ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 37 (3)
Cilt: 37  Sayı: 3 - 2023
ÖN SAYFALAR
1.
Ön Sayfalar
Front Matters

Sayfalar I - XVI

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.
Astım Hastalarında Astım Kontrolünün Beden Algısı ve Semptom İfadesi ile İlişkisi
The Relationship of Asthma Control with Body Sensation and Symptom Expression in Asthma Patients
Şaban Melih Şimşek, Deniz Kızılırmak, Meltem Hazel Şimşek, Yavuz Havlucu
doi: 10.14744/IGH.2023.40085  Sayfalar 107 - 113
Amaç: Kronik bir hastalık olan astımda, semptomlar epizodik olarak görülse de havayolu inflamasyonu süreklidir. Hava yollarındaki inflamasyon; vazokonstriksiyon, ödem, remodeling ve mukus hipersekresyonu ile bronş obstrüksiyonuna neden olur. Astım kontrol testi (AKT), astım kontrol ölçeği (AKÖ) gibi ölçekler ve solunum fonksiyon testleri ile hastalardaki astım kontrolü değerlendirilir. AKT 5 sorudan oluşan, hastanın kendi beyan ettiği solunumsal semptomlara dayanan subjektif bir testtir. Bu çalışmada, astımlı hastalarda astım kontrolü ve yaşam kalitesi ile beden duyumu ve semptom ifade yeterliliği arasındaki ilişki araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniği’nde astım tanısı ile takip edilen hastalara astım kontrol testi, SF-36 yaşam kalitesi ölçeği, beden duyumları ölçeği ve Toronto aleksitimi ölçeği uygulandı. Ölçekler, her hastaya poliklinik kontrolü sırasında birer kez uygulandı ve birbirleri arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 60 hasta dahil edilmiştir. Astım kontrol testi ile SF-36 yaşam kalitesi skorları arasında belirgin bir ilişki saptanmıştır. Beden duyumları ölçeği ile astım kontrolü arasında ters korelasyon saptanmıştır (p=0.011, r=–0.327). AKT’ye göre tam kontrolde BDÖ puanları 14.0±9.07, kısmi kontrolde 14.40±13.63 olarak görülmüşken, kontrolsüzlerde 21.95±11.07 (p<0.05) olarak anlamlı saptanmıştır. BDÖ puanı yüksek olan kişilerin daha yüksek oranda kurtarıcı inhaler kullandığı gösterilmiştir. Astım kontrolü ile Toronto aleksitimi ölçeği arasında ise anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır (p=0.146, r=–0.190).
Sonuç: Beden Duyumları Ölçeği’nin ve SF-36 testinin ters korele olarak saptanması ile hastalarımızda yaşam kalitesi düştükçe semptomların daha abartılı gözükeceği sonucuna vardık. Bu da bize yaşam kalitesindeki bozulmanın semptomlarda ve korkularda artmaya neden olacağını göstermektedir. Beden duyumları ölçeği ile astım kontrol testi arasında ters korelasyon saptanmıştır. Abartılı semptomların astım kontrol testi puanlarını düşüreceği ve daha çok ilaç kullanımına sebep olabileceği düşünülmüştür. Toronto aleksitimi ölçeği ile astım kontrol testi arasında ilişki saptanmamış olması, aleksitiminin toplumda düşük oranda görülmesi ve örneklem boyutundaki darlığın sebebiyet verdiği düşünülmüştür.
Objective: Asthma is a chronic disease characterized by persistent airway inflammation, even though symptoms appear episodically. Chronic inflammation in the airways leads to bronchial obstruction, edema, remodeling, and mucus hypersecretion. Disease control in asthma patients is evaluated using respiratory function tests and scales. This study investigated the relationship between asthma control and quality of life with excessive body sensation and the adequacy of symptom expression in asthma patients.
Material and Methods: The Asthma Control Test (ACT), SF-36 Quality of Life Scale (SF-36), Body Sensation Questionnaire (BSQ), and Toronto Alexithymia Scale (TAS-20) were administered to patients followed up with a diagnosis of asthma. The study group consisted of outpatients diagnosed with asthma in a stable period. The scales were applied to each patient once during outpatient control, and the relationships among them were investigated.
Results: Sixty patients were included in the study. A significant correlation was found between the Asthma Control Test and SF-36 quality of life scores. An inverse correlation was found between the Body Sensation Questionnaire and the Asthma Control Test (p=0.011, r=–0.327). According to the control of asthma; Body Sensation Questionnaire scores were 14.0±9.07 in full control and 14.40±13.63 in partial control, while it was significantly 21.95±11.07 (p<0.05) in uncontrolled patients. It has been shown that individuals with a high BSQ score use a higher rate of reliever inhalers.
