ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 36 (2)
Cilt: 36  Sayı: 2 - 2022
1.
Frontmatters
Frontmatters

Sayfalar I - XVIII

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.
COVID-19 Hastalığında Toraks Bilgisayarlı Tomografi Bulgularının Radiological Society of North America Raporlama Önerisine Göre Sınıflandırılması; RT-PCR Testi ile Uyumu
Classification of Chest Computed Tomography Findings in COVID-19 Disease According to the Reporting Recommendation of the Radiological Society of North America: Compatibility with Reverse Transcriptase-Polymerase Chain Reaction Test
Seher Susam, Berna Eren Kömürcüoğlu, Gülru Polat, Özgür Batum, Sena Ataman, Pelin Gülcü, Filiz Güldaval, Mine Gayaf, Fatma Demirci Üçsular, Emel Cireli Tellioğlu, Günseli Balcı
doi: 10.14744/IGH.2022.74946  Sayfalar 59 - 68
Amaç: Bu çalışmanın amacı, koronavirüs hastalığında (COVID-19) toraks bilgisayarlı tomografi bulgularını, “Radiological Society of North America (RSNA)” tarafından Mart 2020 tarihinde yayımlanan konsensüs raporu kriterlerine göre sınıflandırmak ve gerçek zamanlı revers transkriptaz-polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) test sonuçları ile karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma, Mart 2020-Haziran 2020 tarihleri arasında tek merkezde retrospektif olarak yapıldı. COVID-19 şüphesi ile başvuran, en az bir kez RT-PCR testi yapılan, test ile en fazla üç gün ara ile bilgisayarlı tomografisine bakılan, klinik, radyolojik ve RT-PCR test sonucuna göre kesin tanı alan 426 hasta çalışmaya dahil edildi. Bilgisayarlı tomografi görüntüleri toraks radyolojisi konusunda deneyimli iki radyolog tarafından, RSNA kriterlerine göre “tipik”, “belirsiz”, “atipik” ve “negatif” olarak dört gruba ayrıldı, her grupta RT-PCR test sonuçları ile uyuma bakıldı. İstatistiksel analiz için SPSS 26.0 (IBM Corporation) programı kullanıldı.
Bulgular: Bilgisayarlı tomografi bulguları %44,4 tipik, %22,3 belirsiz, %11,7 atipik ve %21,6 negatif grupta yer aldı. RT-PCR testi pozitif çıkma oranı sırası ile %63,5, %43,2, %42 ve %79,3 olarak bulundu (p<0,001). Sınıflama yapılmadan bakıldığında bilgisayarlı tomografinin duyarlılığı %71,8, özgüllüğü %10,5, pozitif prediktif değeri %54,5, negatif prediktif değeri %20 olarak tespit edildi (p<0,001). Tipik olan grup için duyarlılık %47,3, özgüllük %59,6, pozitif prediktif değer %63,5, negatif prediktif değer %43 olarak saptandı (p<0,001). İki radyolog arasında uyumda kappa katsayısının 0,95 olduğu belirlendi.
Sonuç: RSNA sınıflamasında okuyucular arasındaki uyum yüksektir. Tipik lezyonlar için %47,1 düzeyindeki duyarlılık literatüre göre düşüktür. Bilgisayarlı tomografi görüntülemesinin ilk üç gün gibi erken bir dönemde yapılmış olması ile ilişkili görünmektedir. Sonuç olarak, RSNA sınıflamasının, görüntüleme uygun zaman aralığında yapılırsa, COVID-19 hastalığını rapor etmede güvenilir olduğu düşünülmektedir.
Objective: The purpose of the study was to classify the thorax computed tomography (CT) findings in COVID-19 according to the consensus report criteria that was published by the Radiological Society of North America (RSNA) and compare them with reverse transcriptase–polymerase chain reaction (RT-PCR) test results.
Material and Methods: The study was conducted in retrospective design in a single center between March 2020 and June 2020. A total of 426 patients with a definitive diagnosis, who applied with the suspicion of COVID-19, who had at least one RT-PCR test result, CT with a maximum of 3 days’ intervals, examination results, clinical, radiological, and RT-PCR test results, were included in the study. The CT images were divided into four groups as “typical,” “indeterminate,” “atypical,” and “negative” according to RSNA criteria by two radiologists experienced in thoracic radiology, and compatibility with RT-PCR test results was checked in each group. The SPSS 26.0 (IBM Corporation) program was used for statistical analyses.
