ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 33 (1)
Cilt: 33  Sayı: 1 - 2019
ORIGINAL ARTICLE
1.
GOLD 2017 RAPORUNA GÖRE KOAH HASTALARININ EVRELERİNDEKİ DEĞİŞİMLER VE BRONKODİLATÖR İLAÇ SEÇİMİ ÜZERİNE ETKİSİ
CHANGES IN THE STAGES OF COPD PATIENTS AND EFFECT ON BRONCHODILATOR DRUG SELECTION ACCORDING TO GOLD 2017 REPORT
Filiz GÜLDAVAL, Ceyda ANAR, Melike YÜKSEL YAVUZ, Eylem YILDIRIM, İbrahim Onur ALICI, Melih BÜYÜKŞİRİN, Gülru POLAT, Gülistan KARADENİZ
Sayfalar 1 - 6
Amaç: GOLD 2017 kriterlerine göre KOAH hastalarının ABCD evresindeki değişiklik oranını araştırmayı ve bu değişikliklerin tedavide bronkodilatör ilaç seçimine etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya Şubat 2017 - Mayıs 2017 tarihleri arasında KOAH tanısı ile polikliniğe başvuran 100 hasta dahil edildi. GOLD 2011 ve 2017’deki sınıflama kriterleri kullanılarak hastalar sınıflandırıldı. Bunun için yıllık alevlenme sayısı, dispne skorlaması, FEV1 % düzeyi değerlendirildi. Hastalar söz konusu kriterler kullanılarak ABCD sınıflamasına uygun şekilde gruplandırıldı. Her gruptaki hastaların kullandığı ve halen kullanmakta olduğu ilaçlar kaydedildi. Bulgular: Sınıflandırmada FEV1 değerini içeren GOLD'a göre, A, B, C ve D evrelerinde KOAH hastalarının oranı sırasıyla% 8,% 10,% 14,% 68 idi. GOLD 2017 güncellemesine göre (FEV1 değeri olmayan), hastaların evreleri sırasıyla% 19,% 30,% 2 ve% 49 idi. İki sınıflama arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p: 0,002). Evreleme sistemindeki FEV1 değerini içeren sınıflamaya göre tedavi seçiminde, iki evreleme sistemi arasındaki tedavi seçimleri için istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p: 0.000). Sonuç: Bu çalışma, GOLD 2017 güncellemesine göre D ve C gruplarında hasta sayısının azalmasına bağlı olarak kombine preparatların (özellikle inhale steroidlerin) kullanımının azaldığını ve LAMA veya LABA ile monoterapinin arttığını göstermiştir.
Aim: We aimed to investigate the rate of changes in ABCD stages of COPD patients according to GOLD 2017 criteria and also to evaluate the effect of these changes on bronchodilator drug selection in treatment.Material and method: One hundred patients who were admitted to the outpatient clinic with a diagnosis of COPD between February 2017 and May 2017 were included in the study. Patients were classified using the classification criteria in GOLD 2011 and 2017. For this reason, the number of exacerbations, dyspnea score, FEV1% level were evaluated. Patients were grouped according to ABCD classification using these criteria. Medications used by patients in each group and currently using drugs were recorded. Results: According to the GOLD that includes FEV1 value in classification, the rate of COPD patients in the A, B, C, and D stages was 8%, 10%, 14%, 68%, respectively. According to GOLD 2017 update (without FEV1 value), the stages of patients were 19%, 30%, 2% and 49%, respectively. A statistically significant difference was found between the two classifications (p: 0.002). In the selection of treatment according to classification that includes FEV1 value in staging system, there was a statistically significant difference for treatment selections between the two staging systems (p:0.000). Conclusion: This study showed that the use of combined preparations (especially inhaled steroids) in treatment decreased due to the decrease of the number of patients in D and C groups according to GOLD 2017 update, and the monotherapy with LAMA or LABA increased.

2.