Conclusion: This study demonstrated that exaggerated symptom perception could decrease Asthma Control Test scores and lead to increased medication use. It is necessary to identify new methods and increase objectivity in the evaluation to provide symptom control.

3.
Hastane Çalışanlarında COVID-19 Enfeksiyonu Geçirme ve Aşı Olma Durumu
Status of COVID-19 Infection and Vaccination Among Hospital Workers
Emel Cireli, Hülya Şahin, Ilknur Naz, Seda Bingöl, Mert Özgür, Ali Kadri Çırak, Büşra Turgut
doi: 10.14744/IGH.2023.51422  Sayfalar 114 - 121
Amaç: Çalışmamızın amacı, hastane çalışanları arasında COVID-19 geçirme ve aşı olma durumunu belirlemek, aşı tereddüdünün nedenlerini incelemektir.
Gereç ve Yöntemler: Hastanemizde çalışan 412 gönüllüye COVID-19 geçirme ve aşılanma durumları ile aşı olmama nedenlerini sorgulayan bir anket uygulandı. PCR testine göre katılımcılar, COVID-19 geçirenler ve COVID-19 geçirmeyenler olmak üzere 2 ayrı grupta incelendi. En az üç doz aşı olanlar “aşıya uyumlu” grup; iki ve daha az sayıda aşı olanlar ve hiç aşı olmayanlar “aşı tereddütlü” grup olarak adlandırılıp, veriler karşılaştırıldı.
Bulgular: 412 hastane çalışanından 241’i (%58,5) COVID-19 enfeksiyonu geçirmiştir. Aşı tereddüdü yaşayan 81 (%20) idi. Kadınlar, hemşireler, aşı tereddüdü yaşayanlar COVID-19 geçiren grupta daha fazlaydı (sırasıyla p=0,015, p=0,032, p<0,001). Aşı uyumu en yüksek doktorlardaydı, ikinci sırada sağlık dışı personel yer alıyordu (sırasıyla p=0,009, p=0,03). Aşı tereddütü olan grupta hemşireler en fazla sayıdaydı (p=0,046). Aşı uyumlu grupta grip aşısı olma oranı anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,03). Katılımcıların aşı tereddüdü yaşama nedenleri sırasıyla etkisiz olduğunu düşünme 28 (%34,57), aşıya güvensizlik 23 (%28,39), yan etkilerden korkma 16 (%19,75), alerji varlığı 8 (%9,88), sosyal medya ve çevrenin olumsuz paylaşımları 6 (%7,41) idi. Hiç aşı olmayan katılımcılar arasında hemşireler 14 (%66) ve tıbbi sekreterler 4 (%19) ilk iki sıradaydı.
Sonuç: Hastane çalışanlarının genel önlemlere uymalarını sağlamak, aşının etkinliği, güvenliği, önemi, gerekliliği ve yan etkileri hakkında bilgilendirmek, endişelerini gidermek aşı kampanyalarının başarıya ulaşmasında çok önemlidir.
Objective: The aim of our study is to determine the COVID-19 infection and vaccination status among hospital workers and to examine the reasons for vaccine hesitancy.
Material and Methods: A questionnaire was administered to 412 volunteers working in our hospital, querying their COVID-19 disease and vaccination statuses and the reasons for not being vaccinated. Based on PCR tests, participants were divided into 2 separate groups: those who had contracted COVID-19 and those who had not. Those who had received at least three doses of the vaccine were classified as the “vaccine-compliant” group, while those who had received two or fewer doses and those who had never been vaccinated were classified as the “vaccine-hesitant” group. Data from these groups were compared.
Results: Of the 412 hospital workers, 241 (58.5%) had contracted COVID-19 infection. Eighty-one (20%) participants expressed hesitations about vaccination. Women, nurses, and those with vaccine hesitancy were more common in the COVID-19 group (p=0.015, p=0.032, p<0.001, respectively). Physicians had the highest rate of vaccination compliance, followed by non-medical staff (p=0.009, p=0.03, respectively). Nurses were the most numerous in the vaccine-hesitant group (p=0.046). The influenza vaccination rate was significantly higher in the vaccine-compliant group (p=0.03). Reasons for vaccine hesitancy among participants included doubts about vaccine effectiveness (28 [34.57%]), distrust in the vaccine (23 [28.39%]), fear of side effects (16 [19.75%]), presence of allergies (8 [9.88%]), and negative influences from social media and the community (6 [7.41%]). Among participants who had never been vaccinated, nurses (14 [66%]) and medical secretaries (4 [19%]) were the most represented.