Results: CT findings were in the typical group with 44.4%, 22.3% were in the indeterminate group, 11.7% in atypical, and 21.6% were in the negative group. The RT-PCR test positivity rate was 63.5%, 43.2%, 42%, and 79.3%, respectively (p<0.001). Without any classification, the sensitivity of CT was 71.8%, the specificity was 10.5%, the positive predictive value (PPV) was 54.5%, and the negative predictive value (NPV) was 20% (p<0.001). The sensitivity was 47.3%, specificity 59.6%, PPV 63.5%, and NPV 43% in the typical group (p<0.001). The kappa coefficient of agreement between the two radiologists was 0.956.
Conclusion: The agreement among readers is high in the RSNA classification. The sensitivity of 47.1% for typical lesions is lower than in the literature. It seems to be related to the fact that CT imaging was performed as early as the first 3 days. RSNA classification is considered reliable in reporting COVID-19 if imaging is performed at the appropriate time interval.

3.
Phenotypic Features of Emphysema in Patients with Lung Cancer and COPD Coexistence
Akciğer Kanseri ve Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Birlikteliği Olan Hastalarda Amfizemin Fenotipik Özellikleri
Nuran Katgı, Pınar Çimen, Seher Susam, Fatma Fevziye Tuksavul
doi: 10.14744/IGH.2022.97269  Sayfalar 69 - 76
Amaç: Çalışmada, akciğer kanseri ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) birlikteliğinde amfizemin fenotipik özellikleriyle ilişkisi incelendi.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada, 01 Ocak 2016 ve 31 Aralık 2018 tarihleri arasında akciğer kanseri tanısı almış, aynı zamanda KOAH tanısı da bulunan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmada 248 hasta değerlendirildi. Amfizemin fenotipi ve şiddeti ile tümörün histolojik tip ve lokalizasyonu arasında ilişki bulunmadı. Ancak vizüel amfizem fenotipleri ile beden kitle indeksi (BKİ) (p=0,003) ve birinci saniyedeki zorlu ekspiratuvar volüm (FEV1)/zorlu vital kapasite (FVC) (p=0,003), sentrilobüler amfizem şiddeti ile BKİ (p<0,001), FEV1 (p=0,004), FEV1/FVC (p<0,001) ve paraseptal amfizem ile BKİ (p=0,003) arasında anlamlı ilişki saptandı. Ayrıca KOAH evreleri ve BKİ (p=0,007), FEV1 (p<0,001), FEV1/FVC (p<0,001), cerrahi oranı (p<0,001) arasında da anlamlı ilişki tespit edildi. Akciğer kanseri ile tümör lokalizasyonu (p<0,001), histolojik tip (p=0,018) ve cerrahi oranı (p<0,001) arasında da anlamlı ilişki gözlendi.
Sonuç: Parankim hasarıyla giden amfizemin bilgisayarlı tomografinin kantitatif değerlendirilmesiyle ortaya konulan vizüel tip ve cid-diyeti ile akciğer kanserinin histolojik tip ve lokalizasyonu arasında herhangi bir ilişki saptanmadı. Hasta popülasyonunun %72,2’sinde izlenen sentrilobüler amfizem anlamlı bir oran olsa da kontrol grubunun yokluğu nedeniyle istatistiksel değerlendirme yapılmadı. Literatüre bakıldığında da vizüel amfizem fenotiplerinin şiddeti ile akciğer kanseri arasındaki ilişkiyi inceleyen herhangi bir çalışma bulunmadı. İleride daha fazla hasta sayısı ile kontrol grubu içeren çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.
Objective: In this study, we examined the relationship between the phenotypic features of emphysema in the coexistence of lung cancer and chronic obstructive pulmonary disease (COPD).
Material and Methods: Patients who were diagnosed with lung cancer and had concurrent COPD in a pulmonology department of a training and research hospital between January 1, 2016, and December 31, 2018, were retrospectively evaluated.
Results: A total of 248 patients were evaluated. In our study, no correlation was found between the phenotype and severity of emphysema and lung cancer, and also no relation was found between histological type and localization of the tumor. However, there was a significant difference between the visual emphysema phenotypes and body mass index (BMI) (p=0.003) and forced expiratory volume in 1 second/forced vital capacity (FEV1/FVC) (p=0.003), centrilobular emphysema (CLE) severity and BMI (p<0.001), FEV1 (p=0.004), FEV1/FVC (p<0.001), and paraseptal emphysema, and BMI (p=0.003). Furthermore, there was a significant difference between COPD stages and BMI (p=0.007), FEV1 (p<0.001), FEV1/FVC (p<0.001), and surgery rate (p=0.001). A significant correlation was observed between lung cancer and localization of tumor (p<0.001), histological type (p=0.018), and surgery rate (p<0.001).