İZMİR’DE ÜÇÜNCÜ BASAMAK BİR HASTANEDE ACİNETOBACTER BAUMANNİİ’YE BAĞLI VENTİLATÖR İLE İLİŞKİLİ PNÖMONİ OLGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF CASES WITH VENTILATOR-ASSOCIATED PNEUMONIA CAUSED BY ACINETOBACTER BAUMANII AT A TERTIARY CARE HOSPITAL IN IZMIR
Sabri ATALAY, Tuba KIŞ, Ufuk SÖNMEZ, Gürsel ERSAN, Şükran KÖSE
Sayfalar 7 - 14
Amaç: Ventilatör ile ilişkili pnömoni (VİP)’ler önemli bir morbidite ve mortalite nedenidirler. Son veriler gösteriyor ki; Ülkemizde ve dünyada Acinetobacter baumannii (A. baumannii) önemli bir VİP patojenidir. Bu çalışmada YBÜ’de A.baumannii’ye bağlı VİP gelişen olgulardaki risk faktörlerinin, altta yatan hastalıkların, etken mikroorganizmanın çeşitli antibiyotiklere duyarlılık oranlarının, tedavi yanıtının ve tedavi yanıtını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereç: Çalışmada YBÜ’de VİP tanısı konan ve derin trakeal aspirasyon (DTA) kültüründe A. baumannii üreyen hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya A. baumannii’ye bağlı VİP tanısı konulan toplam 43 olgu dahil edilmiştir. Olguların yaş ortalaması 66.8 (19-99) yıl, 25’i (%58) erkektir. Hastalarda herhangi bir kronik hastalık bulunma oranı %69.8 ve son 1 ay içinde antibiyotik kullanım oranı %95.3 olarak belirlenmiştir. En yüksek duyarlılık saptanan üç antibiyotik sırasıyla; %81.8 ile kolistin, %32.4 ile levofloksasin ve %11.6 ile tigesiklin olarak tespit edilmiştir. Tedavi sonuçları değerlendirildiğinde; 18 (%41.9) olguda kür sağlanırken, beş olguda (%11.6) nüks gelişmiş, 20 (%46.5) olgu ise eksitus olmuştur. Klinik gidiş ile beslenme şekli, antibiyotik kullanım öyküsü, PPİ kullanımı, MV uygulanma süresi, tanı anındaki lökosit ve CRP düzeyi, cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda; A. baumannii’ ye bağlı VİP gelişiminin ileri yaşta, kronik hastalığı olan kişilerde geliştiği, uygulanan kombine antibiyotik tedavisine rağmen mortalitenin hala yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Aim: Ventilator-associated pneumonia (VAP) is an important cause of morbidity and mortality. Recent data suggest that Acinetobacter baumannii (A. baumannii) is an important VAP pathogen in our country and in the world. This study aimed to evaluate the risk factors of VAP caused by A. baumannii in the intensive care unit (ICU), underlying diseases, susceptibility rates, treatment response and the factors affecting the treatment outcome. Material and Methods: Patients who were diagnosed with VAP in the ICU and whom A. baumannii were grown in deep tracheal aspiration (DTA) cultures were evaluated, retrospectively. Results: A total of forty-three cases diagnosed with VAP caused by A. baumannii were included in the study. Twenty-five (58%) of the cases were male, mean age was 66.8 (19-99) years. The rate of any chronic disease of the patients was 69.8% and the rate of antibiotic use in the previous month was 95.3%. The most susceptible antibiotics were as follows; 81.8% for colistin, 32.4% for levocloxacin and 11.6% for tigecycline, respectively. When the treatment outcome were evaluated; 18 (41.9%) patients were cured, five (11.6%) cases developed recurrence and 20 cases (46.5%) were died. There was no statistically significant difference between the clinical outcome and antibiotic history, PPI use, duration of MV application, leukocyte and CRP levels at the time of diagnosis and gender (p> 0.05). Conclusion: As a conclusion; VAP caused by A. baumannii develops in patients with advanced age and who have chronic diseases, it has been found that the mortality is still high despite the combination antibiotic therapy.

3.
