ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 30 (3)
Cilt: 30  Sayı: 3 - 2016
ORIGINAL ARTICLE
1. 
OBSTRÜKTİF UYKU APNE ŞİDDETİ İLE DERİVED PLATELET-LENFOSİT RATİO ARASINDAKİ İLİŞKİ
RELATIONSHIP BETWEEN DERIVED PLATELET-LYMPHOCYTE RATIO AND SEVERITY OF OBSTRUCTIVE SLEEP APNEA
Özlem ABAKAY, Abdurrahman ABAKAY, Süreyya YILMAZ, Yılmaz PALANCI, Abdullah Çetin TANRIKULU
Sayfalar 137 - 141
Amaç: Bu çalışmada Platelet-lenfosit ratio (PLR) formülünden revize edilerek hesapladığımız derived PLR'nin (dPLR)ile Obstrüktif Uyku Apne (OUA) şiddetini yansıtmadaki olası rolünü araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya yeni teşhis almış 104 OUA hastası ve 65 sağlıklı kontrol olgusu alındı. Demografik veriler çalışma formuna kaydedildi. Tüm hastalara tüm gece polisomnografi işlemi uygulandı. Hastaların tam kan sonuçları kaydedildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması OUA grubunda 52,4±12,2 yıl idi. OUA grubunda hastaların %65'i erkek, %35'ü kadın idi. Hasta ve kontrol grupları arasında yaş, cinsiyet ve sigara içimi açısından anlamlı fark yoktu (p>0,05). OUA grubunda ortalama apne-hipopne indeksi 32,5 adet/saat idi. OUA grubunda ortalama dPLR değeri 83,1±33,9 iken kontrol grubunda 70,0±25,1 olarak saptandı ve aradaki fark anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.008). Hafif, orta ve ağır OUA grupları arasında dPLR değerleri sırasıyla 71,6, 86,2 ve 89,9 olarak saptandı ve aradaki fark anlamlıydı (p<0,05). Sonuç: dPLR tam kan ölçümüyle kolayca elde edilebilen, herkesin ulaşabileceği bir hemogram parametresidir. dPLR oranının OUA hastalığının şiddetini yansıtmada potansiyel bir rol oynayabileceği düşünüldü.

2. 
İLİMİZ DİSPANSERLERİNDE TAKİP EDİLEN TÜBERKÜLOZ OLGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF TUBERCULOSIS CASES FOLLOWED IN DISPENSARIES OF OUR CITY
Tanseli GÖNLÜGÜR, Gülin BAŞOL, Uğur GÖNLÜGÜR, Burhan KÜTÜK
Sayfalar 143 - 148
Amaç: Bu çalışmanın amacı bölgemizdeki tüberküloz olgularının sıklık ve özelliklerini saptamak ve bu şehir için ciddi bir sağlık sorunu olarak boyutlarını göstermektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2008 ile Aralık 2015 tarihleri arasında ilimiz Dispanserlerinde takip ve tedavi edilen tüberküloz olguları geriye dönük olarak değerlendirildi. Veriler SPSS programına yüklenerek incelendi. Bulgular: 915 olgunun 637‘si (% 70) erkekti. Yaş ortalaması (9-88 arasında) 48 ± 18 idi. 800 olgu (%88) yeni olgu idi. 62 vaka nüks, 5 olgu tedavi başarısızlığından dönen, 32 olgu dispansere nakil gelen, 2 olgu ise kronik tüberküloz idi. 664 akciğer tüberkülozu olgusunun 598 ‘inde (% 90) yayma sonucu kayıtlıydı. Olguların % 65'i yayma-pozitif idi. Yayma-negatif olan 152 olgunun 57 ‘sinde (%35) kültür sonucu kayıtlıydı. Bu 57 olgunun 48'inde (% 84) kültür pozitifti. Tanı 224 akciğer dışı tüberküloz olgusunun 82 ‘sinde (% 37) histopatolojik yöntemlerle konuldu. Tüberküloz başvuruları Aralık ve Ekim aylarında en düşük, Haziran ve Temmuz aylarında ise en yüksekti. Tedavi sonuçları % 91 kür veya tedaviyi tamamlama, % 1.3 tedaviyi terk, % 0.1 tedavi başarısızlığı, % 4.1 ölüm ve % 3.4 nakil giden şeklindeydi. Sonuç: Tüberküloz başvurularının mevsimsel özellik sergilediğini, yaz aylarında zirve yaptığını bulduk. Tüberküloz şüphesi olan tüm olgularda kültür ihmal edilmemelidir.

