ORIGINAL ARTICLE | |
1. | PLEVRAL SIVILI HASTALARDA PLEVRAL SIVI VE SERUM D-DİMER DÜZEYLERİNİN TANISAL DEĞERİ THE DIAGNOSTIC CONTRIBUTION OF THE LEVEL OF PLEURAL FLUID AND SERUM D-DIMER IN PATIENTS WITH PLEURAL EFFUSION Fatmanur Çelik BAŞARAN, Mine GAYAF, Ayşe ÖZSÖZ, Dilek KALENCİ, Ahmet Emin ERBAYCUSayfalar 1 - 11 Amaç: Çeşitli etyolojilerle ortaya çıkan plevral effüzyonlu hastalarda D-dimer düzeylerinin tanısal değerini belirlemektir. Yöntem ve Gereç: Yaş ortalaması 66 yıl olan plevral efüzyonlu 122 hasta prospektif olarak çalışmaya alınmıştır. Eş zamanlı serum ve plevra sıvısı örneklerinde D-dimer, laktat dehidrogenaz (LDH), total protein, albümin, glukoz, plevra sıvısı pH düzeyi ölçülmüş, mikrobiyolojik ve sitolojik inceleme yapılmıştır. Tanıları kesinleşen hastalar infeksiyon nedenli (n:38; pnömoni, tüberküloz, ampiyem) - infeksiyon dışı nedenli (n:84; kojestif kalp yetmezliği, malignite ve paramalignite), malignite nedenli (n:47; malign ve paramalign) – malignite dışı nedenli (n:75; konjestif kalp yetmezliği, tüberküloz, pnömoni, ampiyem) ve transüda (n:27) – eksüda (n:97) vasıflı plevra sıvıları olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Plevral sıvı ve kan örnekleri eş zamanlı alınmıştır. Bulgular: Serum ve plevral sıvı D-dimer seviyeleri eksüda grubunda transuda grubuna göre yüksek bulundu (p<0.05). İnfeksiyon nedenli plevra sıvılı hastalar grubunun plevra sıvı D-dimer seviyeleri yüksek iken (p=0.01), serum D-dimer seviyelerindeki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0,998). Malignite nedenli ve malignite dışı nedenli plevra sıvılarında, her iki grup arasında serum ve plevral sıvı D-dimer seviyeleri arasında anlamlı fark izlenmedi (p =0,097 ve p=0,255). Plevral sıvı D-dimer düzeyi ile plevral sıvı proteini ve LDH’ı arasında pozitif korelasyon saptandı (r=0.257, p=0.004 ve r=0.240, p=0.008). Serum D-dimer düzeyi ile plevral sıvı proteini, plevral sıvı LDH’ı ve serum LDH’ı arasında pozitif korelasyon saptanırken (r=0.198, p=0.030 ve r=0.195, p=0.032 ve r=0.250, p=0.006), plevral sıvı glukozu ile negatif korelasyon (r=-0.187, p=0.040) tespit edildi. Sonuç: Plevral sıvı D-dimer düzeyleri infeksiyon nedeniyle oluşmuş plevral sıvılarda ve eksüdatif natürlü sıvılarda yüksektir. Malign plevral sıvılarda ise ayırıcı değildir. |
2. | GRİGGS TEKNİĞİ İLE UYGULANAN PERKÜTAN DİLATASYONEL TRAKEOTOMİ İŞLEMİNDE DENEYİM BRONKOSKOPİ REHBERLİĞİ İHTİYACINI AZALTIR MI? DOES EXPERIENCE IN PERCUTANEOUS DILATATIONAL TRACHEOTOMY WITH GRIGGS TECHNIQUE REDUCE THE NEED OF THE BRONCHOSCOPY GUIDANCE? Mehmet Erdem ÇAKMAK, Hayriye Cankar DAL, İbrahim MUNGAN, Sultan Sevim YAKIN, Çilem Bayındır DİCLE, Büşra TEZCAN, Dilek KAZANCI, Sema TURANSayfalar 13 - 19 Amaç: Çalışmamızda yoğun bakım ünitelerimizde bronkoskopi kılavuzluğu olmadan Griggs yöntemi ile perkütan trakeotomi işlemlerini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda Temmuz 2016 ile Mart 2017 tarihleri arasında yoğun bakım ünitelerimizde Griggs tekniği ile bronkoskopi kılavuzluğunda ya da bronkoskopisiz