Conclusion: Ensuring that hospital staff adhere to general precautions, providing them with information about the effectiveness, safety, importance, necessity, and side effects of the vaccine, and addressing their concerns are crucial for the success of vaccination campaigns.

4.
COVID-19 Tanılı Hastalarda Serum Prokalsitonin Düzeyi ile Mortalite ve Hastalık Şiddeti Arasında Bir İlişki Var mı?
Is There a Relationship Between Serum Procalcitonin Level and Mortality and Disease Severity in Patients Diagnosed with COVID-19?
Berrin Zinnet Eraslan, Ersin Demirer, Nesrin Kıral, Sevda Şener Cömert
doi: 10.14744/IGH.2023.72792  Sayfalar 122 - 127
Amaç: Koronavirüs hastalığı (COVID-19), hafif üst solunum yolu hastalığından akut solunum sıkıntısı sendromuna (ARDS) kadar değişen klinik durumlar ile seyredebilir. Hiperinflamasyon, ARDS gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. Prokalsitonin (PCT), hiperinflamasyonun bir göstergesi olan biyobelirteçlerden birisidir. Çalışmamız, COVID-19 nedeniyle yatan hastalarda serum PCT düzeyi ile hastalık şiddeti ve hastane içi mortalite arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Kasım 2020 ile Mart 2021 tarihleri arasında kliniğimizde yatan COVID-19 hastaları çalışmaya dahil edilmiştir. Demografik özellikler, vital bulgular, ek hastalıklar ve yatış günü laboratuvar parametreleri kaydedilmiştir. Hastalık şiddetine göre hastalar, ağır olmayan ve ağır COVID-19 olarak iki gruba ayrılmıştır. Bu iki grup arasında serum PCT değerleri karşılaştırılmıştır. Ayrıca, hastalar taburcu olanlar ve hastane içi vefat edenler olarak ikiye ayrılmış, bu iki grupta serum PCT değerleri karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya toplam 137 hasta dahil edilmiştir. Ağır COVID-19 tanısı olan hasta sayısı 78 (%57) olup, ağır hastalarda PCT değerleri ağır olmayan gruba göre daha yüksek bulunmuş ve fark istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p<0.001). Toplam 20 (%14.6) hasta vefat etmiştir. Hastane içi vefat eden grupta, taburcu olan gruba göre PCT değerleri daha yüksek bulunmuş ve fark anlamlı olarak saptanmıştır (p=0.014). Mortaliteyi tahmin edebilmek için kullanılan serum PCT değeri cut-off > 0.12 olduğunda %70 sensitivite, %56.41 spesifite, %21.54 pozitif prediktif değer (PPD) ve %91.67 negatif prediktif değer (NPD) elde edilmiştir. Hastalık şiddetini tahmin edebilmek için kullanılan PCT değeri cut-off > 0.124 olduğunda %44.87 sensitivite, %27.12 spesifite, %44.87 PPD ve %27.12 NPD elde edilmiştir.
Sonuç: Çalışmamız, COVID-19 tanısı ile yatırılan hastalarda serum PCT düzeylerinin yüksekliğinin mortalite ve hastalık şiddeti ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Hastaneye yatış sırasında serum PCT düzeylerinin izlenmesi, klinisyenlerin potansiyel olarak ciddi vakaları erken tanımlamasına yardımcı olabilir.
Objective: Coronavirus disease (COVID-19) exhibits a spectrum of clinical conditions, ranging from mild upper respiratory tract disease to acute respiratory distress syndrome (ARDS), with hyperinflammation playing a pivotal role in the development of ARDS. Procalcitonin (PCT) serves as a biomarker indicating hyperinflammation. Our study aimed to assess the correlation between serum PCT levels and disease severity, as well as in-hospital mortality in COVID-19 patients.
Material and Methods: The study included patients hospitalized with COVID-19 in our clinic between November 2020 and March 2021. Demographic characteristics, vital signs, comorbidities, and laboratory parameters on the admission day were recorded. Patients were categorized into non-severe and severe COVID-19 based on disease severity. Serum PCT values were compared between these groups. Addition-ally, patients were further divided into discharged and in-hospital mortality groups, with serum PCT values compared between these subgroups.