3. 
GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANLARINA DÜZENLİ KONTROLE GİTMEYEN KOAH HASTALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
ASSESSMENT OF COPD PATIENTS WITH UNREGULAR VISITS TO PULMONOLOGISTS
Muzaffer Onur TURAN, Pakize Ayşe TURAN, Arzu MİRİCİ
Sayfalar 149 - 155
AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), komplike bir hastalık olup hastalarda risk faktörlerine maruziyet, mevcut hastalık durumu, semptomlar, tedavi etkinliğininin düzenli olarak değerlendirilmesi ve bu izleme dayalı olarak tedavinin düzenlenmesi gerekmektedir. Göğüs hastalıkları polikliniğine ilaç yazdırmaya gelen veya rapor için başvuran, düzenli poliklinik kontrollerine gelmeyen KOAH hastalarında mevcut hastalık durumu ve tedavinin değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM-GEREÇ: Çalışmaya, Ocak-Haziran 2015 tarihleri arasında Gelibolu Devlet Hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine, sadece ilaç yazdırmak için başvuran ve son 1 yıl içerisinde göğüs hastalıkları doktorları tarafından değerlendirilmemiş hastalar (çalışma grubu) ve kontrol amaçlı düzenli gelen hastalar (karşılaştırma grubu) dahil edildi. Hastalara solunum fonksiyon testi (SFT) ve inhaler cihaz kullanım becerisini değerlendiren bir test uygulandı. BULGULAR: Çalışma grubunda 70, karşılaştırma grubunda 60 olmak üzere toplam 130 KOAH hastası çalışmaya alındı. Çalışma grubu hastalarının %40'ı sigara içmeye devam etmekteydi. Bu hastalara SFT en son 1.67±0.98 yıl önce yapılmışken, doktor tarafından KOAH ilaç eğitimi de son olarak 1.44±0.89 yıl önce verilmişti. Çalışma grubundaki hastalara son KOAH ilaç eğitimi ve SFT uygulanmasından sonra geçen süre, karşılaştırma grubu hastalarına göre anlamlı olarak daha uzundu (p<0.001). İki grubun hastaları arasında, kullandıkları ilaçların KOAH'da birleşik değerlendirme sınıflamasına uygunluğu açısından da anlamlı fark tespit edildi (p=0.002). Çalışma grubu hastalarının inhaler cihaz beceri puanları da istatistiki açıdan anlamlı olacak şekilde daha düşüktü (p=0.035). SONUÇ: KOAH hastalarının izlemi konusunda standart bir yaklaşım olmasa da, solunum fonksiyon testi, kullandığı ilaçların uygunluğu ve inhaler tedavi uyumu gibi parametreler düzenli aralıklarla değerlendirilmelidir. Bu yüzden, herhangi bir sebeple göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda bu değerlendirmelerin en son ne zaman yapıldığının sorgulanması ve hastanın bütünüyle irdelenmesi önemlidir.

4. 
VENA KAVA SÜPERİOR SENDROMLU OLGULARDA ENDOBRONŞİAL ULTRASONOGRAFİNİN TANIDAKİ ROLÜ
TEHE ROLE OF ENDOBRONCHIAL ULTRASOUND IN THE PATHOLOGICAL DIAGNOSIS OF SUPERIOR VENA CAVA SYNDROME CASES
Coşkun DOĞAN, Benan ÇAĞLAYAN, Sevda ŞENER CÖMERT, Banu SALEPÇİ, Önder ÇETİN, Dilek ECE
Sayfalar 157 - 165
Amaç: Vena cava superior sendromu (VCSS), baş boyun ve üst ekstremitelerde ödem ve konjesyonla karakterize bir sendromdur. Minimal invazif bir tanı yöntemi olan endobronşial ultrasonografi (EBUS) konvansiyonel yöntemlerle tanı konulamayan olgularda tanı amaçlı olarak da kullanılabilmektedir. Çalışmamızda VCSS bulguları ile başvuran EBUS ile tanı koyduğumuz olgularımızdaki deneyimimizi paylaşmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2011- Ağustos 2015 tarihleri arasında kliniğimize VCSS bulguları ile başvuran ve tanı için EBUS uygulanan olguların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya 12(%85.7)'si erkek, 2(%14.3)'si kadın yaş ortalamaları 62.6±8.9 yıl olan toplam 14 olgu dahil edildi. En sık başvuru şikayeti nefes darlığı (%72.7) idi. Olguların ortalama lezyon boyutu 47.4±16.8 mm bulundu. Onbir (%78.6) olguda EBUS ile kitleden transbronşial iğne aspirasyon biopsisi (TBİA) yapılırken, bir olguda 11L lenf bezinden, bir olguda 2R lenf bezinden, bir olguda ise prekarinal alandan TBİA yapılmıştı. Olgu başına düşen aspirasyon sayısı 3±0.6 olarak hesaplandı. EBUS rehberliğinde yapılan TBİA işlemi 12(%85.7) olguda tanısal olurken, tanı konulamayan 2(%14.3) olgudan birine mediastinoskopi diğerine de bilgisayarlı tomografi rehberliğinde İAB ile hücre tanısı konuldu. Bu iki olgunun da final tanıları skuamöz hücreli karsinomdu. EBUS rehberliğinde yapılan TBİA ile 5 olgu skuamöz hücreli karsinom, 5 olgu küçük hücreli dışı akciğer kanseri, 1 olgu küçük hücreli akciğer kanseri ve 1 olgu da nekrozlaşmayan granülomatöz iltihap tanıları aldı. Sonuç: Endobronşial lezyonu olmayan VCSS olgularında EBUS-TBNA güvenli ve tanı değeri yüksek bir yöntemdir. Bu yöntem diğer tanısal araçlar net patolojik tanı elde edilemiyor ise rutin kullanılabilir.