Conclusion: No correlation was found between the visual type and severity of emphysema associated with parenchymal damage, as revealed by the quantitative evaluation of computed tomography, and the histological type and location of lung cancer. Although a significant rate of CLE was observed in 72.2% of our patient population, it could not be statistically documented due to the absence of our control group. The fact we could not find any study in the literature examining the relationship between the severity of visual emphysema phenotypes and lung cancer. Hence, this subject requires further studies with a larger number of patients and a control group.

4.
Bronşektazi Şiddeti İndeksi ve FACED Skorlaması Kullanılarak Bronşektazide Hastaneye Yatış, Alevlenme ve Mortalite Öngörüsü
Predicting Hospitalization, Exacerbation and Mortality in Bronchiectasis Using Bronchiectasis Severity İndex and FACED Scores
Sertan Bulut, Harun Karamanlı, Deniz Çelik
doi: 10.14744/IGH.2022.02997  Sayfalar 77 - 85
Amaç: Bronşektazi çok boyutlu ve etyolojik olarak farklı bir hastalıktır ve sonuç olarak, genel şiddetini ve prognozunu belirlemek için tek bir referans kullanılamaz. Bu çalışmada, mortalite, alevlenme ve hastaneye yatışlar için doğrulanmış iki farklı sonuç olan bronşektazi şiddeti değerlendirme anketlerinin [Bronşektazi Şiddeti İndeksi (BSI) ve FACED] karşılaştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntemler: BSI ve FACED puanlarının hesaplanabildiği nonkistik fibrozis bronşektazili 107 denek için tıbbi kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Parametreler ile BSI veya FACED skoru arasındaki korelasyonlar değerlendirildi ve BSI ve FACED puanının bağımsız olarak ilişkili değişkenlerini tanımlamak için doğrusal bir regresyon analizi yapıldı.
Bulgular: FACED ve BSI ortalama puanları sırasıyla 3,5±1,9 ve 9,8±4,7 olarak belirlendi. FACED ve BSI skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (p<0,0001). Pearson Chi-Square (p=0,0001), tau-b de Kendall (0,59; p=0,0001). Kappa testi ile iki ölçek arasında %60,7 benzerlik gösterildi (p<0,0001). Alevlenmeler için BSI ve FACED, 0,758 ve 0,755 ROC eğrisi (AUC) bir değer gösterdi; hastane yatışı için ise sırasıyla 0,864 ve 0,597 değerleri tespit edildi. BSI’nın duyarlılığı FACED derecelendirmesinden daha yüksektir (%86’ya karşı %59).
Sonuç: İki ölçek arasındaki korelasyon istatistiksel olarak anlamlı olmasına rağmen, hastalar FACED skoruna göre daha yüksek bir BSI puanı alma eğilimindeydi. BSI, sağlık sistemlerinde ölüm, hastaneye yatış ve alevlenme riski olan hastaları tanımlamak için yararlı bir klinik tahmin aracıdır.
Objective: Bronchiectasis (BC) is a multifaceted and etiologically diverse condition and, as a result, no single endpoint can be used to determine its general severity and prognosis. Two different validated scores are currently being used to evaluate the seriousness bronchiectasis: The bronchiectasis severity index (BSI) and the FACED score. It is aimed at comparing the bronchiectasis severity assessment questionnaires whichs are two different validated outcomes for mortality, exacerbation, and hospitalizations.
Material and Methods: Medical records for 107 subjects with NCFB, for which BSI and FACED scores could be calculated, were reviewed retrospectively. The correlations between the parameters and the BSI or FACED score were evaluated and a linear regression analysis was conducted to identify the independently associated variables of the BSI and FACED score.
Results: The mean scores of FACED and BSI were 3.5±1.9 and 9.8±4.7, respectively. A statistically significant relationship was found between the FACED and BSI scores (p<0.0001), Pearson Chi-square (p=0.0001), and tau-b de Kendall (0.59; p=0.0001). It was showed a 60.7% similarity between the two scales by Kappa test (p<0.0001). BSI and FACED reported an area under ROC curve (AUC) for exacerbations of 0.758 and 0.755; and for hospitalizations (due to BE exacerbations) of 0.864 and 0.597, respectively. The sensitivity of the BSI is higher (86% versus 59%) than the FACED rating.
Conclusion: Patients tended to obtain a higher BSI score relative to the FACED score, although the correlation between the two scales was statistically significant. BSI is a helpful clinical predictor tool for identifying patients at risk of death, hospitalization, and exacerbation in health-care systems.

