ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 30 (3)
Cilt: 30  Sayı: 3 - 2016
ORIGINAL ARTICLE
1.
OBSTRÜKTİF UYKU APNE ŞİDDETİ İLE DERİVED PLATELET-LENFOSİT RATİO ARASINDAKİ İLİŞKİ
RELATIONSHIP BETWEEN DERIVED PLATELET-LYMPHOCYTE RATIO AND SEVERITY OF OBSTRUCTIVE SLEEP APNEA
Özlem ABAKAY, Abdurrahman ABAKAY, Süreyya YILMAZ, Yılmaz PALANCI, Abdullah Çetin TANRIKULU
Sayfalar 137 - 141
Amaç: Bu çalışmada Platelet-lenfosit ratio (PLR) formülünden revize edilerek hesapladığımız derived PLR'nin (dPLR)ile Obstrüktif Uyku Apne (OUA) şiddetini yansıtmadaki olası rolünü araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya yeni teşhis almış 104 OUA hastası ve 65 sağlıklı kontrol olgusu alındı. Demografik veriler çalışma formuna kaydedildi. Tüm hastalara tüm gece polisomnografi işlemi uygulandı. Hastaların tam kan sonuçları kaydedildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması OUA grubunda 52,4±12,2 yıl idi. OUA grubunda hastaların %65'i erkek, %35'ü kadın idi. Hasta ve kontrol grupları arasında yaş, cinsiyet ve sigara içimi açısından anlamlı fark yoktu (p>0,05). OUA grubunda ortalama apne-hipopne indeksi 32,5 adet/saat idi. OUA grubunda ortalama dPLR değeri 83,1±33,9 iken kontrol grubunda 70,0±25,1 olarak saptandı ve aradaki fark anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.008). Hafif, orta ve ağır OUA grupları arasında dPLR değerleri sırasıyla 71,6, 86,2 ve 89,9 olarak saptandı ve aradaki fark anlamlıydı (p<0,05). Sonuç: dPLR tam kan ölçümüyle kolayca elde edilebilen, herkesin ulaşabileceği bir hemogram parametresidir. dPLR oranının OUA hastalığının şiddetini yansıtmada potansiyel bir rol oynayabileceği düşünüldü.
Aim: In this study we aimed to investigate relationship derived Platelet - lymphocyte ratio (dPLR) revised from PLR formula and its possible role in reflecting the severity of OSA. Material and Methods: This study enrolled 104 newly diagnosed OSA patients and 65 healthy control subjects. Demographic data was recorded in the study form. All patients underwent overnight polysomnography process. Complete blood test results were recorded. Results: The average age of the patients was 52.4 ± 12.2 years in the OSA group.In the OSA group 65% of patients were male and 35% female. Between the patient and control groups in age, gender and smoking had no significant difference (p> 0.05). Average apnea- hypopnea index was 32.5 units/hour in the OSA group. While average dPLR values in the OSA group was 83.1 ± 33.9, in the control group found to be 70.0 ± 25.1 and the difference was significant (p=0.008). Between mild, moderate and severe OSA groups dPLR values were found to be 71.6, 86.2 and 89.9 respectively and the difference was statistically significant (p <0.05). Conclusion: dPLR is a complete blood count parameter which can be easily obtained with whole blood measurement. We thought that dPLR may a potential role in reflecting the severity of OSA.

2.
