ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 29 (2)
Cilt: 29  Sayı: 2 - 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.
DİYARBAKIR YÖRESİNDE ALLERJİK SOLUNUM YOLU ŞİKAYETLERİYLE BAŞVURAN HASTALARDA UYGULANAN DERİ PRİCK TESTİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF PRICK TEST RESULTS IN PATIENTS WITH RESPIRATORY TRACT ALLERGIC SYMPTOMS IN DIYARBAKIR DISTRICT
Melike DEMİR, Halide KAYA, Hadice SELİMOĞLU ŞEN, Mahsuk TAYLAN, Süreyya YILMAZ, Ayşe DALLI, Beyhan YILMAZ, Özlem ABAKAY
Sayfalar 61 - 66
Amaç: Atopik hastalıklarda deri prick testi (DPT), allerjenlerin saptanmasında oldukça hızlı, kolay ve ucuz bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada DPT ile tespit edilen allerjenler ile total serum IgE (T.IgE) düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi ve bölgemizdeki allerjenlerin sıklığının incelenmesi planlandı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009 ile Aralık 2013 arasında Dicle Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Polikliniği'ne allerjik astım ve/veya rinit tanısı ile başvurup DPT yapılan 1791 hastanın klinik özellikleri, deri prick testi sonuçları ve T.IgE düzeyleri geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 1791 hastanın 1077'si (%60.1) kadın, 714'ü (%39.9) erkekti. Bu hastalardan 722'ünde (%40.3) en az bir ya da daha fazla allerjene karşı pozitif yanıt saptandı. Erkeklerde (% 44.5) allerji testi pozitifliği kadınlara (%37.5) kıyasla daha yüksekti (p=0,002). DPT'nde en sık saptanan allerjenler sırasıyla çayır polenleri (%70.3), buğday poleni (%46.5) ve ağaç polenleri (%46.1) idi. Kadınlarda erkeklere göre kedi ve köpek epiteline duyarlılık daha fazla idi (p=0.023, p=0.036). Total serum IgE seviyesi yüksek olan hastalarda DPT pozitifliği, T.IgE seviyesi normal olanlardan istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazlaydı (p < 0.001). Tartışma: Diyarbakır ilinde çayır ve buğday polenlerinin en sık karşılaşılan allerjenler olduğu saptandı.
Introduction: Skin-prick test (SPT) is used as a quite fast, easy and cheap method in detecting allergens for atopic diseases. In this study, it was planned to evaluate the relationship between allergens determined by the SPT and total serum IgE (T.IgE) levels and to examine the frequency of allergens in our region. Material and Methods: One thousand seven hundred and ninety one patient with allergic asthma and/or rhinits applied Dicle University Medical Faculty Department of Chest Diseases policlinic between January 2009 and December 2013 who had been made SPT were evaluated retrospectively in terms of the clinical features,the result of skin prick test and the level of T.IgE. Results: One thousand seven hundred and seventy seven (%60.1) of 1791 patients who were included study were female and 714 (39.9%) of them were male. At least one or more positive response to the allergen was established in 722 (40.3%) of these patients. The positivity of allergy test was higher than in the men (44.5%) compared with women (37.5%) (p = 0.002). The most frequent allergens determined in SPT respectively were grass pollens, (70.3%), wheat pollens (46.5%) and tree pollens (46.1%). Women were more sensitive than men to the cat and dog epithelium (p = 0.023, p = 0.036) The positivity of SPT in patients with high levels of total serum IgE was seen statistically significantly more frequent than patients with normal levels of total serum IgE (p <0.001). Discussion: Findings showed that meadow and wheat pollens were the most common allergens in Diyarbakir region.

2.