5.
Is Chronic Respiratory Disease a Possible Risk Factor in Acute Pulmonary Thromboembolism?
Akut Pulmoner Tromboembolide Kronik Solunumsal Hastalık Bir Risk Faktörü müdür?
Mutlu Onur Güçsav, Gülistan Karadeniz, Aysu Ayrancı, Gülru Polat, Görkem Vayısoğlu Şahin, İsmail Erikçi
doi: 10.14744/IGH.2021.26817  Sayfalar 86 - 91
Amaç: 2019 yılında European Society of Cardiology (ESC) tarafından yayınlanan Akut Pulmoner Emboli Tanı ve Tedavi Kılavuzu’na göre solunum yetmezliği varlığı pulmoner tromboemboli (PTE) için bir risk faktörü olarak yer almaktadır. Ancak günlük pratiğimizde solunum yetmezliği olmayıp kronik solunumsal hastalığı olan hastalarda da pulmoner tromboemboli ile sık karşılaşmaktayız. Çalışmamızda akut PTE’de kazanılmış risk faktörlerinin sıklığı ve bu risk faktörleri içerisinde başta kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) başta olmak üzere kronik solunum yolu hastalıklarının yerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Materyal-Metod: Çalışmamız tek merkezli gözlemsel tanımlayıcı bir çalışma olarak tasarlanmıştır. 01.08.2016-01.08.2020 tarihleri arasında hastanemizde akut PTE tanısı ile yatan hastalar değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamıza toplam 157 hasta alındı. En sık izlenen kazanılmış risk faktörleri; 65 yaş ve üstü olmak (n: 80, %51), arteriyel hipertansiyon varlığı (n: 65 %42,4), obezite varlığı (n: 35, %22,3) ve kronik solunumsal hastalık varlığı (n: 30, %19,1) idi. 31 hastada ise (%19,2) herhangi bir kazanılmış risk faktörü saptanmadı. KOAH (n: 22, %73.3) kronik solunumsal hastalıklar arasında en sık izlenen hastalıktı. İnterstisyel akciğer hastalığı (n: 5, %16.7), obstrüktif uyku apne sendromu (n: 2, %6.7) ve astım (n: 1, %3.3) diğer solunumsal hastalıklardı. Kronik solunumsal hastalık varlığı erkeklerde, 65 yaş ve üstü hastalarda ve sigara kullananlarda anlamlı düzeyde fazla saptandı.
Sonuç: PTE risk faktörlerinin sıklığı ülkelere ve sosyoekonomik düzeye göre farklılıklar seyretmektedir. Kronik solunumsal hastalıklar kazanılmış risk faktörleri arasında yer almasa da ülkemiz ve dünyada akut PTE ile hastaneye başvuran hastalarda sıklıkla izlenen bir komobid hastalıktır.
Introduction: Although we frequently encounter pulmonary thromboembolism in patients with chronic respiratory disease in our daily practice, only the presence of respiratory failure is stated as a risk factor in the guideline. In our study, it was aimed to investigate the frequency of acquired risk factors, especially chronic respiratory diseases, in acute pulmonary thromboembolism.
Material and Methods: Our study was designed as a single-center observational descriptive study. Patients hospitalized with the diagnosis of acute pulmonary thromboembolism in our hospital were evaluated between 01.08.2016 and 01.08.2020.
Results: A total of 157 patients were included in our study. The most common acquired risk factors were; being 65 years and older (n: 80, 51%), arterial hypertension (n: 65, 42.4%), obesity (n: 35, 22.3%) and chronic respiratory disease (n: 30, %19.1). No acquired risk factor was found in 31 patients (19.2%). Chronic obstructive lung disease (n: 22, 73.3%) was the most common disease among chronic respiratory diseases. Other respiratory diseases were interstitial lung disease (n: 5, 16.7%), obstructive sleep apnea syndrome (n: 2, 6.7%), and asthma (n: 1, 3.3%). The presence of chronic respiratory disease was significantly higher in men, patients aged 65 and over, and smokers.
Conclusion: The frequency of pulmonary thromboembolism risk factors varies according to countries and socioeconomic level. Our data showed that chronic respiratory disease is more common in pulmonary thromboembolism patients than many diseases or conditions that are currently considered as risk factors.

6.