SİGARA BAĞIMLILARINDA DEPRESYON, UMUTSUZLUK VE ANKSİYETE DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN BELİRLENMESİ
THE DETERMINATION OF RELATIONSHIP BETWEEN LEVELS OF DEPRESSION, HOPELESSNESS AND ANXIETY IN SMOKING ADDICTS
Burcu ÇAYKARA, Rujnan TUNA, Zuhal Aydan SAĞLAM, Halime Hanım PENÇE
Sayfalar 15 - 23
Amaç: Sigara bağımlılığı günümüzün en önemli bir sağlık sorunlarından biridir. İnsan sağlığını olumsuz etkilemekte ve ölümcül sonuçlara neden olmaktadır. Çalışma sigara bağımlılarında anksiyete, umutsuzluk ve depresyon düzeylerinin belirlenmesi ve sigara bağımlılığıyla anksiyete, umtsuzluk ve depresyon arasındaki ilişkinin ortaya konması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem ve Gereç: Araştırma 01.05.2017-01.11. 2017 tarihleri arasında İstanbul’da bir devlet hastanesinde, sigara bırakma birimine başvuran 109 bağımlıyla gerçekleştirilmiştir. Çalışma verileri Bilgi Formu, Fageström Nikotin Bağımlılık Testi, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği ve Beck Umutsuzluk Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Veriler IBM SPSS Statistics 22,0 paket programı ile analiz edilmiştir. Verilerin analizinde betimleyici ve nonparametrik testler ve korelasyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Örneklemin %78,9’unu erkek ve %21,1’ini kadınlar oluşturmaktadır. Çalışma kapsamına alınan örneklemin yaş ortalaması 37,10±11,32, günlük tükettiği ortalama sigara sayısı 22,74±11,81 ve sigara içme süresi 19,84±11,59 yıl olarak bulunmuştur. Çalışmada sigara bağımlılarının normal düzeyde umutsuzluk yaşadığı, minör ve hafif düzeyde anksiyete, hafif düzey depresyon ve orta düzeyde sigara bağımlısı oldukları belirlenmiştir. Ayrıca yaş ve cinsiyetin sigara kullanımına etkisi incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p? 0,05). Sonuç: Sigara bağımlılarının aksiyete, depresyon, bağımlılık, umutsuzluk düzeyleri aralarında anlamlı ilişki olduğu (p? 0,01) belirlenmiştir. Sigara bağımlılarının anksiyete, depresyon ve umutsuzluk düzeylerinin azaltılmasına yönelik eğitim programlarının düzenlenmesi önerilebilir.
Aim: Smoking dependence is one of the most important health problems of nowadays. It adversely affects human health and causes fatal outcomes. The study was conducted to determine the levels of anxiety, hopelessness and depression in smoking addicts and to reveal the relationship between smoking addiction, anxiety, hopelessness and depression. Material and Methods: The study was conducted with 109 addicts who applied to a smoking cessation unit in a state hospital in Istanbul between 01.05.2017-01.11.2017. Data were collected via the Data Form, Fagerström Test for Nicotine Dependence Test, Beck Depression Inventory, Beck Anxiety Inventory, Hamilton Anxiety Rating Scale, and the Beck Hopelessness Scale. The data were analyzed with the IBM SPSS Statistics 22.0 package program. Descriptive and nonparametric tests and correlation analyzes were used in the analysis of the data. Results: The sample consisted of 78.9% male and 21.1% female. The mean age of the sample was 37.10±11.32, the average number of cigarettes consumed per day was 22.74±11.81 and the duration of smoking was 19.84±11.59 years. In the study, it was determined that smoking addicts had normal hopelessness, minor and mild anxiety, mild depression and moderate smoking addiction. Also, age and gender were statistically significant to smoking effect (p? 0.05). Conclusion: There was a significant correlation between smoking, depression, addiction and hopelessness (p? 0.01). It may be advisable to organize training programs aimed at reducing the anxiety, depression and hopelessness levels of smoking addicts.

4.
KARDİYAK KO-MORBİDİTESİ OLMAYAN OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA SOL VENTRİKÜL FONKSİYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
ASSESSMENT OF THE LEFT VENTRICULAR FUNCTIONS IN OSAS PATIENTS WITHOUT CARDIAC CO-MORBIDITY
Burcu Oktay ARSLAN, Hikmet FIRAT, Ramazan AKDEMİR, Sadık ARDIÇ
Sayfalar 25 - 32
Amaç: Obstrüktif uyku apne sendromunun (OUAS) belirgin kardiyak hastalık ve hipertansiyon olmaksızın myokardiyal fonksiyonları etkileyebileceği öne sürülmektedir. Bu çalışmada hipertansiyon ve kardiyak ko-morbiditeleri dışlanan OSAS’lı hastalarda sol ventrikül fonksiyonlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereç: OUAS ön tanısı ile hastanemiz uyku laboratuarına başvuran, koroner arter hastalığı myokard perfüzyon sintigrafisi ile dışlanan ve polisomnografik (PSG) tetkik ile OUAS tanısı alan 40 hasta çalışmaya dahil edildi. Kardiyak hastalık öyküsü ve risk faktörü bulunmayan, OUAS tanısı PSG tetkiki ile dışlanan 16 olgu ise kontrol grubunu oluşturdu. Tüm hastalara 2 boyutlu transtorasik ekokardiyografik tetkik uygulandı. Hasta ve kontrol grubu arasında ekokardiyografik parametreler açısından farklılıklar ve ekokardiyografik bulguların PSG sonuçları ile olan ilişkisi değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 56 vaka (16 kadın, 40 erkek) dahil edildi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet, sigara içimi, beden kitle indeksi yönünden anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Ekokardiyografik parametreler değerlendirildiğinde; diyastol sonu sol ventrikül çapı (LVIDD) (p=0.01), sol atrium çapı (LAD) (p=0.008), aort çapı (AD) (p=0.006), stroke volüm (SV) (p=0.03) OSAS’lu hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek tespit edildi. Yapılan korelasyon analizinde AHI ile LVIDD, LAD, SV ve AD arasında ilişki tespit edilmedi (p>0.05). Bununla birlikte uykuda %90’ın altında geçirilen desaturasyon süresi ile LVIDD (p:0.02, r.0.347) ve SV (p:0.01, r:0.376) arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon tespit edildi. Sonuç: OUAS’lu hastalarda sol ventrikül diyastolik fonksiyon bozukluğu, uykuda hipoksik geçirilen süre ile ilişkili görünmektedir. Ekokardiyografik tetkik ile diyastolik fonksiyon bozukluğu tespit edilen ancak kardiyak yönden ek sorunu bulunmayan olgular OUAS açısından değerlendirilmelidir.
