ORIGINAL ARTICLE | |
1. | GÖĞÜS CERRAHİSİNDE PNÖMOPERİTONUN ETKİNLİĞİ EFFECTIVENESS OF PNEUMOPERITONEUM IN CHEST SURGERY Şener YILDIRIM, Soner GÜRSOYSayfalar 135 - 144 Giriş: Uzamış hava kaçağı göğüs cerrahisinin günlük uygulamalarında karşılaşılan en yaygın ve önemli komplikasyonlardan biridir. Çalışmamızda uzamış hava kaçağının önlenmesi için uygulanan pnömoperitonun, drenaj ve hastanede yatış sürelerini azaltmadaki etkinliğini değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ağustos 2009-Haziran 2011 tarihleri arasında opere edilen ve postoperatif dönemde uzamış hava kaçağı gelişen 66 hastanın hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Pnömoperiton uygulanan 36 hasta çalışma grubu olarak seçildi, uygulanamayan 30 hasta ise kontrol grubu olarak alındı. Yaş, cinsiyet, komorbidite, kemoterapi, radyoterapi, sigara öyküsü, operasyon çeşidi, operasyon tarafı, postoperatif rezidüel plevral boşluk varlığı ve ek tedaviler kaydedildi. İki grubun ortalama dren kalış süreleri ve hastanede yatış süreleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubundaki hastalar incelendiğinde üst lobektomi uygulanmış hastaların dren kalış süresinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha uzun olduğu gözlendi (p=0,049). Çalışma ve kontrol gruplarının özellikleri karşılaştırıldığında; erken postoperatif dönemde çalışma grubundaki 32 (%88,9) hastada pnömoperiton öncesinde rezidüel plevral boşluk saptanırken, kontrol grubunda bu sayı 17 (%56,7) idi ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,003). İki grup hastanede yatış süreleri açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak grubunda dren kalış süresinin daha kısa olduğu bulundu, ancak bu fark da istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,058). Bununla birlikte elli yaşından küçük hastalarda (p=0,027), sigara öyküsü bulunmayan hastalarda (p=0,037) ve üst lobektomi haricinde bir cerrahi uygulanan hastalarda (p=0,014) pnömoperitonun dren kalış süresini istatistiksel olarak anlamlı şekilde kısalttığı saptandı. Sonuç: Pnömoperiton hızlı, ucuz, kolay ve güvenle uygulanabilen bir yöntem olarak uzamış hava kaçağı ve rezidüel plevral boşluk tedavisinde akılda bulundurulmalıdır. |
2. | LABORATUVARLARDAN TÜBERKÜLOZ BİLDİRİMİ YAPILMALI MI? SHOULD TUBERCULOSIS REPORTING BE DONE FROM THE LABORATORIES? Mustafa Hamidullah TÜRKKANI, Tarkan ÖZDEMİR, İbrahim Halil AKKUŞSayfalar 145 - 151 Amaç: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tahminlerine göre Türkiye’de olgu bulma oranı 2017 yılında % 87(75-100)’dir. Buna göre Türkiye’de tüberküloz hastalarının yaklaşık %13’ü ulusal veri tabanında kaydı bulunmamaktadır. Bakteriyolojik tanı alıp ulusal tüberküloz sürveyansına kaydına geçmeyen hastalara yönelik bir araştırma yaparak bu görüşün ne kadar gerçekçi olduğunun ortaya konulmasını amaçladık. Materyal-Metod: Elazığ Verem Savaş Dispanseri’nde 2010-2015 yılları arasında kayıt altına alınan ve tüberküloz tanısı ile takip edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi ve analiz edildi. Elazığ ilinde mikrobiyoloji laboratuvarlarında 2010-2015 yıllarında ARB pozitif ve/veya kültür pozitif olanlar listelendi. Bu liste, Elazığ iline ait ulusal tüberküloz sürveyans ağı ile karşılaştırıldı. Bulgular: 2010-2015 yılları arasında 624 tüberküloz hasta saptandı. Hastaların %52,5’inde (n=328) akciğer tutulumu vardı. Bu yıllar arasında mikrobiyolojik olarak tanısı konulan 35 hasta tüberküloz ulusal veri tabanında kaydı bulunamamıştır. 