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri Olan Hastalarda Stereotaktik Vücut Radyoterapisi: Tek Kurumdaki Yanıt ve Toksisitenin Değerlendirilmesi
Stereotactic Body Radiotherapy in Non-Small Cell Lung Cancer Patients: Assessment of Response and Toxicity at Single İnstitution
Ali Ölmezoğlu, Berna Kömürcüoğlu, Kemal Ekici
doi: 10.14744/IGH.2022.21033  Sayfalar 92 - 98
Amaç: Bu çalışmanın amacı, akciğer tümörlerinin primer veya metastatik kitleleri için stereotaktik vücut radyoterapisinin etkinliğini ve akut toksisitesini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Şubat 2010-Temmuz 2015 tarihleri arasında kliniğimizde CyberK-nife® ile tedavi edilen 110 akciğer tümör kitlesi (esas olarak küçük hücreli olmayan, küçük bir kısmı metastatik) üzerinde analiz yapıldı. Hastalara 20–60 Gy arasında doz verildi, tümörün boyutuna ve konumuna bağlı olarak tedavi 1 ile 7 fraksiyonda yapıldı.
Bulgular: Stereotaktik vücut radyoterapisi sonrası medyan takip süresi 29 aydı (aralık 14,75–40 ay). Medyan genel sağkalım 31,62 aydı (%95 güven aralığı, 24,06–37,93 ay). Üç yıllık sağkalım %42 ve beş yıllık sağkalım %22 çıktı.
Sonuç: Stereotaktik vücut radyoterapisi ile tedavi edilen akciğer tümörleri (birincil veya metastatik), geleneksel radyoterapi programlarına kıyasla daha iyi tedavi yanıtına ve daha az toksisiteye sahipti. Eğer mümkünse, tümörlerin boyutuna ve konumuna bağlı olarak, stereotaktik vücut radyoterapisi en tercih edilen ve uygun maliyetli tedavi seçeneğidir.
Objective: The aim of this study is to assess the efficacy and acute toxicity of stereotactic body radiotherapy (SBRT) for either primary or metastatic masses of lung tumors.
Material and Methods: Analysis was performed on 110 lung tumor masses (primarily non-small cell origin, a small proportion was metastatic) patients treated by CyberKnife® in our clinic between February 2010 and July 2015. Doses had been delivered ranged 20–60 Gy, in one to seven once-daily fractions, depending on tumor size and location.
Results: The median follow-up duration after SBRT was 29 months (range 14, 75–40 months). The median overall survival (OS) was 31.62 months (95% CI, 24.06–37.93 months). 3-year survival was 42% and 5-year survival was 22%.
Conclusion: Lung tumors (primary or metastatic) treated by SBRT had better treatment response and less toxicity compared with conventional radiotherapy schedules. If available-depending on size and location of the tumor(s) - SBRT is the most affordable; preferable option.

7.
Sarkoidozda Klinik-Radyolojik Bulgular ile Serum Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim Düzeyi İlişkisinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Relationship between Clinical-Radiological Findings and Serum Angiotensin Converting Enzyme Levels in Sarcoidosis
Ayşegül Pehlivanlar, Olcay Ayçiçek
doi: 10.14744/IGH.2022.49369  Sayfalar 99 - 105
Amaç: Sarkoidoz tanısında biyobelirteç olarak kullanılan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) düzeyinin hastalığın aktivitesini ve granülom yükünü gösterdiği bilinse de aktif hastalığı olan tüm hastalarda yüksek seyretmemektedir. Çalışmada, normal ACE düzeyine sahip sarkoidozlu hastalar ile yüksek düzeye sahip sarkoidozlu hastalar arasındaki klinik ve radyolojik farkları ortaya koymak amaçlandı.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmada, Ocak 2013-Haziran 2020 tarihleri arasında sarkoidoz tanısı konularak takip ya da tedavi edilen hastaların klinik ve radyolojik verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar ACE düzeylerine göre normal ACE grubu ve yüksek ACE grubu olarak ikiye ayrıldı. Bu iki grup yaş, cinsiyet, semptomlar, komorbidite varlığı, sigara içim özellikleri ve ekstrapulmoner tutulum varlığı açısından karşılaştırıldı. Her iki grubun bilgisayarlı toraks tomografi görüntüleri incelenerek lenf nodları ve parankimal lezyonlar ve hastalık evrelerine göre karşılaştırma yapıldı. Özellikler olarak cinsiyet, yaş, semptomlar, mevcut komorbiditeler ve ekstrapulmoner tutulum bölgeleri değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalamaları kadın hastalarda 54,17±13,30, erkeklerde 46,62±15,72 idi, aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,016). Normal ACE grubu ile yüksek ACE grubu arasında yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, komorbit hastalıklar ve sigara içme özellikleri açısından anlamlı farklılık gözlenmedi. Konglomere lenf nodları yüksek ACE grubunda anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0,023). Akciğerde nodül saptanan lop sayısı (p=0,026), lenf nodlarının minimum ve maksimum çapı (sırasıyla p=0,038, 0,021), toraks içi ve dışı toplam tutulan lenf nodu istasyon sayısı (p=0,003) ile ACE düzeyleri karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak anlamlı düzeyde pozitif yönde bir ilişki saptandı.