DENİZLİ DEVLET HASTANESİ'NE ALERJİ ŞİKAYETİ İLE BAŞVURAN HASTALARDA PRİCK DERİ TESTİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRMESİ
THE EVALUATION OF SKIN PRICK TEST RESULTS WHO APPLIED PATIENTS WITH ALLERGIC COMPLAINTS IN DENIZLI STATE HOSPITAL
Nurgül BOZKURT
Sayfalar 67 - 73
Giriş: Bu çalışmada Denizli'de alerjik şikayet ve hastalıklar nedeni ile alerji ünitesine başvuran hastalarda prick testi ile saptanan alerjenlerin dağılımını tespit etmek ve ülkemizde yapılan çalışmalarla karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın verileri alerji biriminin kayıtlarından retrospektif olarak elde edilmiştir. Hastanemizin başta göğüs hastalıkları ve kulak burun boğaz olmak üzere çeşitli polikliniklere başvuran, Deri Prick Test (DPT) endikasyonu olan ve alerji ünitesine yönlendirilmiş hastalara 32 adet alerjene duyarlılığın araştırıldığı panel uygulanmıştır. Veriler SPSS-10.0 programında analiz edilmiş ve t-testi ve X2 testi kullanılmıştır. Bulgular: Yaşları 8 ile 80 arasında değişen 727'si kadın toplam 963 kişiye ait DPT sonuçları değerlendirilmiştir. En az bir alerjene duyarlılık %59 oranında bulunmuştur. Kadınlarda tek bir alerjene duyarlılık %17.1, iki alerjene duyarlılık %16.1, üç ve daha fazla alerjene duyarlılık %24.7 oranında tespit edilmiştir. Erkeklerde ise bu oranlar sırasıyla %18.3, %16.6 ve %28.5 olarak tespit edilmiştir. Alerjene duyarlılık 50 yaş üzerinde anlamlı düzeyde azalmaktadır. Kadınlarda en fazla ev tozuna (D. Pteronyssinus) (%24.9), beşli ot karışımına (%19.3) karşı duyarlılık saptanmıştır. Erkeklerde ise en fazla ot karışımı(%30.9) ve hububat karışımına (%25.0) duyarlılık saptanmıştır. Ot karışımı ve hububat karışımına duyarlılık erkeklerde kadınlara göre anlamlı düzeyde daha fazla idi. Tartışma: Çalışmada üç ana bulgu dikkat çekicidir. - En az bir alerjene duyarlılık %59, üç ve üzeri alerjene duyarlılık %25.6 olarak bulunmuştur. Alerji testi için gönderilenlerin büyük çoğunluğu kadındır. Bu bulgu alerjik şikayetlerin kadınlarda daha fazla olduğunu göstermektedir. - “Dermatophagoides Pteronyssinus” ve “ot polenleri” en fazla saptanan alerjenlerdir. Alerjik hastalıkların tedavi ve takibinde ve hastaların yaşam kalitesinini yükseltilmesi için hem hastaların hem de yaşanılan bölgedeki alerjen profilinin bilinmesi çok yararlıdır.
Introduction: The aim of this study is to determine the distribution of allergens detected with skin prick tests (SPT) in the patients who applied to allergy unit with allergic diseases and symptoms in Denizli. Also the comparison with other studies in country was aimed. Material and Methods: Data were obtained retrospectively from allergy unit records. A panel with 32 different allergens was applied to the patients with SPT indication. These patients were referred to allergy unit from various clinics (especially chest, ear-nose-throat, etc). Data were analyzed by SPSS-10.0 program. Chi-square and ttests were used at comparisons. Results: SPT results of the 963 patients with allergic complaints were evaluated. 727 of patients were female. Patients were aged between 8 and 80 years. Percentage of patients who were sensitive to one or more allergens was 59%. In female; single allergen sensitivity was 17.1%. Sensitivity to two allergens was 16.1%. Sensitivity rate of three or more allergens have been identified as 24.7%. In male patients; these rates were 18.3%, 16.6% and 28.5% respectively. Also allergen sensitivity has decreased significantly over the age of 50. D. Pteronyssinus (24.9%) and grass mix (19.3%) were the most common allergens in female. Grass mix (31.1%) and cereals (25.0%) were the most common allergens in male. Grass mix and cereals sensitivities were higher in men than women. Discussion: It is noteworthy that; -At least one allergen sensitivity was found as 59% and three or more allergen sensitivity was found as 25.6%. -More women have been sent for testing allergic symptoms. This is indicating that allergic complaints are common in women. -“D.Pteronyssinus” and “grass mix” were the most common identified allergens.It is very useful to know allergen profile of both patients and the region of residence for the treatment and follow-up of allergic patients. It will also improve the quality life of patients.