Results: Out of 137 patients, 78 (57%) had severe COVID-19, and in severe cases, PCT values were significantly higher compared to the non-severe group (p<0.001). Twenty patients (14.6%) died during hospitalization, and in the in-hospital mortality group, PCT values were significantly elevated compared to the discharged group (p=0.014). Using a serum PCT value cut-off >0.12 to predict mortality yielded a sensitivity of 70%, specificity of 56.41%, positive predictive value (PPV) of 21.54%, and negative predictive value (NPV) of 91.67%. For predicting disease severity, a PCT value cut-off >0.124 resulted in a sensitivity of 44.87%, specificity of 27.12%, PPV of 44.87%, and NPV of 27.12%.
Conclusion: Our study establishes a connection between elevated PCT levels in COVID-19 patients and increased mortality and disease severity. Monitoring serum PCT levels during hospitalization may aid clinicians in the early identification of potentially severe cases.

5.
Solunum Fonksiyon Testleri Laboratuvarı Teknisyenlerinde Ses Kalitesinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Voice Quality in Pulmonary Function Tests Laboratory Technicians
Gökçen Ömeroğlu Şimşek, Melike Yüksel Yavuz, Nejdiye Güngördü
doi: 10.14744/IGH.2023.92063  Sayfalar 128 - 132
Amaç: Spirometrik incelemelerin uygunluğu, hasta, teknisyen ve ekipman arasındaki ilişkiye bağlıdır. Solunum fonksiyon testi (SFT) sırasında teknisyen, vizüel ve sözel uyarılar kullanır. Test sırasında hastaya güçlü ve yüksek sesle koçluk yapmak ve hastaya yakın bir yerde soluma manevralarını göstermek sık kullanılan yöntemlerdir. Bu uygulama, sesin kötüye kullanımına varabilir ve SFT laboratuvarı (SFTL) teknisyenlerinde ses kalitesi bozukluklarına yol açabilir. Çalışmamız, ülkemizdeki SFTL teknisyenlerinde ses bozukluklarını incelemeyi amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Çevrimiçi anket yazılımı programı (SurveyMonkey©) kullanılarak oluşturulan bir anket aracılığıyla demografik veriler, haftalık test yapılan hasta sayısı, haftalık çalışma saatleri ve ses ile ilgili tıbbi tanılar toplandı. Ses Handikap Endeksi (SHİ-10) ve Sesle İlişkili Yaşam Kalitesi Ölçeği (SYKÖ) teknisyenlere uygulandı.
Bulgular: Kırk beş SFTL teknisyeni değerlendirildi. Çalışanların ortalama SHİ-10 puanı 17,1 (SD 9,38471), ortalama SYKÖ puanı ise 17,2 (SD 8,79446) idi. Bireysel olarak test yapılan hasta sayısı, haftada bağırarak/yüksek sesle konuşulan saat sayısı ve bilinen ses kısıklığı varlığı ile SHİ-10 ve SYKÖ toplam puanları arasında anlamlı istatistiksel bir fark bulunamadı (p>0.05).
Sonuç: Kaliteli SFT verisi elde etmek için test talimatlarını bağırma derecesinde yüksek bir sesle vermek gerektiği düşünülse de, bu uygulamanın bilimsel bir temeli yoktur. Öğretmenler ve din adamları gibi profesyonel gruplarda olduğu gibi, SFTL teknisyenlerinde ses kalitesinin olumsuz etkilenmesi önemlidir. Sonuçlarımıza göre, SFT teknisyenlerinin ses kalitesinin etkilenmediğini söylemek zordur. Bildiğimiz kadarıyla, SFTL teknisyenlerinin ses kalitesi üzerine daha önce bir çalışma yapılmamıştır. Çalışanların ses sağlığını korumak için “sesin kötüye kullanımı” yerine görsel ve sözel alternatifler kullanılabilir.
Objective: The suitability of spirometric studies depends on the patient-technician-equipment relationship. The technician uses visual and verbal stimuli during the pulmonary function test (PFT). It is common for technicians to coach patients firmly and loudly during the test and to demonstrate breathing maneuvers close to the patient. This practice, amounting to voice abuse, can lead to voice quality impairments in PFT lab (PFTL) technicians. Our study aimed to examine voice disorders among PFTL technicians in our country.
Material and Methods: Demographic data, the number of patients tested weekly, weekly working hours, and medical diagnoses related to voice were collected through a questionnaire created using the online survey software program SurveyMonkey©. The Voice Handicap Index (VHI) and Voice-Related Quality of Life (V-RQOL) were administered to technicians.