olarak elektif perkütan trakeotomi açılan 58 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda 35 hastaya (%60.3) bronkoskopi kılavuzluğunda, 23 hastaya (%39.7) bronkoskopisiz trakeotomi açıldı. Erken dönemde 3 (%5.1) hastada cerrahi müdahale gerektiren majör kanama meydana geldi ve trakeotomi kapatıldı. Dört (%6.8) hastada cerrahi müdahele gerektirmeyen minör kanama meydana geldi. Bir (%1.7) hastada pnömotoraks ve cilt altı amfizem meydana geldi. Erken dönem komplikasyon oranları açısından bronkoskopili ve bronkoskopisiz işlemler arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0.58). Geç dönemde herhangi bir komplikasyon saptanmadı. Sonuç: Griggs tekniği ile uygulanan elektif perkütan dilatasyonel trakeotomi işlemi yoğun bakımlarda yatak başı kolaylıkla uygulanabilen, düşük komplikasyon oranına sahip bir yöntemdir. Trakeotomi işlemini uygulayan ekibin deneyimi arttıkça işlem sırasında bronkoskopi rehberliği gereksiniminin azalacağını düşünmekteyiz. |
3. | TÜBERKÜLOZ VE BENİGN HASTALIKLARDA PNÖMONEKTOMİ: SONUÇLARIN KARŞILAŞTIRILMASI PNEUMONECTOMY FOR TUBERCULOSIS AND BENIGN DISEASES: COMPARISON OF RESULTS Serkan YAZGAN, Soner GÜRSOY, Ahmet ÜÇVET, Özgür SAMANCILAR, Ezgi ÇİMEN GÜVENÇSayfalar 21 - 29 Amaç: Tüberküloz nedeniyle pnömonektomi nadirdir. Genellikle tüberküloza sekonder harap olmuş akciğer nedeniyle ihtiyaç duyulur. Biz bu çalışmada, tüberküloz nedeniyle yaptığımız pnömonektomileri, diğer benign nedenli pnömonektomilerle, morbidite ve mortalite açısından karşılaştırmayı amaçladık. Yöntem ve Gereç: On altı yıllık (Ocak 2002 ile Aralık 2017) bir retrospektif çalışma yapıldı ve benign hastalıklar nedeniyle pnömonektomiye giden 33 hasta, endikasyonları bakımından iki gruba ayrıldı. Tüberküloza bağlı nedenlerle pnömonektomi yapılan 11 hasta (Grup 1), diğer benign akciğer hastalıkları nedeniyle pnömonektomi yapılan 22 hasta ile (Grup 2), demografik özellikler, cerrahi teknik zorluklar, hastane mortalitesi ve morbidite bakımından karşılaştırıldı. Bulgular: Her iki grubta da bronş kapama yöntemi olarak, çoğunlukla stapler tercih edildi (sırasıyla %72,7, %77,3). Sadece Grup 1’de bronkoplevral fistül saptandı (n=3, %27,3) ve bu, istatistiki olarak anlamlıydı (p=0,03). İleri derecede yapışıklık nedeniyle, cerrahi teknikte yaşanan zorluklar sırasıyla Grup 1 ve 2’de; %90,9’a karşılık %54,5’di (p=0,05). Grup 1’de morbidite oranı %36,4’dü ve bu oran, Grup 2’de %4,5’di (p=0,03). İntraoperatif mortalite yoktu ve hastane mortalitesi ise, her iki grupta birer hastaydı (sırasıyla, %9,1 ve %4,5). Sonuç: Tüberküloz nedeniyle yapılan pnömonektomiler, diğer benign akciğer hastalıkları nedeniyle yapılanlara göre, daha fazla cerrahi teknik zorluklar barındırır ve morbiditesi daha fazladır. Ancak, her iki grupta da pnömonektominin morbiditesi ve mortalitesi kabul edilir düzeydedir. Seçilmiş hastalarda, yeterli cerrahi tecrübe ile küratif bir tedavi seçeneği olarak uygulanmaya devam edilmesi gerekmektedir. |