Sonuç: Çalışmamız daha büyük, konglomere yerleşimli ve daha çok sayıda lenf nodu ve nodüler lezyonları olan sarkoidoz hastalarında ACE seviyelerinin daha yüksek seyrettiğini gösterdi
Objective: Although it is known that angiotensin converting enzyme (ACE) levels, which are used in the diagnosis of sarcoidosis as a biomarker, show disease activity and granuloma load, they do not progress high in all patients with an active disease. Our study aimed to present the clinical and radiological differences between sarcoidosis patients with normal ACE levels and those with high ACE levels.
Material and Methods: The study was carried out by retrospectively examining the clinical and radiological data of patients who were monitored diagnosis of sarcoidosis at our unit between January 2013 and June 2020. The patients were divided into two groups as the normal ACE group and high ACE group based on their ACE levels. These two groups were compared in terms of age, sex, symptoms, presence of comorbidities, smoking status, and presence of extrapulmonary involvement. By examining the computerized thorax tomography images of both groups, comparisons were made based on lymph nodes and parenchymal lesions, as well as disease stages. The information on sex, age, symptoms, existing comorbidities and extrapulmonary involvement regions was assessed.
Results: The mean age of female patients was 54.17±13.30 years, while the mean age of male patients was 46.62±15.72 years, and the difference was statistically significant. p=0.016). No significant difference was observed between the normal ACE group and the high ACE group in terms of age, sex, symptoms on admission, comorbid diseases, and smoking status. There was no statistically significant difference between the groups in terms of numbers of extrapulmonary involvement. The conglomerated lymph nodes were significantly higher in the high ACE group (p=0.023). When the ACE levels were compared to the number of lobes in the lung where nodules were detected (p=0.026), minimum and maximum diameters of lymph nodes (respectively, p=0.038 and 0.021) and intrathoracic and extrathoracic total involved lymph node station numbers (p=0.003), positive relation was observed.
Conclusion: Our study showed that the ACE levels were higher in the sarcoidosis patients with larger, conglomerated, and more abundant lymph node and nodular lesions.

8.
Tam Kan Sayımındaki Parametrelerin Tüberkülozda Biyobelirteç Olarak Klinik Önemi
The Clinical İmportance of Complete Blood Count Parameters in Tuberculosis as Biomarkers
Sinem İliaz, Seda Tural Önür, Mesut Bayraktaroğlu, Mediha Gönenç Ortaköylü
doi: 10.14744/IGH.2022.24855  Sayfalar 106 - 112
Amaç: Nötrofil/lenfosit oranı (NLR), kırmızı hücre dağılım genişliği (RDW), trombosit dağılım genişliği (PDW) ve ortalama trombosit hacmi (MPV) göğüs hastalıkları alanında çok az bilinmektedir. Çalışmanın amacı, bu yeni belirteçlerin tüberkülozdaki etkisini ve klinik önemini iyi bilinen inflamasyon belirteçleriyle karşılaştırmalı olarak belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Bir yıllık sürede, hastanemizde bakteriyolojik olarak kanıtlanmış akciğer tüberkülozu tanısıyla yatmış hastalar ve 43 kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Hastalarımızın tam kan sayımlarından NLR, RDW, MPV, PDW’yi diğer rutin ve yaygın olarak kullanılan inflamasyon belirteçleriyle karşılaştırdık.
Bulgular: Çalışmaya 112 tüberküloz hastası ve 43 kontrol hastası dahil edildi. Gruplar arası cinsiyet dağılımı ve katılımcıların yaş ortalamaları benzerdi (p=0,48 ve p=0,63). Kontrol ve tüberküloz grupları arasında PDW haricinde, NLR, RDW, MPV, total lökositler (WBC), C-reaktif protein (CRP) ve eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) istatistiksel olarak farklı bulundu (PDW için p=0,29, geri kalanı için p<0,05). Akciğer grafisinde bilateral infiltrat olan hastalarda (n=67) NLR (7,25 ve 4,47) ve RDW (%17,7 ve %16,4) anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001). NLR ve RDW, tüberküloz ve kontroller arasında ayrım yaptı (sırasıyla AUC=0,930, p<0,001 ve AUC=0,859, p<0,001). NLR, CRP ve ESH ile RDW ise CRP ile iyi korelasyon gösterdi.