5. 
GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİMİZDE İZLENEN 85 YAŞ VE ÜZERİ GERİATRİK HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
THE EVALUATION OF GERIATRIC PATIENTS AGED 85 AND OVER IN OUR PULMONARY DEPARTMENT
Mehmet Erdem ÇAKMAK
Sayfalar 167 - 172
Amaç: Ülkemizde yaşlı nüfusun artmasıyla geriatrik hastaların tanı tedavi ve takiplerinde göğüs hastalıkları uzmanları etkin rol oynamaktadır. Bu çalışmada göğüs hastalıkları servisimizde takip edilen 85 yaş üstü hastaların değerlendirilmesini amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2015- Aralık 2015 tarihleri arasında Nevşehir Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisinde izlenen 85 yaş ve üzeri hastalar retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler IBM SPSS Statistics 22 programı kullanılarak yapıldı. Sayısal veriler için tanımlayıcı istatistikler (ortalama ± standart sapma) kullanıldı. Kategorik değişkenler için frekans dağılımları verildi. İki kategorik değişken arasındaki ilişki değerlendirilirken ki kare testi kullanıldı. Bulgular: Çalışmamızda değerlendirilen 91 geriatrik hastanın 43 (%47,3)'ü erkek, 48 (%52,7)'i kadındı. Hastaların yaş ortalaması 87,42 ± 2,130, ortalama yatış süreleri 8,3 ± 3.782 gündü. Hastaların en sık yatış tanısının 56 hasta (%61,5) ile pnömoni olduğu gözlendi. En sık görülen ek hastalıkların sırasıyla 63 hastada hipertansiyon (%69,2), 38 hastada kalp yetmezliği (%41,8), 31 hastada diabetes mellitus (%34,1), 21 hastada demans (%23,1) olduğu gözlendi. Mortalite oranı %17.6 saptandı. Hastaneye yatış tanısı ile mortalite arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı. 3 ve daha fazla ek hastalığı olan hastalarda mortalite daha yüksek saptandı (p=0,002). Sonuç: Geriatrik hastaların tanı tedavi ve takiplerinde göğüs hastalıkları uzmanlarının etkin rol oynadığını düşünmekteyiz.

6. 
BİLATERAL VİDEOTORAKOSKOPİK CERRAHİ İLE REZEKE EDİLEN BRONŞEKTAZİ OLGUSU
BRONCHIECTASIS CASE ABOUT RESECTION WITH SURGICAL BILATERAL VIDEOTHORACOSCOPIC
Ümit AYDOĞMUS, Erhan UĞURLU, Figen TÜRK, Gökhan YÜNCÜ
Sayfalar 173 - 176
Bronşların anormal ve kalıcı genişlemesi olan bronşektazi de tedavi hastalığın yaygınlığına, etiyolojisine ve anormalliğin tipine göre değişmektedir. Burada bilateral ardışık videotorakoskopik cerrahi (VYGC) uygulanan bir bronşektazi olgusu sunulmuştur. Toraks tomografisinde: “Sağ akciğer orta lob medial segmentte ve sol akciğer lingular segmentte tübüler ve variköz bronşektaziler, sol alt lob mediobazal, posterobazal ve laterobazal segment bronşlarında variköz ve tübüler bronşektazik alanlar izlendi”. Üç port insizyonla sağ orta lobektomi yapıldı. Yirmi yedinci günde sol VYGC yapıldı. Üç port insizyonla önce sol lingulektomi tamamlandı, sonrasında alt superior segment korunarak alt lob common bazal segmentektomi uygulandı. VYGC, bilateral cerrahi girişim arasındaki süreyi kısaltması, postoperatif derlenmenin çabuk olması, kronik ağrı probleminin daha az olması nedeniyle, uygun hastalarda tercih edilebilir.