3.
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA METABOLİK SENDROM VE KRONİK HASTALIKLAR
METABOLIC SYNDROME AND CHRONIC DISEASES IN PATIENTS WITH CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE
Emel BULCUN, Aydanur EKİCİ, Mehmet EKİCİ
Sayfalar 75 - 84
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), metabolik sendrom (MS) ve komorbidite arasındaki ilişki üzerine yapılan önceki çalışmalarda bulunan sonuçlar tartışmalıdır. Bu nedenle biz bu çalışmada, KOAH'lı hastalarda eşlik eden metabolik sendrom ve komorbiditeleri ayrı ayrı olacak şekilde inceledik. Yöntem: Bu çalışma periyodu sırasında, 66 KOAH ve kontrol grubu olarak da 40 kişi dahil edildi. Solunum fonksiyon testleri (SFT) flow sensitif spirometri ile ATS kriterlerine göre yapıldı. BODE indeksleri hesaplandı. Kronik hastalıklar şiddet indeksi Modifiye kümülatif hastalıklar değerlendirme ölçeği (MKHDÖ) kullanılarak değerlendirildi. MS, National Cholesterol Education Program (NCEP)'a göre tanımlandı. Total metabolik bozukluk skoru da ayrıca hesaplandı. Bulgular: MKHDÖ skoru KOAH'lı hastalarda kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti fakat total metabolik skor KOAH ve kontrol grubu arasında farklı değildi. MS KOAH'lı hastalarda 18 kişide (%27.3), kontrol grubunda 8 kişide (%20) görüldü. MS görülme oranı evre II KOAH'lı hastalarda evre IV KOAH'lı hastalardan daha yüksekti (p:0.04). Lineer regresyon analizinde, MKHDÖ skoru BODE indeksi ile pozitif ilişki gösterirken, FEV1%, FVC%, FEV1/FVC% ile anlamlı negatif ilişki gösterdi. Ancak, MKHDÖ PO2 ile anlamlı ilişki göstermedi. Sonuç: Komorbiditeler ve MS KOAH'ın farklı evrelerinde görülür. Bu nedenle eşlik eden bu hastalıklar birbirinden ayrı ayrı olarak incelenmelidir.
Aim: Results of the previous studies on the relationship amongst the comorbidity, metabolic syndrome (MS) and Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD) are controversial. Therefore, these accompanying comorbidities and MS were assessed on an individual basis in patients with COPD in the present study. Method: During the study period, 66 consecutive patients with COPD and 40 subjects as a control group were enrolled. Pulmonary Function Tests (PFT) were performed with flow sensitive spirometer according to ATS guidelines. The Body-Mass Index, Airflow Obstruction, Dyspnea, and Exercise Capacity (BODE) index was calculated. The index severity of chronic diseases was evaluated using the Modified Cumulative Illness Rating Scale (MCIRS). MS was defined according to National Cholesterol Education Program. Total score of metabolic disorders was also calculated. Results: MCIRS score was significantly greater in patients with COPD than in control group but the total score of metabolic disorders was the same for the patients with COPD and the control group. MS was detected in 18 subjects (27.3%) in patients with COPD as compared to 8 of subjects in control group (20%). The rate of MS in patients with stage II COPD was higher than the patients with stage IV COPD (p: 0.04). In linear regression model, the MCIRS score exhibited significant inverse associations with FEV1%, FVC% and FEV1/FVC% while exhibiting significant positive association with BODE index. However, the MCIRS did not exhibit significant association with PO2. Conclusion: Comorbidities and MS were seen in different stages of COPD. Thus these accompanying diseases should be assessed on an individual basis.

4.
HASTANE PERSONELİNDE SİGARA ALIŞKANLIĞI: PSİKOLOJİK SORUNLARIN ETKİSİ VAR MIDIR?
SMOKING HABITS IN HOSPITAL STAFF: IS THERE EFFECT OF PSYCHOLOGICAL PROBLEMS?
