerleri ile ölüm ve hastalık riski arasında anlamlı bir ilişki bulundu. Çalışmamızın amacı, trombosit parametreleri ile radyolojik tutulumun şiddeti arasındaki ilişkiyi incelemektir. Gereç ve Yöntemler: 2012-2021 yılları arasında PTE tanısı ile izlenen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastalar radyolojik olarak üç gruba ayrıldı: majör dal tutulumu olanlar, majör dal tutulumu olmayan segmental dal tutulumu olanlar ve sadece subsegmental dal tutulumu olanlar. Ayrıca hastalar radyolojik olarak ana dalda %50’den fazla tutulum olup olmadığına ve radyolojik olarak sağ ventrikül/sol ventrikül oranının 0,9’un üzerinde olup olmadığına göre iki grupta incelendi. Tanı anında hastalardan alınan tam kanda trombosit (PLT), nötrofil, lenfosit, trombosit/lenfosit oranı (PLR), nötrofil/lenfosit oranı (NLR), MPV, prokalsitonin (PCT), trombosit dağılım genişliği (PDW), trombosit büyük hücre oranı (PLCR) verileri de kaydedildi. Bulgular: PLR’de yükselme ile ana dalda %50’den fazla oklüzyon arasında anlamlı bir korelasyon vardı (p=0,041). Trombosit, PDW, PCT ve nötrofil değerleri majör, segment ve subsegment tutulumuna göre radyolojik olarak farklılık gösterdi; ancak alt grup analizleri çalışmamızda beklediğimiz lineer farkı sağlamadı. Sonuç: PTE’de PLR’deki artışın radyolojik ağırlık ile ilişkili olduğu görülmektedir. Trombosit indeksleri ile radyolojik tutulum arasındaki ilişkinin çok merkezli çalışmalarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. |
5. | Trakya Üniversitesi Hastanesi’nde Kronik Öksürüklü Hastalarda Yaklaşım ve Etiyolojinin Değerlendirilmesi Evaluation of Approach and Etiology in Patients with Chronic Cough in Trakya University Hospital İlker Yılmam, Tuncay Çağlar, Ebru Çakır Edisdoi: 10.14744/IGH.2023.19483 Sayfalar 22 - 27 Amaç: Çalışmanın amacı, kronik öksürüklü hastalarda en sık görülen etiyolojik nedenleri belirlemek ve kronik öksürüklü hastalarda ampirik tedavi yaklaşım modelinin etkinliğini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Göğüs hastalıkları polikliniğine 15 aylık süre içinde, sekiz haftanın üzerinde öksürük yakınması ile başvuran daha önce bu semptoma yönelik herhangi bir tanı konulmamış hastalar dahil edildi. Bulgular: Araştırmaya en az sekiz hafta öksürük yakınması olup göğüs hastalıkları polikliniğine bu şikâyet ile başvuran 90 hasta dahil edildi. Hastaların 64’ü (%71,1) kadın, 26’sı (%28,9) erkek idi. Hastaların yaş ortalaması 46 yıl (17-79) idi. Solunum sistemi muayenelerinde; 69 (%76,6) hastada fizik muayene bulgusu saptanmadı. En sık kronik öksürük nedeni olarak, 22 (%24,6) hastamızda tek başına astım saptandı. İkinci sıklıkla saptadığımız etiyolojik neden gastroözefageal reflü idi (%21,1). On üç (%14,4) hastamızda ise birden fazla etiyolojik neden bulundu. |