7. 
PRİMER PULMONER LENFOMA; NADİR BİR OLGU
PRIMARY PULMONARY LYMPHOMA; A RARE CASE
Tevrat ÖZALP, Mustafa KÜPELİ, Serdar BADEM, Fatma Zeynep ÖZEN
Sayfalar 177 - 181
Akciğeri etkileyen lenfoproliferatif hastalıklar geniş bir klinik ve patolojik spektrumda ortaya çıkmaktadır. Malign lenfomalar genellikle primer lenf nodu kökenli olarak görülmesine rağmen, ekstranodal lokalizasyonda da görülebilir. Primer olarak akciğerden başlayan lenfomalar nadirdir. On aylık inatçı öksürük, balgamı olan 53 yaşındaki kadın hasta, nefes darlığı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Kllinik ve radyolojik değerlendirmelerde kistik akciğer hastalığı olarak düşünüldü. Torakotomi yapıldı. Kistik lezyon orta lobda görüldü. Lezyon frozen inceleme için gönderildi. Frozen inceleme malignite kuşkulu olarak rapor edildi. Frozen incelemesi malignite kuşkulu olarak rapor edildiği için orta lobektomi yapıldı. Histopatolojik incelemede lenfoma tanısı rapor edildi. Klinik, radyolojik ve histopatolojik tanı Primer pulmoner lenfoma (PPL) 'da zordur. Tedavi öncelikle cerrahidir. Çalışmamızda, benign kistik akciğer hastalığı ile karışabilen ve nadir görülen PPL'nın tanı ve tedavisindeki zorlukları vurgulamak istedik.

8. 
AKTİF KÖMÜR ASPİRASYONU İLE İLİŞKİLİ PNÖMOMEDİASTİNUM
PNEUMOMEDIASTINUM ASSOCIATED WITH ASPIRATION OF ACTIVATED CHARCOAL
Atilla DURKAN, Muharrem ÇAKMAK, Bülent ÖZTÜRK, Mehmet Nail KANDEMİR, Fatma Didem BİREL
Sayfalar 183 - 186
Pnömomediastinum spontan ve travmatik pnömomediastinum olarak iki gruba ayrılır. Spontan pnömomediastinum çok nadir olarak görülür. Travmatik pnömomediastinum ise cerrahi müdahaleler, iatrojenik yaralanmalar, organ perforasyonları ve travma gibi nedenler ile oluşur. Aktif kömürün trakeobronşial sisteme aspirasyonu sonucunda aspirasyon pnömonisi, barotravma, plevral ampiyem, ARDS gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. Pnömomediastinum ise son derece nadirdir. En sık görülen semptomlar, göğüs ağrısı, nefes darlığı, cilt altı amfizem, ses kısıklığı ve yutma zorluğudur. Tanı genelde posteroanterior akciğer grafisi ve lateral grafi ile konur. Tedavide ana yaklaşım istirahat, oksijen tedavisi ve analjezidir. Çalışmamızda suisid girişim sonrasında hastaya verilen aktif kömürün aspirasyonu sonrasında gelişen nadir pnömomediastinum olgusunu paylaşmayı amaçladık.

9. 
MİYELODİSPLASTİK SENDROMDA TALİDOMİD KULLANIMINA BAĞLI VENÖZ TROMBOEMBOLİZM: OLGU SUNUMU
VENOUS THROMBOEMBOLISM DUE TO THE USE OF THALIDOMIDE IN MYELODYSPLASTIC SYNDROME: CASE REPORT
Şule TAŞ GÜLEN, İrfan YAVAŞOĞLU
Sayfalar 187 - 190
Talidomid Multipl Miyelom ve düşük risk miyelodisplastik sendrom tedavisinde kullanılan immünmodülatör bir ajan olup, Venöz Tromboemboli riskini arttırmaktadır. Olgumuz 77 yaşında kadın hasta olup, 2 yıldır düşük risk Miyelodisplastik Sendrom tanısı ile Talidomid kullanmaktaydı. Ani başlayan dispne ve göğüs ağrısı sonrası çekilen Toraks Bilgisayarlı Tomografide sağ ana pulmoner arter ile sol üst ve alt lob arter dallarında trombüs, alt ekstremite venöz doppler ultrasonogrofide ise bilateral akutsubakut derin ven trombüs saptandı. B-tip Natriüretik peptid (BNP), Troponin normal olup, ekokardiyografide sağ ventrikül disfonksiyonunu gösteren patoloji saptanmadı. Düşük mortalite riskli Pulmoner Tromboemboli kabul edilen hastaya enoksaparin ve oral warfarin tedavisi verilerek taburcu edildi. Talidomid tedavisi kesildi. Bu yazıda Talidomid kullanımına bağlı gelişen ve nadir görülen Venöz Tromboembolizm vakası sunulmuştur.

LookUs & Online Makale