Hülya DOĞAN ŞAHİN, İlknur NAZ, Nimet AKSEL, Fevziye TUKSAVUL, Ayşe ÖZSÖZ
Sayfalar 85 - 93
Giriş: Toplumda sigara içme davranışları açısından sorumluluk sahibi olan hastane çalışanlarında sigara tüketiminin yaygın olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada bir göğüs hastalıkları hastanesinde çalışan sigara içen ve içmeyen sağlık personelinde anksiyete ve depresyon semptomlarını karşılaştırmak, sigara içen hastane personelinde nikotin bağımlılığını etkileyen faktörleri incelemek amaçlanmıştır. Gereç Yöntem: Çalışmaya düzenli sigara içen 181 ve sigara içmeyen 107 sağlık çalışanı katılmıştır. Katılımcıların demografik özellikleri kaydedilmiştir. Anksiyete ve depresyon değerlendirmesi Beck Anksiyete ve Beck Depresyon Ölçekleri ile yapılmıştır. Sigara içen olguların nikotin bağımlılıkları Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Grupların yaş ve beden kitle indeksi skorları açısından benzer özellik gösterdiği görülmüştür (p>0.05). Grupların anksiyete depresyon skorları arasında anlamlı bir fark kaydedilmemiştir (p>0.05). Nikotin bağımlılık seviyesi; anksiyete ve depresyon skorları ile pozitif (r=0.201, 0.278), sigaraya başlama yaşı ile negatif yönde korelasyon göstermiştir (r=0,271). Solunum sistemi semptom yüzdesi nikotin bağımlılığı yüksek olan grupta anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur (p<0.05). Tartışma: Bu çalışmaya dayanarak; erken yaşta sigaraya başlayan ve nikotin bağımlılığı yüksek sağlık çalışanlarında sigarayı bırakma programlarına psikolojik desteğin eklenmesinin programın başarısını arttıracağını düşünmekteyiz.
Introduction: Smoking is common in hospital staff who have responsibility in terms of cigarette consumption in community. In this study we aimed to compare anxiety-depression levels in hospital staff who smoke or not and to investigate factors affected nicotine dependence in chest disease hospital. Material and Methods: Regular smoker of 181 and never-smoker of 107 healthcare workers were included in this study. Demographic characteristics of the participants were recorded. Beck Anxiety and Beck Depression Scales were used to assess anxiety and depression. Nicotine dependence was assessed with Fagerstrom test for nicotine dependence. Also, in smokers group smoking history and respiratory symptoms has been questioned. Results: Groups showed similar characteristics in terms of age and body mass index (p>0.05). There was not a significant differences between groups in respect of anxiety and depression (p>0.05). Level of nicotine dependence was correlated anxiety and depression positively (r=0.201, 0.278) and was correlated age of smoking initiation (r=0,271). Percentage of respiratory symptoms was significantly higher in group that have high dependence on nicotine (p<0.05). Discussion: In conclusion addition of psychological support may enhance the success of smoking cessation program in hospital staff who initiated smoking at early age and have high dependence on nicotine.

5.
NADİR GÖRÜLEN BİR AKCİĞER DIŞI TÜBERKÜLOZ OLGUSU: İNTESTİNAL TÜBERKÜLOZ
A RARE CASE OF EXTRA-PULMONARY TUBERCULOSIS: INTESTINAL TUBERCULOSIS
Ferhat EKİNCİ, Feyza ARSLAN, Alper AYGEN, Utku Erdem SOYALTIN, Coşkun YILDIZ, Ümit BAYOL, Alp ÖZGÜZER, Harun AKAR
Sayfalar 95 - 99
Tüberküloz (TBC); tüm dünyada insidansı halen artmakta olan önemli bir sağlık sorunudur. Akciğer dışı yerleşimli tüberküloz olgularına geçmişe nazaran çok daha sık rastlanmaktır. İntestinal tüberküloz gelişmekte olan ülkelerde halen görülmekte olan ve vakaların yaklaşık 1/3'ünde pulmoner tüberkülozun eşlik ettiği bir hastalıktır. Gastrointestinal sistem (GİS) tüberkülozu karın ağrısı, diyare, kilo kaybı, gece terlemesi ve nadiren GİS kanama şeklinde karşımıza çıkabilir. İntestinal tüberkülozun, başlıca enflamatuar barsak hastalıkları olmak üzere pek çok hastalıkla klinik benzerlik göstermesi nedeniyle tanısı zordur. GiS tüberkülozunun tanısı zor olabilir ve tanıda en önemli öğe TBC' nin akla getirilmesidir. Karın ağrısı, ishal, halsizlik, kilo kaybı, asit ile karşımıza gelen GIS tüberkülozu tanısı alan olgumuzu tartışmak istedik.