2010- 2015 yılları arasında Elazığ’da tüberküloz hastalarının %5,3’ünün ulusal veri tabanında kaydı bulunmamaktadır. Sonuç: Türkiye'de ulusal tüberküloz sürveyansında kayıtlı olmayan ancak sağlık kurum ya da kuruluşlarında tüberküloz tanısı alan hastalar bulunmaktadır Ulusal tüberküloz programında bütün sağlık kurumlarında tanı konulan tüm tüberküloz hastalarının bildirimi sağlanmalıdır. |
3. | PLEVRAL TÜBERKÜLOZLU HASTALARDA YAŞ VE CİNSİYETE GÖRE PLEVRA SIVISI ADA DÜZEYİNİN KARŞILAŞTIRILMASI COMPARISON OF PLEURAL FLUID ADA LEVEL IN TERMS OF AGE AND GENDER OF PATIENTS WITH PLEURAL TUBERCULOSIS Sami DENİZ, Ahmet Emin ERBAYCU, Mutlu Onur GÜÇSAV, Dursun ALİZOROĞLU, Gülru POLAT, Mustafa Şevket DERELİSayfalar 153 - 160 Amaç: Tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen, tüberküloz (TB) ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada da önemli bir mortalite ve mortalite nedenidir. Çalışmamızda; TB plörezi bulunan hastalarda plevral sıvı ADA düzeyinin yaş ve cinsiyet ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem ve Gereç: Çalışma retrospektif bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Hastaların yaşı, solunum fonksiyon testleri (SFT), periferik kanda; glikoz, protein, albümin, aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), alkalen fosfataz (ALP), laktat dehidrojenaz (LDH), bilirubin, üre, kreatinin ve kan hücre sayımı; kan gazı analizi, plevral sıvıda; glukoz, albümin, protein, LDH, adenosin deaminaz (ADA) ve sıvı hücre sayımı sonuçları kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya toplam 41'i kadın, 105'i erkek 145 hasta dahil edildi,. Hastaların yaş ortalaması 53.1, ortalama plevral sıvı ADA düzeyi 55.2 idi. Cinsiyete açısından karşılaştırıldığında; plevral sıvı ADA düzeyleri kadınlarda anlamlı olarak düşüktü (p = 0.031). Hastalar 65 yaşından küçük ve büyük olarak ayrıldığında, plevral sıvı ADA düzeyi arasında fark yoktu (p = 0.657). Sonuç: Tüberküloz plevral efüzyonlarda adenosin deaminaz düzeyi cinsiyete göre değişmekte ve kadınlarda erkeklere göre daha düşük olduğu saptanmıştır. 65 yaş altı ve üstü gruplar arasında benzer seviyelerde bulunmuştur. |
4. | AĞIR KOAH’LI OLGULARDA ALTI DAKİKA YÜRÜME TESTİ MESAFESİNİ TEST ÖNCESİ TAHMİN ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR? IS IT POSSIBLE TO ESTIMATE THE SIX-MINUTE WALK TEST DISTANCE IN PATIENTS WITH SEVERE COPD BEFORE THE TEST? Gülru POLAT, Melih BÜYÜKŞİRİN, Gülistan KARADENİZ, Aysu AYRANCI, Fatma DEMİRCİ, Özlem EDİBOĞLU, Filiz GÜLDAVAL, Mine GAYAF, Enver YALNIZSayfalar 161 - 167 Giriş ve Amaç: Altı dakika yürüme testi (6DYT), kardiyopulmoner hastalığı olanlarda fonksiyonel kapasiteyi gösteren bir egzersiz testidir. Bu çalışmada, KOAH’lı olgularda, 6DYT’nin; pO2, pCO2, egzersiz desaturasyonu, arteryel tansiyon, kalp atım hızı, solunum sayısı ve dispneskoru ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem ve Gereç: GOLD kriterlerine göre ağır-çok ağır KOAH’ı olan 83 olgu çalışmaya alındı. Hastalara 6DYT uygulandı. Hastalar modifiye Borgskalası ile değerlendirildi. Test öncesi spirometri uygulandı. Test öncesi ve sonrası kangazı değerleri, vital bulguları ölçüldü. Sonuçlar Wilcoxan signedrank testi