Aim: Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) could have an influence on myocardial functions even before the development of hypertension and the other cardiovascular diseases. The purpose of this study was to evaluate the left ventricular functions of the patients with OSAS excluded from the diagnosis of HT and other cardiovascular diseases. Material and Methods: Forthy patients diagnosed as OSAS with polysomnographic (PSG) analysis and in whom coronary artery disease was ruled out with myocardium perfusion scintigraphy were included in the study. Control group consisted of 16 volunteers in whom OSAS was excluded with PSG analysis. All patients underwent two dimensional trans-thoracic echocardiographic examinations. Differences between patient and control group with regard to echocardiograhic parameters and relation with PSG finding and echocardiographic parameters were evaluated. Results: A total of 56 participants enrolled the study. There were no significant differences between patient and control group with regard to age, sex, smoking habits and body mass index. When the echocardiographic parameters were evaluated; left ventricular internal dimension at the end of diastole (LVIDD), left atrial diameter (LAD), aortic dimension (AD) and stroke volume (SV) were significantly higher in patient group compare to control group (p=0.01, p=0.008, p=0.006, p=0.03 respectively). Additionaly, there was a significant positive correlation between the desaturation period spent under 90% and LVIDD (p:0.02, r=0.347) and SV (p=0.01, r=0.376). Conclusion: Left ventricular diastolic dysfunction seems to be associated with the desaturation time spent under %90 in patients with OSAS. Patients in whom diastolic dysfunction was detected by echocardiographic examination without any other cardiac disease should be evaluated for OSAS. s not useful to predict PE patients in this study

5.
PRİMER SPONTAN PNÖMOTORAKS NÜKSÜNE VÜCUT KİTLE İNDEKSİ ETKİLİ MİDİR
DOES BODY MASS INDEX HAVE IMPACT ON PRIMARY SPONTANEOUS PNEUMOTHORAX RECURRENCE
H.Volkan KARA, Ezel ERŞEN, Burcu KILIÇ, Beyza GENÇ, Mehlika İŞCAN, Akif TURNA
Sayfalar 33 - 39
Giriş: Primer Spontan Pnömotoraks (PSP), altta yatan bir akciğer hastalığı olmaksızın plevral boşlukta serbest hava birikmesidir. PSP de başarılı tedaviye rağmen %60’lara ulaşan nüks oranları bildirilmiştir. Vücut kitle indeksi (VKİ) skorlamasına göre 18,5 den düşük değerler zayıf vücud yapısı olarak tanımlanmıştır ve bunun PSP nüksünü arttırdığı düşünülmektedir. Bu çalışmamızda VKİ’nin 18,5 den düşük olmasının PSP hastalık nüksüne etkisi incelenmiştir. Hastalar-Metod: Ocak 2002- Aralık 2015 yılları arasında PSP tanısı almış, hastaların kayıtları incelendi. Nüks olan ve olmayan hastaların verileri kıyaslandı VKİ, 18,5’ den küçük ve büyük olma durumu ile ilişkisi değerlendirildi. Sonuçlar: Yüzondört hastanın %88,6’sı (n=101) erkekti. Ortalama yaş 24,7 ±4,3 yıl (18-30), boy 176,8 ± 6,5 cm (160-193), ağırlık 66,4 ± 6,6 kg (43-90) ve VKİ 21,2 ± 3,7 (14,4-25) olarak hesaplandı. Nüks hasta sayısı 42 ( %36,8) nüks olmayan hasta sayısı 72 (73,2%) idi. Her iki grubun yaş ve ağırlık ortalamaları, sigara kullanım durumları kıyaslandığında sonuçları istastiksel olarak anlamlı bulundu (tüm değişkenler için p=0,001). Bu grupların VKİ ortalamaları (nüks 20,8 ± 3,1, nüks olmayan 21,5 ± 3,7) arasında istatiksel olarak fark bulunmadı (p=1). VKİ ne gruplamada (<18,5 ve >18,5) ortalama yaş, boy, ağırlık ortalama değerleri istatistiksel olarak anlamlı olarak hesaplandı. Toplam dren kalış süresi (4,2±2,1gün vs 4,3±1,9 gün) ve hastanede yatış süreleri (5,1±1,2 gün vs 5,3±1,6 gün) arasında fark saptanmadı (p= 1 ve p= 1). Tartışma: Çalışmamız, düşük VKİ’ nin PSP nüksüne ve tedavi sonuçlarına etkisi olmadığını göstermiştir. Eşlik eden diğer faktörler (örn.sigara içimi) nükse etki edebilir. Bu nedenle hastalara taburculuk esnasında bu veriler ışığında bilgilendirme yapılması uygun olacaktır.