Tuberculosis (TB) is an important health issue with a rising incidance all around the world. Extrapulmonary tuberculosis cases are encountered much more frequently compared to past. Intestinal tuberculosis (IT) is still seen in developing countries, and approximately one-third of the cases are accompanied by pulmonary tuberculosis. Gastrointestinal system (GIS) tuberculosis may present as abdominal pain, diarrhea, weight loss, nighttime sweating and rarely GIS bleeding. The diagnosis of IT is difficult because it mimics many other disorders especially inflammatory bowel diseases. The diagnosis of the GIS tuberculosis may be difficult. The most important entity in the diagnosis is to consider TB. We would like to discuss our case diagnosed as GIS tuberculosis presenting with abdominal pain, diarrhea, fatigue, weight loss, ascite.

6.
ÜÇ BOYUTLU ULTRASONOGRAFİ EŞLİĞİNDE TRANS-TORASİK İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİSİ: 3 OLGU NEDENİ İLE
THREE-DIMENSIONAL ULTRASONOGRAPHY-GUIDED TRANSTHORACIC FINE NEEDLE ASPIRATION BIOPSY: THREE CASE REPORTS
Coşkun DOĞAN, Tolga Sinan GÜVENÇ, Hacer Ece ÖZCAN
Sayfalar 101 - 107
Ultrasonografi cihazı ile akciğerin periferik yerleşimli tümörlerine yapılan trans torasik ince iğne aspirasyon biyopsisi çok uzun zamandır yapılan ve başarısı birçok bilimsel yayın ile kanıtlanmış bir yöntemdir. Hastaların radyasyona maruz kalmaması, işlemin daha düşük maliyetli olması ve reel time görüntü alınması çoğu zaman ultrasonografi eşliğinde yapılan biyopsileri daha avantajlı kılmaktadır. Normal standart ultrasonografi cihazlarına yapılan iki boyutlu bir tarama sonrası bir bölgenin derinlik boyutunun da katılarak en uzunluk ve derinlik boyutlarının real time bir monitörde gösterebilme özelliği ile üç boyutlu görüntüler elde edilmiştir. Üç boyutlu ultrasonografinin bu özelliği sayesinde solid yapıların hacimleri bir bütün olarak gösterilebilir. Literatürü araştırdığımızda akciğer tümörlerinde üç boyutlu ultasonografi rehberliğinde yapılan biyopsi ile ilgili herhangi bir çalışmaya rastlamadığımız ve akciğerin periferik tümörlerine biyopsi yapmak için yeni bir yöntem olabileceğini düşündüğümüz için üç boyutlu ultrasonogrfi eşliğinde akciğerin periferik yerleşimli tümörü buluna üç olguya yapılan trans torasik ince iğne aspirasyon biyopsisi işlemini literatür eşliğinde paylaştık.
Ultrasonography-guided transthoracic fine needle biopsy is a widely employed and scientifically proven technique for the diagnosis of peripheral tumors of lung. Ultrasonography guiding is advantageous as there is no exposure to ionising radiation, could be employed in real time and the associated costs are low. Three dimensional ultrasonography is a recent technique that allows real time three-dimensional imaging of target area, therefore adding depth to conventional twodimensional scanning. Solid masses could be shown in full-volume with three-dimensional ultrasonography. There are no current reports in literature that defines utilization of threedimensional ultrasonography as a guide to transthoracic fine needle aspiartion biopsy. In this report, we shared our experiences with threedimensionsional ultrasonography-assisted transthoracic fine-needle aspiration biopsy in three patients with peripherally located lung lesions.

7.