İLİMİZ DİSPANSERLERİNDE TAKİP EDİLEN TÜBERKÜLOZ OLGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF TUBERCULOSIS CASES FOLLOWED IN DISPENSARIES OF OUR CITY
Tanseli GÖNLÜGÜR, Gülin BAŞOL, Uğur GÖNLÜGÜR, Burhan KÜTÜK
Sayfalar 143 - 148
Amaç: Bu çalışmanın amacı bölgemizdeki tüberküloz olgularının sıklık ve özelliklerini saptamak ve bu şehir için ciddi bir sağlık sorunu olarak boyutlarını göstermektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2008 ile Aralık 2015 tarihleri arasında ilimiz Dispanserlerinde takip ve tedavi edilen tüberküloz olguları geriye dönük olarak değerlendirildi. Veriler SPSS programına yüklenerek incelendi. Bulgular: 915 olgunun 637‘si (% 70) erkekti. Yaş ortalaması (9-88 arasında) 48 ± 18 idi. 800 olgu (%88) yeni olgu idi. 62 vaka nüks, 5 olgu tedavi başarısızlığından dönen, 32 olgu dispansere nakil gelen, 2 olgu ise kronik tüberküloz idi. 664 akciğer tüberkülozu olgusunun 598 ‘inde (% 90) yayma sonucu kayıtlıydı. Olguların % 65'i yayma-pozitif idi. Yayma-negatif olan 152 olgunun 57 ‘sinde (%35) kültür sonucu kayıtlıydı. Bu 57 olgunun 48'inde (% 84) kültür pozitifti. Tanı 224 akciğer dışı tüberküloz olgusunun 82 ‘sinde (% 37) histopatolojik yöntemlerle konuldu. Tüberküloz başvuruları Aralık ve Ekim aylarında en düşük, Haziran ve Temmuz aylarında ise en yüksekti. Tedavi sonuçları % 91 kür veya tedaviyi tamamlama, % 1.3 tedaviyi terk, % 0.1 tedavi başarısızlığı, % 4.1 ölüm ve % 3.4 nakil giden şeklindeydi. Sonuç: Tüberküloz başvurularının mevsimsel özellik sergilediğini, yaz aylarında zirve yaptığını bulduk. Tüberküloz şüphesi olan tüm olgularda kültür ihmal edilmemelidir.
Aim: The aim of this study was to evaluate the frequency and characteristics of tuberculosis cases in our region and to illustrate its extent as a serious health problem for this city. Material and Methods: Patients with tuberculosis who were followed and treated in Dispensaries of our city were evaluated retrospectively between January 2008 and December 2015. Data were analysed using SPSS program. Results: Out of 915 patients, 637 (70%) were men. The mean age was 48 ± 18 (range 9-88). 800 patients (88%) were new cases but 62 had relapse, 5 retreated after treatment failure, 32 transferred in the dispansary, and 2 of them chronic tuberculosis. The sputum smear results were noted in 598 of 664 patients (90%). Sixty-five per cent of the patients were smear-positive. Fifty-seven (35%) out of 152 patients who had smear-negativity had performed culture test. Forty-eight of 57 patients (84%) were culture-positive. The diagnosis was made by histopathologic methods in 82 patients (37%) of 224 patients with extrapulmonary tuberculosis. Tuberculosis notifications were lowest in October and December but highest in June and July. Treatment outcomes were cured or completed (91%), defaulted (1.3%), failed (0.1%), died (4.1%), transferred out (3.4%). Conclusion: We found that tuberculosis notifications were seasonal, with peaks occurring annually during the summer. Culture should not be neglected in all suspected cases of tuberculosis.

3.
GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANLARINA DÜZENLİ KONTROLE GİTMEYEN KOAH HASTALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
ASSESSMENT OF COPD PATIENTS WITH UNREGULAR VISITS TO PULMONOLOGISTS
Muzaffer Onur TURAN, Pakize Ayşe TURAN, Arzu MİRİCİ
Sayfalar 149 - 155
AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), komplike bir hastalık olup hastalarda risk faktörlerine maruziyet, mevcut hastalık durumu, semptomlar, tedavi etkinliğininin düzenli olarak değerlendirilmesi ve bu izleme dayalı olarak tedavinin düzenlenmesi gerekmektedir. Göğüs hastalıkları polikliniğine ilaç yazdırmaya gelen veya rapor için başvuran, düzenli poliklinik kontrollerine gelmeyen KOAH hastalarında mevcut hastalık durumu ve tedavinin değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM-GEREÇ: Çalışmaya, Ocak-Haziran 2015 tarihleri arasında Gelibolu Devlet Hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine, sadece ilaç yazdırmak için başvuran ve son 1 yıl içerisinde göğüs hastalıkları doktorları tarafından değerlendirilmemiş hastalar (çalışma grubu) ve kontrol amaçlı düzenli gelen hastalar (karşılaştırma grubu) dahil edildi. Hastalara solunum fonksiyon testi (SFT) ve inhaler cihaz kullanım becerisini değerlendiren bir test uygulandı. BULGULAR: Çalışma grubunda 70, karşılaştırma grubunda 60 olmak üzere toplam 130 KOAH hastası çalışmaya alındı. Çalışma grubu hastalarının %40'ı sigara içmeye devam etmekteydi. Bu hastalara SFT en son 1.67±0.98 yıl önce yapılmışken, doktor tarafından KOAH ilaç eğitimi de son olarak 1.44±0.89 yıl önce verilmişti. Çalışma grubundaki hastalara son KOAH ilaç eğitimi ve SFT uygulanmasından sonra geçen süre, karşılaştırma grubu hastalarına göre anlamlı olarak daha uzundu (p<0.001). İki grubun hastaları arasında, kullandıkları ilaçların KOAH'da birleşik değerlendirme sınıflamasına uygunluğu açısından da anlamlı fark tespit edildi (p=0.002). Çalışma grubu hastalarının inhaler cihaz beceri puanları da istatistiki açıdan anlamlı olacak şekilde daha düşüktü (p=0.035). SONUÇ: KOAH hastalarının izlemi konusunda standart bir yaklaşım olmasa da, solunum fonksiyon testi, kullandığı ilaçların uygunluğu ve inhaler tedavi uyumu gibi parametreler düzenli aralıklarla değerlendirilmelidir. Bu yüzden, herhangi bir sebeple göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda bu değerlendirmelerin en son ne zaman yapıldığının sorgulanması ve hastanın bütünüyle irdelenmesi önemlidir.
AIM: COPD is a complicated disease in which risk factors, symptoms, efficiency of treatment should be assessed regularly; therapy should be revised according to the status of the disease. We aimed to evaluate the status of COPD patients without regular visits to pulmonologists. MATERIAL AND METHODS: COPD outpatients who applied Gelibolu State Hospital pulmonology polyclinic for repeating prescriptions or extending the committee report of COPD (research group) and for their regular controls (control group) were included in the study between January-June 2015. All patients underwent standard spirometry. Treatment adherence of the patients was evaluated by a scoring system created by the performance of bronchodilator usage. RESULTS: 130 One-hundred and thirty COPD patients (70 in research, 60 in control group) were included in the study. 40%Forty percentage of research group patients were still smoking. The previous spirometry had been performed 1.67±0.98 year ago when the last inhaler device education had been given by a doctor 1.44±0.89 year ago. The period after the last device education and the spirometry was statistically longer in research group (both p<0.001). There was a significant difference about the appropriateness to the combined assessment between two groups (p=0.002). The average score for inhaler device tecnique was higher in control group (p=0.035). CONCLUSION: Although there is not a standard approach about the follow-up of COPD patients, lung capacity, treatment adherence to guidelines and patient adherence to COPD therapies have to be evaluated regularly. It is important to examine these parameters about COPD at the time of patient visits.

4.