6. | Menopozal Dönemdeki Kadınlarda Astım Varlığının Araştırılması Presence of Asthma in Women with Menopause Muzaffer Onur Turan, Pakize Ayşe Turan, Kutlu Kurtdoi: 10.14744/IGH.2023.66376 Sayfalar 28 - 33 Amaç: Astım, dünyada en sık görülen kronik hastalıklardan biridir. Menopoz ön-cesinde ve postmenopozal dönemde hormonal ve metabolik değişiklikler görül-mektedir. Bu durum, solunum fonksiyonlarında değişikliklere ve hava yollarında duyarlılık artışına sebebiyet verebilir. Bu çalışmanın amacı, premenopozal ve postmenopozal dönemde, solunumsal semptomu olan kadınlarda astım varlığını araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Kadın doğum kliniğimiz tarafından takipte olan, premenopozal veya menopoz sürecindeki hastalardan nefes darlığı veya öksürük gibi solunumsal semptomu olanlar göğüs hastalıkları polikliniğine yönlendirildi. Çalışmaya dahil olmayı kabul eden hastaların demografik verileri, folikül stimüle edici hormon, luteinize edici hormon ve östrojen gibi hormon düzeyleri, astım ve alerjik özellikleriyle ilgili anamnez bilgileri kaydedildi. Astım tanısının varlığını ortaya koymak amacıyla sırasıyla erken re-versibilite, negatif ise geç reversibilite, bu test de negatif ise ekartasyon amaçlı bronş provokasyon testi yapıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 51,66±7,94 yıl olan 130 hasta çalışmaya dahil edildi. Solunumsal semptomlardan öksürük %70, dispne %52 oranında görülmekteydi. Hastaların %31,5’ine (41/130) astım tanısı konuldu. Premenopozal/menopozal dö-nemde olunması ile astım varlığı arasında ilişki saptanmadı (p=0,124). Semptom-lardan dispne varlığı, alerjik yakınmaların olması ile astım mevcudiyeti arasında anlamlı ilişki mevcuttu (sırasıyla p=0,011 ve p<0,01). Astım tanısı alan menopoz hastalarında birinci saniye zorlu ekspiratuvar volüm düzeyi anlamlı olarak düşük bulundu (p<0,01). Sonuç: Menopozal dönemdeki kadınlarda hormonal değişiklikler hava yolu duyar-lılığında artışa ve astıma bağlı şikayetlerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Menopozal dönemdeki kadınlarda, yaşlı popülasyona göre daha yüksek oranda gözlenen astım tanısı, özellikle bu yaş grubundaki tanısal zorluklar ve hastalığın daha kötü prognozlu olabilmesi nedeniyle kıymetlidir. Özellikle nefes darlığı şikayeti olan, solunum rezervi düşük menopozal dönemdeki kadınlarda astım varlığı araştırılmalıdır. |
7. | Tüberküloz Plöreziyi Parapnömonik Efüzyon ve Malign Efüzyondan Ayırmak İçin Plevral Sıvı Biyokimyasal Parametreleri ve Oranlarının Tanısal Değeri Diagnostic Value of Pleural Fluid Biochemical Parameters and Ratios for Differentiating Tuberculous Pleurisy from Parapneumonic Effusion and Malignant Effusion Melike Yüksel Yavuz, Betül İkbal Doğan, Ceyda Anar, Melih Büyükşirin, Filiz Güldaval, İbrahim Onur Alıcıdoi: 10.14744/IGH.2023.85520 Sayfalar 34 - 40 Amaç: Bu çalışmanın amacı, plevral efüzyonlu hastalarda günlük pratiğimizde kullanılan biyokimyasal parametrelerin oranlarının etkinliğini incelemektir. Gereç ve Yöntemler: Plevral efüzyonlu hastaların Ocak 2012 ile Ekim 2018 tarihleri arasındaki verileri geriye dönük olarak incelendi. Tüm hastaların demografik verileri, eş zamanlı serum glikozu, albümin, protein, laktat dehidrogenaz (LDH), plevral sıvı pH ve adenozin deaminaz (ADA) değerleri incelendi. Bulgular: Çalışmaya plevral efüzyonu olan 381 hasta alındı. Tüberküloz plevral efüzyon (TPE), parapnömonik plevral efüzyon (PPE) ve