Results: Forty-five PFTL technicians participated. The mean VHI-10 score was 17.1 (SD 9.385), and the mean V-RQOL score was 17.2 (SD 8.794). There was no statistically significant difference between the number of patients tested, the number of hours spent shouting/loud talking per week, the presence of known hoarseness, and the VHI-10 and V-RQOL total scores (p>0.05).
Conclusion: Although loud voice use to the point of shouting test instructions is required to obtain quality data in PFT results, this practice lacks scientific basis. It is essential to recognize the negative impact on voice quality in PFTL technicians, similar to professional groups like teachers and clergy. According to our results, it is difficult to assert that the voice quality of PFT technicians is unaffected. To our knowledge, no previous study has examined the voice quality of PFTL technicians. Visual and verbal substitutes for “voice misuse” can be employed to protect workers’ vocal health.

OLGU SUNUMU
6.
COVID-19 Enfeksiyonunu Taklit Eden Polimiyozit Akciğer Tutulumu - Olgu Sunumu
Polymyositis Lung Involvement Mimicking COVID-19 Infection – A Case Report
Işıl Sak, Deniz Kızılırmak, Özgül Soysal Gündüz
doi: 10.14744/IGH.2023.28190  Sayfalar 133 - 138
Polimiyozit, interstisyel akciğer hastalığına sebep olabilen otoimmün bağ dokusu hastalıklarından biridir. Klinik tanı, kas biyopsisi, elektromiyogram bulguları ve laboratuvar parametreleri ile doğrulanır. Polimiyozite bağlı akciğer tutulumu, radyolojik olarak, diğer interstisyel akciğer hastalıkları ve viral enfeksiyonlar gibi birçok klinik durum ile karışabilmektedir. Klinik ve radyolojik olarak COVID-19 enfeksiyonu ile benzerlik gösteren bu olgu, polimiyozit ilişkili interstisyel akciğer hastalığının erken dönem klinik tablosuna dikkat çekmek ve interstisyel akciğer hastalıklarında ayırıcı tanının önemine vurgu yapmak amacıyla sunulmuştur.
Polymyositis is an autoimmune connective tissue disease that can cause interstitial lung disease. The clinical diagnosis is confirmed through muscle biopsy, electromyography findings, and laboratory parameters. Pulmonary involvement due to polymyositis can be radiologically confusing, as many clinical conditions, including other interstitial lung diseases and viral infections, have similar radiological findings. This case, which is clinically and radiologically similar to COVID-19 infection, is presented to highlight the early clinical presentation of polymyositis-associated interstitial lung disease and to emphasize the importance of differential diagnosis in interstitial lung diseases.

7.
Akciğer Kanseri Takibinde Pozitif FDG – PET BT: Benign Talkoma Olabilir Mi?
Positive FDG in Lung Cancer Follow-up – PET CT: Can There Be Benign Talcoma?
Bahar Ağaoğlu Şanlı, Serkan Yazgan, Seher Susam, Ahmet Üçvet
doi: 10.14744/IGH.2023.77487  Sayfalar 139 - 142
Talk plörodezi, sıklıkla sekonder pnömotoraks veya malign plevral efüzyon vakalarında adezyonu arttırmak için plevral inflamatuar reaksiyonu indüklemek amacıyla yapılır. Öyküsünde 16 yıl önce sağ sekonder pnömotoraks ve tüp torakostomi olan hastada, sol üst lobda akciğer kanseri tespit edildi ve video yardımlı torasik cerrahi (VATS) yöntemi kullanılarak sol üst lobektomi yapıldı. Bu ameliyattan üç ay sonra sağ akciğerde tekrarlayan pnömotoraks saptandı ve hasta tüp torakostomi yapılarak talk plörodezi ile tedavi edildi. Hastanın rutin onkolojik takibinin altıncı ayında çekilen PET-BT’de sağ tarafta, plevra ve anterior mediastende FDG tutulumu saptandı. Talk plörodezinin işlemden 5 yıl sonrasına kadar PET-BT’de hipermetabolik plevral kalınlaşmaya neden olduğunu bildiren yayınlar mevcuttur. Bu olasılığın farkında olmak, plevral tutulumu ve hipermetabolik anterior mediastinal kitle imajı olan hastaları geçmiş işlemler hakkında sorgulamak ve metabolik görüntülemeyi yorumlayan hekimi bu tür işlemler hakkında bilgilendirmenin önemini vurgulamak amacıyla olgumuzu sunuyoruz.