VENA KAVA SÜPERİOR SENDROMLU OLGULARDA ENDOBRONŞİAL ULTRASONOGRAFİNİN TANIDAKİ ROLÜ
TEHE ROLE OF ENDOBRONCHIAL ULTRASOUND IN THE PATHOLOGICAL DIAGNOSIS OF SUPERIOR VENA CAVA SYNDROME CASES
Coşkun DOĞAN, Benan ÇAĞLAYAN, Sevda ŞENER CÖMERT, Banu SALEPÇİ, Önder ÇETİN, Dilek ECE
Sayfalar 157 - 165
Amaç: Vena cava superior sendromu (VCSS), baş boyun ve üst ekstremitelerde ödem ve konjesyonla karakterize bir sendromdur. Minimal invazif bir tanı yöntemi olan endobronşial ultrasonografi (EBUS) konvansiyonel yöntemlerle tanı konulamayan olgularda tanı amaçlı olarak da kullanılabilmektedir. Çalışmamızda VCSS bulguları ile başvuran EBUS ile tanı koyduğumuz olgularımızdaki deneyimimizi paylaşmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2011- Ağustos 2015 tarihleri arasında kliniğimize VCSS bulguları ile başvuran ve tanı için EBUS uygulanan olguların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya 12(%85.7)'si erkek, 2(%14.3)'si kadın yaş ortalamaları 62.6±8.9 yıl olan toplam 14 olgu dahil edildi. En sık başvuru şikayeti nefes darlığı (%72.7) idi. Olguların ortalama lezyon boyutu 47.4±16.8 mm bulundu. Onbir (%78.6) olguda EBUS ile kitleden transbronşial iğne aspirasyon biopsisi (TBİA) yapılırken, bir olguda 11L lenf bezinden, bir olguda 2R lenf bezinden, bir olguda ise prekarinal alandan TBİA yapılmıştı. Olgu başına düşen aspirasyon sayısı 3±0.6 olarak hesaplandı. EBUS rehberliğinde yapılan TBİA işlemi 12(%85.7) olguda tanısal olurken, tanı konulamayan 2(%14.3) olgudan birine mediastinoskopi diğerine de bilgisayarlı tomografi rehberliğinde İAB ile hücre tanısı konuldu. Bu iki olgunun da final tanıları skuamöz hücreli karsinomdu. EBUS rehberliğinde yapılan TBİA ile 5 olgu skuamöz hücreli karsinom, 5 olgu küçük hücreli dışı akciğer kanseri, 1 olgu küçük hücreli akciğer kanseri ve 1 olgu da nekrozlaşmayan granülomatöz iltihap tanıları aldı. Sonuç: Endobronşial lezyonu olmayan VCSS olgularında EBUS-TBNA güvenli ve tanı değeri yüksek bir yöntemdir. Bu yöntem diğer tanısal araçlar net patolojik tanı elde edilemiyor ise rutin kullanılabilir.
Aim: Vena cava superior syndrome (VCSS) is characterized by edema and congestion at head, neck and upper extremities. Endobronchial ultrasound guided transbronchial needle aspiration (EBUS-TBNA) which is a minimally invasive diagnostic method, can be used for diagnostic purposes in VCSS cases who could not diagnosed by conventional methods. The aim of study was to report our experience in patients admitted with the signs and symptoms of VCSS and diagnosed by EBUS-TBNA. Material and Methods: The files of VCSS cases, pathologically diagnosed with EBUS-TBNA between 2011 January-August 2015, were retrospectively examined. Results: Fourteen cases, 12 (85.7%) were male, 2 (14.3%) of women with a mean age 62.6±8.9 years were included in the study. The most common complaint was shortness of breath (72.7%). The average lesion size was 47.4±16.8 mm. EBUS-TBNA was performed from the mass lesion at 11(78.6%) of cases while it was performed from 11L lymph node in one case, from 2R in one case and from precarinal area in one case The number of aspiration per case was calculated as 3 ± 0.6 times. EBUS-TBNA was diagnostic in the 12(85.7%) of the cases whereas additional diagnostic methods were used for the pathological diagnosis of 2 (14.3%) cases (mediastinoscopy in one case and CT guided transthoracic needle aspiration in the other one). Conclusion: EBUS-TBNA is a safe method with high diagnostic value in patients of VCSS without endobronchial lesion. This method can be used routinely if pathological diagnosis can not be obtained with other diagnostic methods.

5.