4. | TÜRKİYE’DEKİ SOLUNUM FONKSİYON LABORATUVARLARININ KALİTE VE HASTA GÜVENLİĞİ STANDARTLARI ÜZERİNE KESİTSEL ANKET ÇALIŞMASI CROSS-SECTIONAL SURVEY STUDY ON QUALITY AND PATIENT SAFETY STANDARDS OF RESPIRATORY FUNCTION LABORATORIES IN TURKEY Gökhan ERDOĞAN, Sedat ALTINSayfalar 31 - 40 Amaç: Türkiye’deki Solunum Fonksiyon Testi (SFT) laboratuvarlarının ve SFT teknisyenlerinin güncel kalite standartlarını ne kadar karşıladığını belirlemeyi amaçladık. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya anketimizi yanıtlayan ve yoğun SFT yapılan 40 merkez ve bu merkezde çalışan 46 SFT teknisyeni dahil edildi. Teknisyenlere demografik özellikleri, eğitim durumları, laboratuvarların donanımsal özellikleri, kullandıkları ekipmanlar, cihazların tür ve çeşitleri, kalibrasyon, dezenfeksiyon, enfeksiyon kontrol yöntemleri ile gerekli kalite dökümanlarını da içeren sorular soruldu. Yanıtlar oransal olarak değerlendirildi. Bulgular: Kullan-at filtreli ağızlık, günlük değiştirilen filtre üzerine karton ağızlık ve yalnızca karton ağızlık sırası ile 31 (%78), 3 (%7) ve 6 (%15) kurumda kullanılmaktaydı. 16 (%40) kurum kullanat burun mandalı, 24 (%60) kurum dezenfekte edilebilir burun mandalı kullanmaktaydı. Laboratuvarlarda kalibrasyon kurumların 25 (%62)’inde günlük yapılmakta, %15’inde kalibrasyon uyarısı alındığında yapılmaktaydı. 9 (%23) kurumda ise kalibrasyon şırıngası yoktu. Biyolojik kalibrasyon yapılma oranı % 62’ idi. Test esnasında eldiven kullanımı ile cihazların günlük dezenfeksiyonun yapılma oranı %67 idi. Teknisyenler arasında SFT ile ilgili bir eğitim programına katılma oranı %42, son iki yıl içerisinde temel yaşam desteği eğitimi alma oranı %50’dir. Sonuç: Türkiye’deki solunum fonksiyon laboratuvarlarının kalite standartlarını tam karşılamadığı görülmüştür. Çalışanların eğitimlerinin tam olmaması, kurs katılımlarının düşük olması, SFT ile ilgili mesleki eğitimlere daha fazla yer verilmesi ve yöneticiler tarafından önemsenmesi gerektiğini göstermektedir. Kurumlar SFT laboratuvarları ile ilgili kalite dökümanlarını oluşturmalıdır. |
5. | TİOTROPİUM KULLANAN KOAH’LILARIN KOMORBİDİTELERİ CO-MORBIDITIES OF PATIENTS WITH COPD USING TIOTROPIUM Edhem ÜNVER, Handan AKSOY, Sedat ALTIN, Saim KERMANSayfalar 41 - 48 Amaç: KOAH multisistemik bir hastalıktır ve komorbid hastalıkların varlığı KOAH morbiditesini etkilemektedir. Bu çalışmada amacımız tiotropium kullanan KOAH hastalarında komorbidite sıklığını belirlemektir. Materyal ve Metod: 2013 yılında Türkiye’de Reçete Bilgi Sistemi’nden alınan verileri kullanılarak ICD-10 tanı kodlama sistemine göre reçetede bulunan tanılar kaydedildi. Bulgular: Tiotropium reçetelenmiş 877.040 reçetede toplam 1.957.223 tanı olduğu saptandı. Başlıca komorbiditeler %24,2 oranı ile kardiyovasküler hastalıklar, %16,9 ile gastrointestinal sistem hastalıkları, %12,7 ile kas-iskelet sistem hastalıkları, %9,4 ile endokrinolojik hastalıklar ve %6,4 diğer semptomlar olarak belirlendi.KOAH ile birlikte ilaç reçetelenen hastaların %16,2’sında hipertansiyon, % 8,9’unda Gastroözofajial reflü hastalığı (GERH), %5,4’ünde miyalji, %4,6’sında diyabet, % 4’ünde aterosklerotik kardiyovasküler hastalık, %3,6’sında peptik ülser, öne çıkan tanılar olarak dikkati çekmektedir. Sonuç: KOAH ülkemizde komorbiditeleri yoluyla direkt ve dolaylı olarak ekonomik maliyeti giderek artan bir sağlık sorunudur. Sorunların çözülebilmesi için ulusal tıbbi kayıt sistemleri kullanılarak yapılan epidemiyolojik çalışmalara ihtiyaç vardır. |