Introduction: Primary Spontaneous Pneumothorax (PSP) is presence of free air in the pleural cavity without any underlying lung disease. Despite successful treatment the recurrence may rise to 60%. Being underweight according to Body Mass Index (BMI <18,5) is thought to increase the recurrence. The aim of this study is to asses the risk for patients with BMI <18,5 on the recurrence of PSP. Patients-Method: We retrospectively reviewed the records of patients with the diagnosis of PSP between January 2002 to December 2015. We compared the patients’ recurrence rates and questioned the relation with BMI scores of <18,5 and >18,5. Results: There were 114 patients, 88,6% (n=101) of them were male. Mean age was 24,7 ±4,3 years (18-30), height 176,8 ± 6,5 cm (160-193), weight 66,4 ± 6,6 kg (43-90) and BMI was 21,2 ± 3,7(14,4-25). Fortytwo had recurrence (36,8%), 72 did not (73,2%). According to age, body weight, and smoking the difference between groups were significant (p=0,001). There were no significance between BMI scores. (recurrence 20,8 ± 3,1, without recurrence 21,5 ± 3,7) (p=1). According to BMI scores (<18,5 and >18,5) patients’ mean values for age, height and weight were statistically significant. Chest tube (4,2±2,1day vs 4,3±1,9 day) and overall hospital stay was similar (5,1±1,2 day vs 5,3±1,6 day) (p=1). Discussion:/b> Our study revealed that having BMI <18,5 has no impact on PSP treatment results and recurrence. But there may be factors (eg. smoking) which would influence the recurrence. Patients should be informed about recurrence of the disease covering this possibilities.

6.
ENDOBRONŞİYAL ULTRASONOGRAFİ ESNASINDA TESADÜFİ BİR TANI: İKİ TARAFLI PULMONER ARTER EMBOLİSİ
A COINCIDENTAL DIAGNOSIS ON ENDOBRONCHIAL ULTRASONOGRAPHY: BILATERAL PULMONARY ARTERIAL EMBOLISM
Gamze GÖKER, Ahmet Emin ERBAYCU, Sami DENİZ, Dursun ALİZOROĞLU
Sayfalar 41 - 45
Endobronşiyal ultrasonografi (EBUS) sırasında nadiren, görüş alanı içindeki damarsal yapıları ilgilendiren lezyonlara da teşhis konulabilmektedir. Yetmiş bir yaşında erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile başvurdu. Akciğerdeki kitle lezyonuna daha önce standard fiberoptik bronkoskopi ile teşhis konulamamıştı. Hastaya tanısal ve evreleme amaçlı konveks prob EBUS yapıldı. İşlem sırasında pulmoner arter sağ ana dal başlangıcında duvara kısmen yapışık ve lumen içinde hareketli oluşum izlendi. Hastaya trans torasik iğne biyopsisi ile akciğer adenokarsinomu teşhisi konuldu. Ventilasyon ve perfüzyon sintigrafisi ile bilateral pulmoner arter embolisi tanısı teyid edildi. EBUS işlemi sırasında, özellikle vasküler yapıları ilgilendiren tesadüfi tanılar karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle akciğer kanserli hastalarda pulmoner arter dallarının dikkatli incelenmesi önemlidir.