ile karşılaştırıldı. Lineer regresyon analizi ile değerlendirildi. Bulgular: 83 olgu yürümeyi tamamladı. En sık şikayetdispne idi. Test öncesi olguların FEV1 değeri 1.65 lt idi. Ortalama yürüyüş mesafesi ise ortalama 246 m olarak bulundu. Kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basıncı, solunum hızı ve dispne skoru testten sonra anlamlı olarak arttı(p<0.05). Testten sonra pO2 değeri değişmezken, pCO2 değeri anlamlı olarak azaldı(p<0.05). Solunum hızı ve dispne skoru yürüyüş mesafesini etkileyen faktörler olarak bulundu. Sonuç: Yürüyüş mesafesi; yaş, cinsiyet ve FEV1 değerinden bağımsızken solunum sayısı ve dispne skoru yürüyüş mesafesini belirleyen faktörler olarak bulundu. Test öncesi solunum sayısı ve dispne skoruna bakarak ağır KOAH’lı olguların ne kadar yürüyebileceğini öngörebilir, beklediğimizin altında yürüyen olgularda testin tekrarlanmasını sağlayabiliriz. |
5. | HAFİF VE ORTA DERECE KOAH ALEVLENMELERİNDE EOZİNOFİLİNİN ROLÜ THE ROLE OF EOSINOPHILS AT MILD AND MODERATE COPD EXACERBATIONS Deniz DOĞAN, Yakup ARSLANSayfalar 169 - 175 Amaç: Hafif ve orta derece KOAH alevlenmesi olan hastalarda serum eozinofil değerlerinin alevlenme şiddeti ile ilişkisini belirlemek. Yöntem ve Gereç: 01 Ocak-31 Aralık 2017 tarihleri arasında Göğüs hastalıkları polikliniğine müracaat eden KOAH tanılı 254 hastanın dosya verileri retrospektif olarak tarandı. Klinik ve laboratuvar bulgularına göre ayaktan tedavi ile takip edilen hastalar “hafif derecede alevlenme, grup 1” ve hospitalize edilerek takip edilen hastalar ise “orta derecede alevlenme, grup 2” olarak iki gruba ayrıldı. İki grup arasında hastaların demografik özellikleri ve başta eozinofil olmak üzere biyokimyasal değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Hafif derecede alevlenme tanılı hastalarda serum eozinofil (2.4±1.7’e karşılık 1.1±1.3, p<0.001) ve lenfosit (23.7±9.2’e karşılık 14.7±8.5, p<0.001) oranları anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Bunun aksine nötrofil oranları ise orta derecede alevlenme tanılı hastalarda daha yüksek (%75.5±10.6’e karşılık %64.5±10.2, p<0.001) idi. Benzer şekilde hS-CRP (62.1±56.9’e karşılık 18.7±11.6, p<0.001) ve nötrofil/lenfosit oranı (9.1±12.8’e karşılık 3.5±2.6, p<0.001) orta derecede alevlenme tanılı hastalarda anlamlı derecede daha yüksek idi. Çalışmamızda serum eozinofili için üst limiti olarak %2 değeri alındığında, orta derecede alevlenme tanılı hastalarda, %2 nin altında olan hasta oranının anlamlı derecede daha yüksek (%78.8’e karşılık %46.3, p<0.001) olduğu sonucuna varıldı. Sonuç: KOAH alevlenmelerinde, serum eozinofil sayısının değişken olabileceği, bu hastalarda verilecek optimal tedavi şeklinin belirlenmesinde klinik ve laboratuvar bulgularının birlikte değerlendirilmesi gerekir. |
6. | SARKOİDOZ: TANI, TEDAVİ VE TAKİPTE 20 YILLIK DENEYİM SARCOIDOSIS: 20 YEARS OF EXPERIENCE IN DIAGNOSIS, TREATMENT AND FOLLOW-UP Eylem TUNÇAY, Murat YALÇINSOY, Sinem GÜNGÖR, Pakize SUCU, Sümeyye APLARSLAN BEKİR, Fatma TOKGÖZ AKYIL, Dilek YAVUZ, Bülent ALTINSOY, Cüneyt SALTÜRK, Zeynep Ferhan ÖZŞEKERSayfalar 177 - 187 Amaç: Sarkoidoz, sebebi bilinmeyen, birden fazla sistemi tutan, granülomatöz bir hastalıktır. Tanı koyma aşamaları, uzun ve kısa süreli takibi günlük pratikte uğraştırıcıdır ve deneyim gerektirir. Çalışmamızda kliniğimizde 20 yıldır takip ettiğimiz sarkoidoz olgularının, tanı, tedavi ve takip sonuçları incelenmiştir. Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda 1994-2014 yılları arasında 3. basamak göğüs hastalıkları kliniğinde takip edilmekte olan sarkoidoz olgularının demografik özellikleri, ilk başvuru şikâyetleri, tüberkülin cilt testi, biyokimyasal parametreleri, radyolojik özellikleri, evreleri, solunum fonksiyon testi ve DLCO ölçümleri, tanı, tedavi ve uzun /kısa dönem takip sonuçları değerlendirildi. Bulgular: 338 hastanın 241’i (%71,3) kadın, 97’si (%28,7) erkek idi. Hastaların tanı sırasındaki yaş ortalaması 42,6±11,6 (17-75) idi. Hastalarımızın 48’inin (%14,2) sarkoidoz tanısı klinik, laboratuvar ve radyolojik bulgularla konulurken diğer hastalarda invaziv girişimler yapıldığı görüldü. En sık kullanılan invaziv yöntemler transbronşiyal biyopsi (%42,6), mediastinoskopi veya transbronşiyal biyopsi (sırasıyla %40,8 ve %13,9) ve bronş mukoza biyopsisi (forceps biyopsi) (%35,2) idi. Hastaların 262’sinin (%75,6) tedavisiz izlendiği, 76’sine (%22,4) değişik dönemlerde tedavi verildiği görüldü. Hastaların 22’sinde (%6,2) tanı sonrası dönemde relaps olduğu görüldü. Tedavi verilmeden izlenen ve tedavi verilen hastalarda relaps gözlenme oranlarının sırasıyla 3 hasta (%2,5) ve 19 hasta (%42) olduğu görüldü (p<0,01). Sonuç: Farklı organları tutan ve farklı klinik prezentasyonları olan bu hastalık, büyük oranda spontan remisyonla seyreder. Ancak ileri evre hastalıkta mortalite ve morbidite fazladır. Ayrıca çalışmamızda da gördüğümüz gibi ileri evre hastalarda tedavi almalarına rağmen relaps sıklığı fazladır. Klinik pratikte sarkoidoz olgularının tanısının erken konarak yakın takip edilmesi ve ileri evre hastaların relaps, mortalite ve morbidite açısından yakın takibi büyük önem taşımaktadır. |
7. | NÖROSARKOİDO NEUROSARCOIDOSIS Bülent AKKURT, Coşkun DOĞAN, Kayhan BAŞAK, Sevda Şener CÖMERTSayfalar 189 - 194 Sarkoidoz nedeni bilinmeyen, sistemik, granülomatöz bir hastalık olup en sık tutulan yapılar toraks içi lenf nodları ve akciğerlerdir. Nörosarkoidoz ise sarkoidozun ciddi fakat nadir görülen bir formudur. Sarkoidozda klinik olarak saptanabilen sinir sistemi tutulumu %10’un altındadır. Nörosarkoidozun sık görülen formları kraniyal sinir tutulumu, özellikle fasyal paralizi, hipotalamik ve hipopitüiter lezyonlardır. Klinik tabloda kraniyal sinir paralizisi, baş ağrısı, ataksi, bilişsel işlevlerde bozukluk, kuvvet kaybı ve konvülziyonlar görülebilir.Erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcıdır. Kraniyal ve göz tutulumu ile seyreden nörosarkoidoz olgusunu nadir görüldüğü için tanı ve tedaviye dikkat çekmek için sunduk. |
8. | PULMONER, GÖZ VE SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TUTULUMU İLE ORTAYA ÇIKAN DİSSEMİNE TÜBERKÜLOZ OLGUSU A CASE OF DISSEMINATED TUBERCULOSIS EMERGING WITH PULMONARY, EYE AND CENTRAL NERVOUS SYSTEM INVOLVEMENT Songül ÖZYURT, Neslihan ÖZÇELİK, Bilge YILMAZ KARA, Ünal ŞAHİNSayfalar 195 - 199 Tüberküloz, gelişmekte olan ülkelerde hala önemli bir halk sağlığı sorunudur. Eğer tedavi edilmezse, dissemine tüberküloz gibi çeşitli komplikasyonlara neden olabilir. İmmün sistemi normal olan hastada yaygın tüberküloz nadir görülen bir durumdur. Bu olgu sunumunda, normal bir bağışıklık sistemi olan, dissemine tüberküloz gelişen 25 yaşında bir olgu sunulmuştur. |