malign plevral efüzyon (MPE) hastalarında ortanca plevral sıvı ADA düzeyleri sırasıyla 36, 15 ve 9 idi. Gruplar arasındaki farklar anlamlı düzeydeydi (p=0,000). ROC eğrisi analizinde cut-off değeri >3,0043, plevral sıvı ADA/S-C-reaktif protein oranı TPE tanımlaması için %83 duyarlılık, %55 özgüllük, pozitif prediktif değeri (PPV) %48,7 ve negatif prediktif değeri (NPV) %8,8 idi. Serum LDH/plevral sıvı ADA oranı, ≤12,13 cut-off değerinde tüberküloz tanımlaması için %90,6 duyarlılık, %69,6 özgüllük, %58,4 PPV ve %93,9 NPV’ye sahipti. Diğer bir oran ise plevral sıvı LDH/ADA, cut-off değeri ≤28,6 olan plevral sıvı LDH/ADA oranı %89,8 duyarlılık, %66,6 özgüllük, %60,7 PPV ve %91 NPV, TPE tanımlaması için %9. TPE tanımlaması için ROC analizini karşılaştırdığımızda, plevral sıvı LDH/ADA ve serum LDH/ADA’nın plevral sıvı ADA/S-C-reaktif proteinden anlamlı derecede daha yüksek AUC değerleri verdiği bulundu. Sonuç: Bu çalışma, mevcut rutin laboratuvar testleri kullanılarak TPE ve PPE, MPE hastalarını ayırt etmek için parametreler sağlamaktadır. Farklı sistemik ve plevral özellikleri yansıtan parametrelerin kombinasyonu, yalnızca sistemik veya plevral yanıtların biyo-belirteçleriyle karşılaştırıldığında daha iyi tanısal performans gösterdi. Hem serum LDH/ADA hem de plevral LDH/ADA oranı basit, hızlı ve objektif bir şekilde erken ayırıcı tanı kararının verilmesinde yardımcı olabilir. |
8. | Pulmoner Tromboemboli Tanısında Yaşa Göre Düzeltilmiş D-Dimer Eşik Değerinin Tanısal Doğruluğu Diagnostic Accuracy of Age-Adjusted D-dimer Cut-off Value for the Diagnosis of Pulmonary Embolism Merve Ayık Türk, Berna Kömürcüoğlu, Eylem Yıldırım, Filiz Güldaval, Mine Gayaf, Günseli Balcı, Özlem Ediboğlu, Gülru Polat, Aydan Mertoğlu, Tuba Nihal Ursavaş, Dilek Kalenci, Dursun Tatar, Ahmet Emin Erbaycudoi: 10.14744/IGH.2023.81894 Sayfalar 41 - 49 Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE) tanısında klinik risk değerlendirme ve serum D-dimer düzeyi özellikle düşük riskli olgularda tanıyı ekarte etmek amacıyla kullanılabilir. Ancak özellikle ileri yaş hastalarda, eşlik eden komorbiditeler, yalancı D-dimer pozitifliğine neden olmaktadır. D-dimerin tanısal etkinliğinin artırılması amacıyla son yıllarda 50 yaş ve üzerindeki hastalarda yaşa göre düzeltilmiş eşik değerlerin kullanılması önerilmektedir. Çalışmamızda PTE tanılı farklı yaş gruplarındaki hastalarda, yaşa göre düzeltilmiş eşik değerlerin PTE tanısındaki klinik etkinliği araştırıldı. Gereç ve Yöntemler: PTE tanısı alan 697 olgu retrospektif kohort olarak incelendi. D-dimerin yaşa göre düzeltilmiş eşik değeri ile (50 yaşına kadar hastalar için <500 ng/mL ise, >50 yaşındaki hastalarda yaş x10’dan küçük ise negatif) tüm yaş gruplarında kullanılan standart eşik değeri arasındaki (tüm yaş gruplarında <500 ng/mL ise negatif) tanısal farklılık karşılaştırıldı. Hastaların karakteristik özellikleri, PTE klinik olasılık ön testleri (Wells skoru ile düşük, orta, yüksek riskli) ve PTE klinikleri (nonmasif, submasif, masif) ile yaş grupları arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Toplam 697 