Lesions associated with vasculary structures may be diagnosed when they are in field of view during endobronchial ultrasonography (EBUS). A 71 years old man admitted with breathlessness. The pulmonary mass lesion had not been diagnosed using standard fiberoptic bronchoscopy. Convex probe EBUS was performed in order to have diagnosis and staging. In the procedure, a formation attached to the arterial wall and moving along lumen at the central right branch of pulmonary artery was detected. The patient was diagnosed as lung adenocarcinoma by trans thoracic needle biopsy. Bilateral pulmonary arterial embolism was confirmed in ventilation and perfusion scintigraphy. Coincidental diagnosis, especially associated with vasculary structures, may be met during EBUS procedure. It is important to assess pulmonary arterial branching carefully in lung cancer patients.

7.
EXON 19 DELESYONU SAPTANAN SKUAMOZ HÜCRELİ AKCİĞER KARSİNOMU’NDA AFATİNİB TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU
AFATINIB TREATMENT IN SQUAMOUS CELL LUNG CARCINOMA WITH EXON 19 DELETION: CASE REPORT
Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Eylem YILDIRIM, Pınar GÜRSOY, Deniz NART, Murat AKYOL
Sayfalar 47 - 50
Altmış altı yaşında sigara içme öyküsü olan erkek hasta öksürük, halsizlik, kilo kaybı ve kol ağrısı yakınmalarıyla başvurdu. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sol alt zonda homojen dansite artımı izlendi. Toraks bilgisayarlı tomografide sol alt lobda lobüle konturlu kitlesel lezyon saptandı. Endobronşial biyopsi ve transbronşial iğne aspirasyon biyopsi ile skuamoz hücreli akciğer karsinomu tanısı aldı. Evrelemede beyin, kemik ve karaciğer metastazı saptandı. Hasta evre 4 skuamoz hücreli akciğer karsinomu- multipl uzak metastaz alanı M1b olarak evrelendi. Beyin metastazı için kranial radyoterapi planlandı. Hasta önerilen sistemik kemoterapiyi kabul etmedi. Patolojik preparatların genetik analizlerinde exon 19 delesyonu pozitif saptanması üzerine afatinib tedavisine başlandı. Tedavinin 3. ve 6. ayındaki değerlendirmede, hastanın primer kitlesi ve beyin metastazında bariz regresyon izlendi. Hastada aralıklı baş dönmesi ve halsizlik yakınması dışında ciddi herhangi bir ilaç yan etkisi izlenmediği görüldü. Ancak tedavinin 8. ayında baş ağrısı ve ani bilinç kaybı gelişen hastanın eksitus olduğu öğrenildi.
A 66-year-old male with a history of smoking was admitted with the symptoms of cough, malaise, weight loss and arm pain. The patient's chest radiography showed a homogeneous density in the left lower zone. Thoracic computed tomography revealed a mass lesion with a lobulated contour in the left lower lobe. Endobronchial biopsy and transbronchial needle aspiration biopsy were reported as squamous cell lung carcinoma. Brain, bone and liver metastases were detected in the staging. Patient was staged as stage 4 squamous cell lung carcinoma- multiple distant metastasis sites M1b. Cranial radiotherapy was planned for brain metastasis. The patient did not accept the systemic chemotherapy. As genetic analysis of pathological preparations showed that exon 19 deletion was positive, the patient was initiated on afatinib treatment. In the 3rd and 6th months of the treatment, the patient's primary mass and brain metastasis were markedly regressed. The patient did not have any serious side effects except intermittent dizziness and fatigue. However, he died of sudden loss of consciousness in the 8th month of the treatment.

8.
NADİR GÖRÜLEN BİR OLGU: PULMONER HYALİNİZE GRANÜLOM
A RARE CASE: PULMONARY HYALINIZE GRANULOMA
Ferdane Melike DURAN, Hıdır ESME
Sayfalar 51 - 53
Altmış iki yaşındaki bayan hasta, tesadüfen çekilen akciğer grafisinde patoloji tespit edilmesi üzerine ileri inceleme ve tanı amaçlı yatırıldı. Toraks Bilgisayarlı Tomografisinde (BT) yaygın metastatik nodüler görünümden bahsedilmesi nedeniyle yaptırılan transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi (TTİİAB) ile pulmoner hyalinize granülom (PHG) tanısı konuldu. PHG pulmoner nodüllerin ayırıcı tanısına giren, akciğerin fibrotik bir lezyonudur. Etyolojisi tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte infeksiyon ve otoimmün bir olaya karşı gelişmiş abartılı bir immün yanıt üzerinde durulmaktadır. Genellikle orta yaşta tesadüfen tespit edilebildiği gibi hastalar respiratuvar semptomlarla da başvurabilir. Histopatolojisinde hyalinize kollajen ve kollajenin dağılım paterni tanısal bir öneme sahiptir. Hastaların çoğu benign klinik seyirli olmasına rağmen ilerleyici hastalığa sahip semptomatik hastalarda glikokortikoid uygulaması faydalı olmaktadır. PHG olgusu ender görülen bir patoloji olması, malignite dahil pulmoner nodüllerin ayırıcı tanısında akılda tutulması gereken bir antite olması nedeniyle sunuldu.