6. | NEFROTİK SENDROM TANISI ALAN ANCA NEGATİF WEGENER GRANÜLOMATOZU (POLİANJİTİS İLE SEYREDEN GRANÜLOMATOZİS) OLGUSU A CASE OF ANCA NEGATIVE WEGENER’S GRANULOMATOSIS (GRANULOMATOSIS WITH POLYANGIITIS) DIAGNOSED AS NEPHROTIC SYNDROME Saltuk Buğra KAYA, Aşkı VURAL, Süleyman Savaş HACIEVLİYAGİL, Zeynep Ayfer AYTEMURSayfalar 49 - 53 Wegener granülomatozu (WG), üst ve alt solunum yolları, böbrekleri ve çeşitli organların granülomatöz vasküliti ile karakterize nadir bir hastalıktır. WG hastalığın ismi Polianjitis ile seyreden granülomatozis (GPA) olarak değiştirildi. Akciğer grafisindeki yaygın kaviter lezyonları, malignite ve tüberküloz ile radyolojik olarak ayırıcı tanıya girmesi nedeniyle hastaya bronkoskopi yapıldı. Her ne kadar c-ANCA pozitifliği sık görülse de bizim vakamız gibi immünsüpresif tedavi alan hastalarda negatif olabilir. WG (GPA) tanısı klinik semptomlar ve histopatolojik bulgular tanı önemli olsa da ANCA özgünlüğü hastalığının sonuçlarını tahmin yardımcı olur. Klinik, radyolojik bulguları ve tedavisi sonrası klinik ve radyolojik düzelme olan hasta WG (GPA) olarak kabul edilerek takip edildi. |
7. | GÖĞÜS DUVARINDA NÜKS AGRESİF FİBROMATOZİS OLGUSU A CASE OF RECURRENT AGGRESSIVE FIBROMATOSIS OF THE CHEST WALL Demet YALDIZ, Hüseyin MESTAN, Ozan USLUER, Kenan Can CEYLAN, Şeyda Örs KAYASayfalar 55 - 58 Göğüs duvarında fibromatozis veya desmoid tümör, nadir görülen ve metastatik bir potansiyele sahip olmayan yumuşak doku tümörüdür. Ancak lokal olarak agresif ve infiltratif bir büyüme paterni gösterdiğinden, tam olarak eksize edildiğinde bile lokal rekürrense karşı yüksek bir eğilim ile karakterizedir. Bu çalışmada kliniğimizde fibromatozis dolayısıyla daha önce opere olan ve 18 ay sonra nüks ile kliniğimize başvurarak tekrar opere edilen 54 yaşındaki erkek hasta sunulmaktadır. Nüks nedeniyle yapılan ikinci operasyonda lezyon, göğüs duvarını tam kat olarak infitre ettiğinden dört kosta ile beraber anblok rezeke edildi. Bu çalışma dolayısıyla, fibromatozisin komplet cerrahi eksizyon uygulansa bile lokal olarak nüks edebileceğine dikkat çekmek istedik. |
8. | PULMONER TROMBOEMBOLİNİN EŞLİK ETTİĞİ SUBAKUT İNVAZİV PULMONER ASPERGİLLOZİS A CASE REPORT: SUBACUTE INVASIVE PULMONARY ASPERGILLOSIS WITH PULMONARY THROMBOEMBOLISM Emine ARGÜDER, Berker ÖZTÜRK, Ebru Şengül PARLAK, Mükremin ER, Hatice Canan HASANOĞLUSayfalar 59 - 63 Subakut invaziv aspergillozis, bağışıklık sistemi hafif baskılanmış veya enfeksiyona zemin hazırlayan diyabetes mellitus, alkolizm, KOAH gibi kronik hastalıklarda görülebilen fungal bir akciğer enfeksiyonudur. Hastalığın prognozu genellikle invaziv aspergillozis kadar