hastanın 364’ü (%52,2) kadın, 333’ü (%47,8) erkekti ve orta-lama yaş 61,0±16,3 yıl idi. Yaşa göre düzeltilmiş eşik değerinin duyarlılığı %97, negatif prediktif değer %47,3 idi (p=0,001). PTE klinik olasılık ön test risk değerlendir-mesinde yüksek riskli hasta grubunun özellikle 61-80 yaş grubunda arttığı gözlendi (p=0,022). Yaşa göre düzeltilmiş D-dimer eşik değerinin yüksek olması, PTE klinik olasılık testini 3,93 kat artırmaktadır (p=0,019, %95 GA 1,26-12,31). Yaşa göre düzeltilmiş eşik değerinin yüksek değerleri ile bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografide PTE varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanırken (p=0,033), standart eşik değeri ile Bilgisayarlı Tomografi Pulmoner Anjiografide (BTPA) PTE varlığı arasındaki ilişki anlamlı değildi (p=0,456). Sonuç: D-dimerin yaşa göre düzeltilmiş eşik değeri duyarlılıkta azalmaya neden olmaz. Yalancı negatiflik %5,3 idi ve yaşa göre düzeltilmiş eşik değerine göre D-dimerin normal sınırlarda olduğu, fakat PTE tanısı alan hastalar incelendiğinde hiçbirinde masif PTE kliniği gözlenmedi. Akut PTE klinik olasılığı düşük veya orta olan hastalarda PTE’yi dışlamak için yaşa göre düzeltilmiş D-dimer eşik değeri kullanılabilir. |
OLGU SUNUMU | |
9. | Alerjik Bronkopulmoner Aspergilloz (Bir Olgu Sunumu) Allergic Bronchopulmonary Aspergillosis (A Case Report) Mihriban Bozkurt, Ceyda Anar, Reşat Kendirlinan, Bünyamin Sertoğullarından, Muzaffer Onur Turandoi: 10.14744/IGH.2023.30974 Sayfalar 50 - 55 Alerjik bronkopulmoner aspergilloz, hava yollarına kolonizasyondan sonra Aspergillus fumigatus antijenlerine karşı aşırı duyarlılık reaksiyonu nedeniyle ortaya çıkan akciğerin mantar enfeksiyonudur. Ağırlıklı olarak bronşiyal astımı ve kistik fibrozu olan hastaları etkiler. Alerjik bronkopulmoner aspergilloz astım olgularının %1–7,6’sında görülmektedir. Bu olgu sunumunda, nefes darlığı semptomu olan ve pnömonisi geniş spektrumlu antibiyotik tedavisiyle radyolojik progrese olan 72 yaşındaki astım tanılı erkek hastaya bronkoskopi uygulandı. Bronkoalveoler lavaj örneğinde A. fumigatus üredi. Sistemik steroid ve amfoterisin B tedavisiyle klinik ve radyolojik iyilik elde edildi. Hasta, nadir görülmesi nedeniyle literatür eşliğinde sunuldu. |
10. | Kist Hidatik Hastalığına Sekonder Olarak Gelişen Pulmoner Hipertansiyon Olgusu A Case of Pulmonary Hypertension Developing Secondary to Hydatid Cyst Disease Görkem Berna Koyun, Ömer Tamer Doğan, Emin Koyundoi: 10.14744/IGH.2023.29591 Sayfalar 56 - 60 Kist hidatik hastalığı endemik bir hastalıktır ve ciddi komplikasyonlara yol açarak fatal sonuçlar doğurabilir. Kist hidatik hastalığının ciddi komplikasyonları arasında intrakardiyak kitleler ve pulmoner emboli de olabilir. Pulmoner emboliye bağlı olarak pulmoner arter basıncı artabilir ve tekrarlayan emboliler sonucunda pulmoner arteryel hipertansiyona yol açabilir. Burada, kist hidatik hastalığı olan bir hastanın kist hidatiğe bağlı olarak pulmoner emboli geçirmesi ve kronik süreçte buna bağlı olarak kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyona yol açtığı bir olgu sunuldu. |