A 62-year-old female patient was hospitalized for further examination and diagnosis after pathologic finding of incidental chest X-ray. A diagnosis of pulmonary hyalinized granuloma (PHG) was made with transtoracic fine needle aspiration biopsy (TFNAB) performed because of the common metastatic nodular appearance in thorax CT. PHG is a fibrotic lesion of the lung that enters the differential diagnosis of pulmonary nodules. Although the etiology is not fully understood, an exaggerated immune response against infectious and autoimmune disease is emphasized. It can be detected by chance in middle age, and patients may also have respiratory symptoms. The hyalinized collagen and collagen distribution pattern in the histopathology has a diagnostic prognosis. Although most patients have benign clinical course, administration of glucocorticoids in symptomatic patients with progressive disease is beneficial. A rare case of PHG is presented because it is an entity that should be kept in mind in the differential diagnosis of pulmonary nodules including malignancy.

9.
SWYER-JAMES-MACLEOD SENDROMU: TEK TARAFLI HİPERLÜSENSİ NEDENİ, NADİR BİR OLGU
SWYER-JAMES-MACLEOD SYNDROME: CAUSE OF UNILATERAL HYPERLUCENCY, A RARE CASE REPORT
Merve KESKİN, Gülru POLAT, Gülistan KARADENİZ, Enver YALNIZ, Aysu AYRANCI
Sayfalar 55 - 59
Swyer-James-MacLeod Sendromu (SJMS), bronşiyal hava yolu tıkanması olmadan tek akciğer lobunun havalanma fazlalığı ile hiperlüsen görünüm ve azalmış vaskularite ile karakterize radyolojik bir durumdur. Nadir görülmesi, tek taraflı hiperlüsensi nedeni olarak akılda tutulmasını vurgulamak amacıyla olguyu sunduk. Yirmi dokuz yaşında bayan hasta göğüs ağrısı yakınması ile acil servise başvurdu. Çekilen postero-anterior (PA) göğüs filminde sol hemitoraksta belirgin hiperlüsensi ve volümde azalma görüldü. Toraks bilgisayarlı tomografide sağ ana pulmoner arter ve sağ akciğer vaskülaritesi normal görünümdeyken, sol ana pulmoner arter hipoplazik ve dalları normalden ince görünümdeydi. Perfüzyon sintigrafisinde yaygın perfüzyon defekti mevcuttu. Ventilasyon sintigrafisindeki lezyonlar perfüzyon sintigrafisi ile uyumlu idi. Hastaya mevcut bulgularla Swyer-James-Macleod Sendromu (SJMS) tanısı konuldu. SJMS, prognozu var olan bronşektazinin şiddetinin belirlediği değişken klinik gidişi olan postinfektif obliteratif bronşiyolittir. Atipik dağılımlı pulmoner amfizemi, tek taraflı hiperlüsensisi olan olgularda bu sendromdan şüphelenilmelidir. Tek başına göğüs filmi ile tanı atlanabilir, şüphelenildiğinde ileri tetkikler yapılmalıdır. SJMS ayırıcı tanıda düşünülmeli ve erkenden tanı konmalıdır ki uygunsuz tedavilerin önüne geçilebilsin, uygun tedavi ile prognoz iyileştirilsin.
Swyer-James-MacLeod Syndrome (SJMS) is a radiological condition characterized by hyperlucent appearance and decreased vascularity with the excess ventilation of the single lung lobe without bronchial airway obstruction. We presented the case in order to emphasize this rare syndrome as an etiology of unilateral hyperlucency. A 29-year-old female patient was admitted to the emergency department with chest pain. In the postero-anterior (PA) chest radiography, significant hyperlucency and a decrease in volume were observed in the left hemithorax. The right main pulmonary artery and right lung vascularity were normal in the thoracic computed tomography, while the left main pulmonary artery was hypoplastic and the branches were thinner than normal. Perfusion defect was found in perfusion scintigraphy. The lesions in the ventilation scintigraphy were matched lesions. The patient was diagnosed as SJMS. SJMS is postinfective obliterative bronchiolitis whose prognosis is variable that is determined by the severity of existing bronchiectasis. This syndrome should be suspected in patients with atypical distribution of pulmonary emphysema and unilateral hyperlucency. Chest radiography alone can miss the diagnosis and further investigations should be performed when suspected. SJMS should be considered in the differential diagnosis and early diagnosis should be made so that inappropriate treatment can be prevented and the prognosis should be improved with appropriate treatment.