Talc pleurodesis is often performed in cases of secondary pneumothorax or malignant pleural effusion with the aim of inducing a pleural inflammatory reaction to increase adhesion. FDG-PET (fluorodeoxyglucose positron emission tomography) is used in oncology for diagnosis, staging, restaging, and evaluation of treatment response. A patient with a history of right secondary pneumothorax and tube thoracostomy 16 years ago had lung cancer in the left upper lobe, and left upper lobectomy was performed using video-assisted thoracic surgery (VATS). Three months after this operation, recurrent pneumothorax was detected in the right lung, and the patient was treated with talc pleurodesis by performing tube thoracostomy. On the PET-CT taken in the sixth month of the patient’s routine oncological follow-up, FDG uptake was detected on the right side, pleura, and anterior mediastinum. There are publications reporting that talc pleurodesis can cause hypermetabolic pleural thickening in PET-CT up to 5 years after the procedure. We present our case to highlight the importance of being aware of this possibility, to question patients with pleural involvement and hypermetabolic anterior mediastinal mass images about past procedures, and to emphasize the importance of informing colleagues responsible for interpreting metabolic imaging about such procedures.

8.
Toksik Gaz İnhalasyonuna Bağlı ARDS’de NIMV Tedavisi: Bir Olgu ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
NIMV Treatment in ARDS Due to Toxic Gas Inhalation: A Case and Review of the Literature
Görkem Berna Koyun, Serdar Berk
doi: 10.14744/IGH.2023.94840  Sayfalar 143 - 147
49 yaşında erkek hasta, su deposunun kimyasal maddelerle temizliği esnasında toksik maddenin inhalasyonu ile gelişen nefes darlığı ve öksürük yakınmaları ile acil servise başvurmuştur. Kimyasal temizleyicinin hidrojen peroksit, deiyonize su, nitrik asit, hidroklorik asit içerdiği öğrenilmiştir. Acil serviste dispneik, taşipneik ve siyanoz görünümde olan hastanın nazal oksijen tedavisine rağmen saturasyonu %73 olarak ölçülmüştür. Oskültasyonda yaygın ronküsler duyulan hastanın radyolojik tetkiklerinde orta alt zonlarda konsolidasyona giden yaygın infiltrasyonlar izlenmiştir. Solunum sayısı 36/dk olan hasta ciddi hipoksemi nedeniyle akut respiratuvar distres sendromu (ARDS) ön tanısıyla göğüs hastalıkları yoğun bakım ünitesine yatırılmıştır. Hastaya intravenöz metilprednizolon, seftriakson, bronkodilatör tedavi ile rezervuarlı maske ve non-invaziv mekanik ventilasyon ile dönüşümlü oksijen destek tedavisi uygulanmıştır. Tedavinin 7. gününde klinik, radyolojik ve laboratuvar olarak tama yakın iyileşen hasta taburcu edilerek ayaktan takibe alınmıştır. Bu vaka, çoklu iritan madde inhalasyonu sonrası ARDS gelişen bir hastanın erken uygulanan non-invaziv mekanik ventilasyon ile başarılı şekilde tedavi edilmesi ve bu konudaki literatürün gözden geçirilmesi amacıyla sunulmuştur.
A 49-year-old male patient presented to the emergency department with complaints of shortness of breath and cough following inhalation of toxic substances during the cleaning of a water tank with chemicals. It was determined that the chemical cleaner contained hydrogen peroxide, deionized water, nitric acid, and hydrochloric acid. Despite nasal oxygen therapy, the patient, who appeared dyspneic, tachypneic, and cyanotic in the emergency room, had a saturation level measured at 73%. Widespread rhonchi were heard on auscultation, and radiological examinations revealed widespread infiltrates leading to consolidation in the mid-lower zones. With a respiratory rate of 36/min and due to severe hypoxemia, the patient was admitted to the chest diseases intensive care unit with a preliminary diagnosis of acute respiratory distress syndrome (ARDS). Treatment included intravenous methylprednisolone, ceftriaxone, bronchodilator therapy, a mask with a reservoir, and alternating oxygen support with non-invasive mechanical ventilation. On the 7th day of treatment, the patient, who showed near-complete recovery clinically, radiologically, and in laboratory results, was discharged and followed up on an outpatient basis. This case is presented to highlight the successful treatment of a patient who developed ARDS after inhalation of multiple irritants with early application of non-invasive mechanical ventilation and to review the literature on this subject.

LookUs & Online Makale