Sonuç: Bu çalışma, göğüs hastalıkları alanında yeni belirteçler olan NLR ve RDW’nin, CRP ve ESH gibi yaygın inflamasyon belirteçleri ile korele olduğunu ve tüberküloz tanısını ve radyolojik olarak ilerlemiş hastalığı öngörmede yardımcı olduğunu gösterdi.
Objective: The neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), red cell distribution width (RDW), platelet distribution width (PDW), and mean platelet volume (MPV) are little known in the pulmonary medicine area. The aim of our study was to determine the effect and clinical importance of these new markers in tuberculosis (TB) in comparison with wellknown inflammation markers.
Material and Methods: Patients with bacteriologic evidence for pulmonary TB who were admitted to our hospital for 1 year period as inpatients and 43 controls were included into the study. We compared NLR, RDW, MPV, and PDW from complete blood counts of our patients with other routine and commonly-used inflammation markers.
Results: The study comprised 112 patients with TB and 43 control patients. The distribu-tion of sex between groups and the mean ages of participants were similar (p=0.48 and p=0.63). With the exception of PDW, NLR, RDW, MPV, total leukocytes (WBC), C-reactive protein (CRP), and erythrocyte sedimentation rate (ESR) was found statistically different between the control and TB groups; p=0.29 for PDW, p<0.05 for the rest. In patients with bilateral infiltrates (n=67) on chest X-ray, NLR (7.25 vs. 4.47) and RDW (17.7% vs. 16.4%) were significantly higher (p<0.001 for both parameters). NLR and RDW made discrimination between TB and controls (AUC=0.930, p<0.001 and AUC=0.859, p<0.001, respectively). NLR correlated well with CRP and ESR, and RDW correlated with CRP.
Conclusion: This study showed that NLR and RDW, as recent markers in pulmonary medicine, were correlated with common inflammation markers such as CRP and ESR, and helped to predict TB diagnosis and radiologically-advanced disease.

9.
Romatoid Artrit ile İlişkili Akciğer Hastalığının Radyolojik ve Klinik Özellikleri
Radiologic and Clinical Characteristics of Rheumatoid Arthritis-associated Lung Disease
Gazi Gündüz, Özgül Soysal Gündüz, Burak Polat
doi: 10.14744/IGH.2022.92486  Sayfalar 113 - 117
Amaç: Romatoid artrit, genellikle sinovyal eklemleri etkileyen, ancak diğer organları da etkileyebilen kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Romatoid artrit ile ilişkili akciğer hastalığı en yaygın eklem dışı belirtilerden biri olup, önemli morbidite ve mortaliteye neden olur. Romatoid artrit hastalarında pulmoner parankimal hastalık, plevral inflamasyon, hava yolu hastalıkları, vaskülit ve pulmoner hipertansiyon gibi çeşitli pulmoner bulgular olabilir. Romatoid artrit hastalarında en sık görülen akciğer hastalığının interstisyel akciğer hastalığı olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, tek merkezdeki romatoid artrit ile ilişkili akciğer hastalığı olan hastaların tomografik bulgularını ve bunların hastalığın klinik ve laboratuvar bulgularıyla olası ilişkisini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Otuz iki romatoid artrit ile ilişkili akciğer hastalığı olan hastanın tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Radyolojik, klinik ve laboratuvar verileri ile hastalık aktivitesi skorları kaydedildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 50,23±10,48 yıl olan 32 (%78’i kadın) hasta çalışmaya dahil edildi. Ortalama hastalık süresi 52,42±15,48 ay idi. On altı (%50) hastada akciğer grafisinde ve 32 hastanın tümünde yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi tetkiklerinde akciğer lezyonları tespit edildi. Yirmi beş (%78,1) hastada parankim tutulumu saptandı. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi taramalarında en sık görülen lezyonlar pulmoner nodüller (%31,2), buzlu cam görünümü (%25) ve bronşektazi (%25) idi. Radyolojik tutulum paternleri ile laboratuvar bulguları, DAS28-CRP ve ilaçlar arasında ilişki bulunmadı (tümü için p>0,05).
Sonuç: Akciğer grafisinde pulmoner lezyon olması durumunda her romatoid artrit hastasında yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi düşünülmelidir. Romatoid artrit ile ilişkili akciğer hastalığında parankimal tutulum en sık görülen paterndir. Ayrıca genç ve kadın romatoid artrit hastalarında pulmoner nodüller sık görülebilir.