GÖĞÜS HASTALIKLARI SERVİSİMİZDE İZLENEN 85 YAŞ VE ÜZERİ GERİATRİK HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
THE EVALUATION OF GERIATRIC PATIENTS AGED 85 AND OVER IN OUR PULMONARY DEPARTMENT
Mehmet Erdem ÇAKMAK
Sayfalar 167 - 172
Amaç: Ülkemizde yaşlı nüfusun artmasıyla geriatrik hastaların tanı tedavi ve takiplerinde göğüs hastalıkları uzmanları etkin rol oynamaktadır. Bu çalışmada göğüs hastalıkları servisimizde takip edilen 85 yaş üstü hastaların değerlendirilmesini amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2015- Aralık 2015 tarihleri arasında Nevşehir Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisinde izlenen 85 yaş ve üzeri hastalar retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizler IBM SPSS Statistics 22 programı kullanılarak yapıldı. Sayısal veriler için tanımlayıcı istatistikler (ortalama ± standart sapma) kullanıldı. Kategorik değişkenler için frekans dağılımları verildi. İki kategorik değişken arasındaki ilişki değerlendirilirken ki kare testi kullanıldı. Bulgular: Çalışmamızda değerlendirilen 91 geriatrik hastanın 43 (%47,3)'ü erkek, 48 (%52,7)'i kadındı. Hastaların yaş ortalaması 87,42 ± 2,130, ortalama yatış süreleri 8,3 ± 3.782 gündü. Hastaların en sık yatış tanısının 56 hasta (%61,5) ile pnömoni olduğu gözlendi. En sık görülen ek hastalıkların sırasıyla 63 hastada hipertansiyon (%69,2), 38 hastada kalp yetmezliği (%41,8), 31 hastada diabetes mellitus (%34,1), 21 hastada demans (%23,1) olduğu gözlendi. Mortalite oranı %17.6 saptandı. Hastaneye yatış tanısı ile mortalite arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı. 3 ve daha fazla ek hastalığı olan hastalarda mortalite daha yüksek saptandı (p=0,002). Sonuç: Geriatrik hastaların tanı tedavi ve takiplerinde göğüs hastalıkları uzmanlarının etkin rol oynadığını düşünmekteyiz.
Aim: Chest diseases specialists play an active role in diagnosis and treatment of geriatric patients with the increase of the elderly population in our country. In this study, we aimed to evaluate patients over 85 years of age who were followed up in our chest diseases department. Material and Methods: Patients over 85 years old who were hospitalized at the Nevşehir State Hospital Chest Diseases Service between January 2015 and December 2015 were retrospectively examined. Statistical analyzes were performed using the IBM SPSS Statistics 22 program. Descriptive statistics (mean ± SD) were used for numerical data. Frequency distributions for categorical variables were given. Chi square test was used when the relationship between two categorical variables was evaluated. Results: 91 geriatric patients evaluated in our study, 43 (47.3%) were male and 48 (52.7%) were female. The mean age of the patients was 87,42 ± 2,130 and mean hospital stay was 8,3 ± 3,782 days. The most frequent admission diagnosis was pneumonia in 56 patients (61.5%). The most common additional diseases were hypertension (69,2%) in 63 patients, heart failure (41,8%) in 38 patients, diabetes mellitus (34,1%) in 31 patients and dementia (23,1%) in 21 patients. The mortality rate was 17.6%. There was no statistically significant relation between hospitalization and mortality. Patients with 3 or more comorbidities had higher mortality (p = 0.002). Conclusion: We think that chest diseases specialists play an active role in geriatric patients diagnosis and treatment and follow-up.

6.
BİLATERAL VİDEOTORAKOSKOPİK CERRAHİ İLE REZEKE EDİLEN BRONŞEKTAZİ OLGUSU
BRONCHIECTASIS CASE ABOUT RESECTION WITH SURGICAL BILATERAL VIDEOTHORACOSCOPIC
Ümit AYDOĞMUS, Erhan UĞURLU, Figen TÜRK, Gökhan YÜNCÜ
Sayfalar 173 - 176
Bronşların anormal ve kalıcı genişlemesi olan bronşektazi de tedavi hastalığın yaygınlığına, etiyolojisine ve anormalliğin tipine göre değişmektedir. Burada bilateral ardışık videotorakoskopik cerrahi (VYGC) uygulanan bir bronşektazi olgusu sunulmuştur. Toraks tomografisinde: “Sağ akciğer orta lob medial segmentte ve sol akciğer lingular segmentte tübüler ve variköz bronşektaziler, sol alt lob mediobazal, posterobazal ve laterobazal segment bronşlarında variköz ve tübüler bronşektazik alanlar izlendi”. Üç port insizyonla sağ orta lobektomi yapıldı. Yirmi yedinci günde sol VYGC yapıldı. Üç port insizyonla önce sol lingulektomi tamamlandı, sonrasında alt superior segment korunarak alt lob common bazal segmentektomi uygulandı. VYGC, bilateral cerrahi girişim arasındaki süreyi kısaltması, postoperatif derlenmenin çabuk olması, kronik ağrı probleminin daha az olması nedeniyle, uygun hastalarda tercih edilebilir.