SANTRAL YERLEŞİMLİ PULMONER PAPİLLER ADENOMA
CENTRALLY LOCALISED PULMONARY PAPILLARY ADENOMA
Nurettin YİYİT, Haluk ŞAŞMAZ, Zafer KÜÇÜKODACI, Fatih Hikmet CANDAŞ, Akın YILDIZHAN, Rauf GÖRÜR, Turgut IŞITMANGİL
Sayfalar 109 - 112
Pulmoner papiller adenom oldukça nadir karşılaşılan bir tümördür. Malign potansiyeli tam olarak anlaşılamamış olsa da benign kabul edilmektedir. Sıklıkla akciğer grafisinde tesadüfen saptanan periferik yerleşimli lezyonlar olarak tespit edilmektedirler. Hastamızın akciğer grafisinde sağ tarafta iyi sınırlı yuvarlak bir kitle lezyonu görüldü. Kitle lezyonu için sağ torakotomi ile enukleasyon ve kapitonaj ameliyatı yapıldı. Patolojik inceleme sonucu pulmoner papiller adenoma olarak rapor edildi. Literatürde günümüze kadar yirmi üç hasta rapor edilmiş olgu bulunmaktadır. Bildirilen olgularda en büyük lezyon çapı 3 cm iken olgumuzda 4 cm çapında idi. Postoperatif olarak pulmoner papiller adenom tanısı konulan hastamız nadir olması ve santral yerleşimli olması nedeniyle sunulmuştur.
Pulmonary papillary adenoma is an extremely rare tumor and considered benign although its malignant potential is not completely understood. It is usually detected incidentally as peripheral lesions in chest radiography. A round mass lesion with regular margins was observed on the right side of our patient's chest radiography. The mass was enucleated and capitonnage was performed via right thoracotomy. Pathological examination was reported as papillary adenoma. Twenty three cases have been reported in the literature. While the largest diameter of lesions had been 3 cm in reported cases, the diameter of our patient's lesion was 4 cm. We present our postoperatively diagnosed papillary adenoma case due to its rarity and central location.

8.
AKCİĞER KANSERİ VE ORGANİZE PNÖMONİ BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU
LUNG CANCER COEXISTING WITH ORGANISING PNEUMONIA: CASE REPORT
Emine AKSOY, Fatma TOKGOZ, Yasemin BODUR, Tulin SEVIM
Sayfalar 113 - 118
Organize pnömoni (OP), genellikle benign seyreden nadir bir interstisyel akciğer hastalığıdır. Akciğer kanseri ile birlikteliği sıklıkla kanser dokusuna komşuluk iledir. Altmış yedi yaşında erkek hasta kuru öksürük ve kilo kaybı şikayetleriyle kliniğimize başvurdu. Akciğer görüntülemelerinde bilateral non-homojen konsolidasyon ve sağ hilus üzerinde homojen gölge koyuluğu artışı vardı. Hastada medikal tedavi sonrası bronkoskopi ile sağ üst lob anterior segmentte kitle izlendi ve biyopsi skuamöz hücreli karsinom olarak raporlandı. Kontrol grafilerinde yeni konsolidasyon alanları gelişen hastada OP düşünülerek karşı akciğerden bronkoalveoler lavaj ve transbronşial biyopsi alındı. Organize pnömoni tanısı konuldu. Farklı akciğer alanlarında, eşzamanlı akciğer kanseri ve OP tanısı konulan olgu literatürler eşliğinde sunuldu.
Organizing pneumonia (OP) is a rare interstitial lung disease which usually runs a benign course. The coexistence with lung cancer is often found in the vicinity of the cancer tissue. A 67 year old male patient was admitted to our clinic with complaints of dry cough and weight loss. Lung imagings showed bilateral non-homogeneous consolidation and right hilar shadow of darkness. Bronchoscopy revealed a mass lesion in the anterior segment of the right upper lobe. The biopsies were reported as squamous cell carcinoma. In the control imagings, new areas of consolidations were observed. We re-performed bronchoscopy considering OP along with lung carcinoma. The findings were compatible with OP. The case, simultaneously diagnosed lung cancer and OP, is presented in the light of the literature.

LookUs & Online Makale