10.
KARACİĞER METASTAZI İLE SEYREDEN PRİMER AKCİĞER ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU; ASTIM İLE İZLENEN OLGU
PRIMARY PULMONARY ADENOID CYSTIC CARCINOMA WITH LIVER METASTASIS: FOLLOWED BY DIAGNOSIS OF ASTHMA
Gülru POLAT, Gülistan KARADENİZ, Aysu AYRANCI, Filiz GÜLDAVAL, Fatma DEMİRCİ ÜÇSULAR, Enver YALNIZ
Sayfalar 61 - 66
Adenoid kistik karsinom (AKK) adenokanserlerin bir varyantı olarak kabul edilir ve farklı histopatolojik ve klinik özelliklere sahiptir. AKK çoğunlukla tükrük bezlerinden kaynaklanır. Daha nadir olarak da meme, deri, serviks, üst sindirim sistemi ve akciğerden de köken aldığı görülmüştür. Akciğerin primer AKK’sı nadir görülür ve tüm akciğer kanserlerinin %0.04- 0.2’sidir. Klinikte pulmoner AKK’nın nadir bildirilmesinin yanında uzak metastazı olanlar daha da nadir olarak bildirilmiştir. 63 yaşında bayan hasta 3 yıldır astım tanısı olup son bir aydır nefes darlığı, öksürük, balgam yakınmalarında artış olmuş. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) sağ ana bronşu dıştan bası ile daraltan yumuşak doku dansitesi, sağ alt lobda konsolidasyon-obstrüktif pnömoni ve sağ plevral sıvı bulguları izlenmesi üzerine ileri tetkik ve tedavi için hastanemize yönlendirilmiş. Bronkoskopi yapılan olgunun transbronşiyal ince iğne aspirasyon biyopsi (TBİİAB) sitolojisi malign olup endobronşiyal biyopsi AKK olarak geldi. Karaciğer parankiminde en büyüğü yaklaşık 7cm çaplı birbiri ile birleşme eğilimindeki hipodens lezyonlarda artmış florodeoksi glukoz (FDG) tutulumu (SUVmax: 10.3) mevcuttu. Evre 4 olması nedeniyle hastaya cerrahi düşünülemedi, kemoterapi başlandı. AKK genellikle yavaş büyüyen bir tümör olarak bilinmekle birlikte hızla yayılabilir. Olguyu astım tanısı koymadan önce detaylı incelemenin yapılması gerekliliğine ve AKK tanısındaki gecikmenin hastalığın ilerlemesinde ve ileri evrelere geçmesine neden olabileceğine dikkat çekmek için sunmaya uygun bulduk.
Adenoid cystic carcinoma (ACC) is considered as a variant of adenocarcinomas and has different histopathological and clinical features. ACC is mostly originated from salivary glands. It can be originated from rarely, breast, skin, cervix, upper gastrointestinal system and lung. Primary ACC of the lung is rare and 0.04-0.2% of all lung cancers. In addition to the rare presentation of pulmonary ACC, patients w ith distant metastases have been reported rarely. A 63-year-old female patient has been followed with the diagnosis of asthma for 3 years. She had dyspnea, cough, and increased sputum complaints for the last one month. On the chest computed tomography (CT), soft tissue density narrowing the right main bronchus, consolidation –obstructive pneumonia on the right low er lobe and right pleural fluid findings w ere monitored and the patient was referred to our hospital for further examination and treatment. Fiberoptic bronchoscopy (FOB) was performed and transbronchial needle aspiration biopsy (TBNAB) was malign and endobronchial biopsy revealed ACC. Increased Fluoro Deoxy Glucose (FDG) uptake (SUVmax: 10.3) was present in hypodense lesion that tended to merge with 7 cm diameter in the liver on PET-CT. Patient staged as T3N2M1- Stage 4. Chemotherapy was initiated, surgery could not be considered. ACC is generally known as a slow-growing tumor, but it may spread rapidly. We presented the case to draw attention to the necessity of adequate examination of the patient before the diagnosis of asthma and delay in the diagnosis of ACC cause the disease to progress to advanced stages.

LookUs & Online Makale