Treatment of abnormal and permanent expansion of bronchia in the case of bronchiectasis varies according to the prevalence and etiology of the disease, and type of abnormality. In this study, case of bronchiectasis with videothoracoscopic consecutive bilateral surgery is performed. In the thoracic computerized tomography, tubular and varicose bronchiectasis were observed in the medial segment of the middle lobe of the right lung and lingular segment of the left lung, and also varicose and tubular bronchiectatic areas were found in the mediobazal, posterobasal and laterobasal segment bronchus of the left inferior lobe. Right middle lobectomy was performed by three port incision. On day 27, left videothoracoscopic consecutive bilateral surgery was performed. Left lingulectomy was completed with three port incision, and then it has been performed lower lobe common basal segmentectomy while maintaining lower superior segment. For appropriate patients, VYGC can be preferable, because of shorter time of bilateral surgery, rapid postoperative recovery, and less chronic pain problems.

7.
PRİMER PULMONER LENFOMA; NADİR BİR OLGU
PRIMARY PULMONARY LYMPHOMA; A RARE CASE
Tevrat ÖZALP, Mustafa KÜPELİ, Serdar BADEM, Fatma Zeynep ÖZEN
Sayfalar 177 - 181
Akciğeri etkileyen lenfoproliferatif hastalıklar geniş bir klinik ve patolojik spektrumda ortaya çıkmaktadır. Malign lenfomalar genellikle primer lenf nodu kökenli olarak görülmesine rağmen, ekstranodal lokalizasyonda da görülebilir. Primer olarak akciğerden başlayan lenfomalar nadirdir. On aylık inatçı öksürük, balgamı olan 53 yaşındaki kadın hasta, nefes darlığı şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Kllinik ve radyolojik değerlendirmelerde kistik akciğer hastalığı olarak düşünüldü. Torakotomi yapıldı. Kistik lezyon orta lobda görüldü. Lezyon frozen inceleme için gönderildi. Frozen inceleme malignite kuşkulu olarak rapor edildi. Frozen incelemesi malignite kuşkulu olarak rapor edildiği için orta lobektomi yapıldı. Histopatolojik incelemede lenfoma tanısı rapor edildi. Klinik, radyolojik ve histopatolojik tanı Primer pulmoner lenfoma (PPL) 'da zordur. Tedavi öncelikle cerrahidir. Çalışmamızda, benign kistik akciğer hastalığı ile karışabilen ve nadir görülen PPL'nın tanı ve tedavisindeki zorlukları vurgulamak istedik.
Lymphoproliferative diseases that affect the lung emerges in a broad clinical and pathologic spectrum. Although malignant lymphomas are usually seen primarily nodal origin, they can be seen in the extranodal localization. Lymphomas, starting in lungs primarily, are rare. Fifty three year-old female patient with ten-month persistent cough, sputum, complaints of shortness of breath was admitted to the clinic. Cystic lung diseases were thought in clinical and radiographic evaluations. Thoracotomy was performed. A cystic lesion was seen in the middle lobe. The lesion was sent for frozen section examination. Middle lobectomy was performed since frozen section examination was reported as malignancy for suspected material. Histopathological examination revealed the diagnoses of lymphoma. Clinical, radiological and histopathological diagnosis are difficult in Primary pulmonary lymphoma (PPL). Treatment is primarily surgical. In our study, it is highlighted that PPL is seen rarely and is similar to benign cystic lung disease and difficulties in diagnosis and treatment of PPL.

8.