kötü seyretmemektedir. Aspergillus, invaziv özelliği nedeniyle kendisi kaviteleşen konsolidasyonlara neden olabileceği gibi var olan kavitelere de yerleşebilir. Öte yandan pulmoner tromboemboli de akciğerde nadiren kaviter lezyona neden olabilen vasküler bir hastalıktır. Altmış sekiz yaşında, bilinen KOAH ve diyabetes mellitus tanıları olan hasta, dış merkezde pnömoni nedeniyle yoğun bakımda yatan ve yatış esnasında geniş spektrumlu antibiyotik kullanan ancak taburculuktan bir hafta sonra nefes darlığında artış, balgam miktarında artış ve kötü kokulu balgam nedeniyle hastanemize başvurdu. Hastada pulmoner tromboemboliden yaklaşık iki ay sonra kaviter enfarkt alanında ortaya çıkan subakut invaziv aspergilloz ile uyumlu bulgular mevcuttu. Hastanın, pulmoner tromboemboliye sekonder gelişen kaviter lezyonda aspergillus enfeksiyonu gelişmesi ve bu farklı birliktelik nedeniyle olgumuzun literatür eşliğinde sunulması planlandı. |
9. | AKCİĞER ADENOKARSİNOMUNDA DİŞETİ METASTAZI GINGIVAL METASTASES FROM LUNG ADENOCARCINOMA Aysen EVKAN, Berna Eren KÖMÜRCÜOĞLU, Gamze KARAKURT, Alev Gülşah HACAR, Enver YALNIZSayfalar 65 - 68 Akciğer kanseri tüm dünyada en sık görülen kanser türüdür ve yüksek mortalite oranına sahip olması nedeni ile önemli bir halk sağlığı problemidir. Gelişen tanı modalitelerine rağmen akciğer kanseri genellikle ileri evrede ve uzak organ metastazları ile başvurmaktadır. Akciğer kanserlerinde uzak organ metastazları sıklıkla kemik, beyin, karaciğer ve surrenale olmaktadır. Oral kavite metastazları literatürde çok nadirdir. Lezyonların hemen hepsinde oral kavite kemik yapı tutulmaktadır. Kliniğimizde evre 4 akciğer adenokarsinomu tanısı ile takip edilen 55 yaşında erkek hasta takip ve tedavisinin dördüncü ayında ağız içinde kanamalı, ağrılı, egzofitik kitle lezyonu ve çiğneme zorluğu ile başvurdu. Oral kaviteden yapılan eksizyonel biyopsi sonucu adenokarsinom metastazı olarak geldi. Olgumuz dişeti metastazının nadir görülmesi nedeni ile sunuldu. |
10. | AKCİĞER KANSERİNİN YÜZ CİLDİNE METASTAZI: İKİ OLGU NEDENİYLE FACIAL SKIN METASTASIS DUE TO LUNG CANCER: REPORT OF TWO CASES Funda COŞKUN, Yasemin ŞİRİN, Ali Kadri ÇIRAKSayfalar 69 - 74 Kanserlerin yüz cildine metastazı %0.5’ten azdır ve sıklıkla malign melanom etyolojilidir. Farklı tiplerdeki akciğer kanserlerinin cilt metastazı ise olguların %1.5-2.6’sında görülmektedir. Akciğer kanserinin tüm histolojik tipleri cilde metastaz yapabilir. Cilt metastazları bazen akciğer kanserinin ilk belirtisi olabilir. Bazen de takip sırasında ortaya çıkabilir. En sık göğüs, karın, kafa ve boyuna metastaz görülür. Cilt metastazları genellikle multipl nodüller şeklinde karşımıza çıkarlar. Kötü prognoz göstergesidirler. Soliter cilt lezyonlarının tedavisi tek başına cerrahi veya kemoterapi ya da radyoterapi ile kombine cerrahidir. Yüz cildine metastaz yapmış iki akciğer kanseri olgumuzu, özellikle sigara içenlerde her cilt lezyonuna “akciğer kanseri metastazı olabilir mi” kuşkusuyla yaklaşılması gerektiğini vurgulamak için sunuyoruz. |