Objective: Rheumatoid arthritis (RA) is a chronic inflammatory disease that usually affects the synovial joints, but can also affect other organs. One of the most common forms of extra-articular manifestations is RA-associated lung disease (RALD), which causes significant morbidity and mortality. There are several pulmonary findings of RA, including pulmonary parenchymal disease, pleural inflammation, airway diseases, vasculitis, and pulmonary hypertension. It has been reported that the most common pulmonary disease is interstitial lung disease in RA patients. The aim of this study is assessing the tomographic findings of RA-LD patients of a single center, and their possible correlation with the clinical and laboratory findings of the disease.
Material and Methods: Medical records of 32 RA-LD patients were investigated retrospectively. The radiological, clinical, and laboratory data, disease activity and disability scores were recorded.
Results: 32 patients (78% female) with a mean age of 50.23±10.48 years were included in the study. The mean disease duration was 52.42±15.48 months. Pulmonary lesions were detected on chest X-ray in 16 patients (50%) and on high resolution computed tomography (HRCT) scans in all of 32 patients. Parenchymal involvement was detected in 25 patients (78.1%). The most common lesions seen on HRCT scans were pulmonary nodules (31.2%), ground-glass attenuation (25%), and bronchiectasis (25%). No association was found between radiological involvement patterns and laboratory findings, DAS28-CRP, and medications (p>0.05 for all).
Conclusion: In the presence of a pulmonary lesion on X-ray, HRCT should be considered in every RA patients. Parenchymal involvement is the most common pattern in RA-LD. In addition, pulmonary nodules may be seen frequently in young and female RA patients.

OLGU SUNUMU
10.
Epidermal Büyüme Faktör Reseptörü ve c-KIT Pozitif Adenoid Kistik Karsinomlu İki Olgu
Two Cases with Adenoid Cystic Carcinoma with Epidermal Growth Factor Receptor and c-KIT
Pınar Gürsoy
doi: 10.14744/IGH.2022.53824  Sayfalar 118 - 120
Akciğerin adenoid kistik karsinomu yavaş seyirli, çok nadir görülen bir tümördür. Primer tedavisi cerrahidir. Ancak özellikle rekürrensler sık görülmektedir. Cerrahiye uygun olmayan durumlarda kemoterapi bir seçenek olsa da yanıt oranları oldukça düşüktür. Tümöre özgü biyolojiyi belirlemek ve bireyselleştirilmiş tedavi bu hastalarda önemli bir rol oynamaktadır. Akciğerin adenoid kistik karsinomu tanısı alan iki hastada yapılan moleküler profilleme ile EGFR pozitifliği ve c-KIT pozitifliği saptan-dı. Bu hedeflere yönelik erlotinib ve imatinib tedavilerinin etkinliği değerlendirildi. Akciğerin adenoid kistik karsinomu nedeniyle EGFR pozitifliği saptanan ve erlotinib kullanan olguda 16 aylık progresyonsuz sağkalım saptandı. c-KIT nedeniyle imatinib kullanan hastada ise progresyonsuz sağkalım dokuz ay olarak gözlendi. Her iki tedavi ile kemoterapilerle elde edilen sağkalımdan daha uzun sağkalımlar elde edildi. Lokal ileri ve metastatik akciğerin adenoid kistik karsinomu hastalarında kemoterapilerle düşük sağkalımlar saptandı. Bu hastalık grubunda moleküler profilleme hastalar açısından çok önemli bir rol oynamaktadır.
Adenoid cystic carcinoma of the lung (ACCL) is a very rare tumor with a slow course. Primary treatment is surgery. However, recurrences are common. Although chemotherapy is an option in cases not suitable for surgery, response rates are quite low. Identifying the tumor-specific biology and individualized treatment play an important role in these patients. We detected epidermal growth factor receptor (EGFR) positivity and c-KIT positivity by molecular profiling performed in two of our patients diagnosed with ACCL. We evaluated the efficacy of erlotinib and imatinib treatments aimed at these targets. In our case with EGFR positivity due to ACCL and using erlotinib, a 16-month progression-free survival (PES) was found. In our erlotinib used/given case with EGFR positivity due to ACCL, a 16-month PFS was found. In our patient who used imatinib for c-KIT, PFS was observed to be 9 months. Longer survivals were achieved with both treatments compared to chemotherapies. Low survival rates have been found with chemotherapies in locally advanced and metastatic ACCL patients. Molecular profiling plays a very important role in this disease group for patients.

LookUs & Online Makale