AKTİF KÖMÜR ASPİRASYONU İLE İLİŞKİLİ PNÖMOMEDİASTİNUM
PNEUMOMEDIASTINUM ASSOCIATED WITH ASPIRATION OF ACTIVATED CHARCOAL
Atilla DURKAN, Muharrem ÇAKMAK, Bülent ÖZTÜRK, Mehmet Nail KANDEMİR, Fatma Didem BİREL
Sayfalar 183 - 186
Pnömomediastinum spontan ve travmatik pnömomediastinum olarak iki gruba ayrılır. Spontan pnömomediastinum çok nadir olarak görülür. Travmatik pnömomediastinum ise cerrahi müdahaleler, iatrojenik yaralanmalar, organ perforasyonları ve travma gibi nedenler ile oluşur. Aktif kömürün trakeobronşial sisteme aspirasyonu sonucunda aspirasyon pnömonisi, barotravma, plevral ampiyem, ARDS gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. Pnömomediastinum ise son derece nadirdir. En sık görülen semptomlar, göğüs ağrısı, nefes darlığı, cilt altı amfizem, ses kısıklığı ve yutma zorluğudur. Tanı genelde posteroanterior akciğer grafisi ve lateral grafi ile konur. Tedavide ana yaklaşım istirahat, oksijen tedavisi ve analjezidir. Çalışmamızda suisid girişim sonrasında hastaya verilen aktif kömürün aspirasyonu sonrasında gelişen nadir pnömomediastinum olgusunu paylaşmayı amaçladık.
Pneumomediastinum divided into two group as primary and secondary pneumomediastinum. Spontaneous pneumomediastinum is seen very rare. Traumatic pneumomediastinum is characterized by the presence of air in the mediastinum with reason such as trauma, organ perforation, iatrogenic injuries, infections and surgery. Because of aspirating to the tracheobronchial system of activated charcoal, it has been reported to occur complications such as aspiration pneumonia, barotrauma, pleural empyema, ARDS. But, The pneumomediastinum is extremely rare. The most symptoms are chest pain, dyspnea. In our study, we aim to share a rare pneumomediastinum case associated with aspiration of activated charcoal after suicide attempts.

9.
MİYELODİSPLASTİK SENDROMDA TALİDOMİD KULLANIMINA BAĞLI VENÖZ TROMBOEMBOLİZM: OLGU SUNUMU
VENOUS THROMBOEMBOLISM DUE TO THE USE OF THALIDOMIDE IN MYELODYSPLASTIC SYNDROME: CASE REPORT
Şule TAŞ GÜLEN, İrfan YAVAŞOĞLU
Sayfalar 187 - 190
Talidomid Multipl Miyelom ve düşük risk miyelodisplastik sendrom tedavisinde kullanılan immünmodülatör bir ajan olup, Venöz Tromboemboli riskini arttırmaktadır. Olgumuz 77 yaşında kadın hasta olup, 2 yıldır düşük risk Miyelodisplastik Sendrom tanısı ile Talidomid kullanmaktaydı. Ani başlayan dispne ve göğüs ağrısı sonrası çekilen Toraks Bilgisayarlı Tomografide sağ ana pulmoner arter ile sol üst ve alt lob arter dallarında trombüs, alt ekstremite venöz doppler ultrasonogrofide ise bilateral akutsubakut derin ven trombüs saptandı. B-tip Natriüretik peptid (BNP), Troponin normal olup, ekokardiyografide sağ ventrikül disfonksiyonunu gösteren patoloji saptanmadı. Düşük mortalite riskli Pulmoner Tromboemboli kabul edilen hastaya enoksaparin ve oral warfarin tedavisi verilerek taburcu edildi. Talidomid tedavisi kesildi. Bu yazıda Talidomid kullanımına bağlı gelişen ve nadir görülen Venöz Tromboembolizm vakası sunulmuştur.
Thalidomide is an immunomodulatory agent used in the treatment of multiple myeloma and low risk myelodysplastic syndrome and it has an increasing affect for venous thromboembolism. Our case is a 77 year old female patient who was using thalidomide for 2 years with the diagnosis of low-risk myelodysplastic syndrome. Chest computed tomography done after sudden onset of dyspnea and chest pain determined thrombus in the right main pulmonary artery and in the left upper and lower lobe pulmonary arteries and venous doppler ultrasonography revealed acute and sub-acute deep vein thrombosis in bilateral lower extremity. B-type natriuretic peptide (BNP) and troponin were normal. Echocardiography did not show any right ventricular dysfunction pathology. Patient who was accepted as ‘Pulmonary Thromboembolism with low mortality risk' was given enoxaparin and oral warfarin therapy. Thalidomide therapy was stopped. In this paper a rare case of venous thromboembolism due to the use of thalidomide is reported.

LookUs & Online Makale