ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 27 (2)
Cilt: 27  Sayı: 2 - 2013
ORIGINAL ARTICLE
1.
YÜKSEK RDW VE MPV SEVİYELERİNİN PERİKARD TUTULUMU OLAN MEZOTELYOMA İLE İLİŞKİSİ
HIGH RDW AND MPV LEVELS ASSOCIATED MESOTHELIOMA WITH PERICARDIAL INVOLVEMENT
Abdullah Çetin TANRIKULU, Abdurrahman ABAKAY, Cengizhan SEZGİ, Hadice ŞEN, Özlem ABAKAY, Fatih METEROĞLU, Halide KAYA, Abdurrahman ŞENYİĞİT
Sayfalar 75 - 79
Malign Mezotelyoma (MM) agresif ve kötü prognozlu bir tümördür. Ortalama trombosit hacmi (MPV) trombosit fonksiyonlarını gösterir. Kırmızı kan hücresi dağılım genişliği (RDW) ise dolaşımda bulunan eritrositlerin bir ölçüsüdür ve kalp yetmezliğinde belirteç olarak kullanılmaktadır. Her iki parametrede çeşitli hastalıklarda prognostik öneme sahip olabilmektedir. Perikard tutulumu olan hastalarda MPV ve RDW değerlerinin klinik önemini araştırmak amacıyla 70 (34 perikard tutulumu olan, 36 olmayan) hasta çalışmaya alındı. Perikard tutulumu olarak Toraks Bilgisayarlı Tomografide ve/veya trans-torasik ekokardiyografide perikard tutulumu olması kabul edildi. MM hastalarının yaş ortalaması 57,5 yıl olarak bulundu. Otuz sekiz (% 54,3) erkek ve 32 (% 45,7) kadın hasta çalışmaya alındı. Toplam 44 hastada (% 62,9) çevresel asbest teması pozitifti ve ortalama süresi ise 27,3 yıldı. Perikard tutulumu olan hastaların yaş ortalaması 51,3 tutulumu olmayanların ise 63,3 yıl idi tutulum olanlar anlamlı olarak daha gençti (p= 0,000). Perikard tutulumu olan hastaların ortalama RDW değeri % 20 iken tutulumu olmayan hastaların ortalama RDW değeri ise ve tutulum olanlarda RDW anlamlı olarak daha yüksekti (p= 0,000). Perikard tutulumu ile asbest temas süresi, trombosit ve MPV arasında ise anlamlı bir fark yoktu. Bu çalışma sonucunda RDW'nin bu hastalığın özellikle perikard tutulumu olan hastaların takibinde faydalı bir parametre olabileceğini düşünmekteyiz. Fakat bu konuda geniş serili ve prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Malignant mesothelioma (MM) is aggressive and has a poor prognosis tumor. Mean platelet volume (MPV) indicates that platelet function. Red blood cell distribution width (RDW) is a measure of the circulation erythrocytes and is used as a marker of heart failure. Both parameters may have prognostic importance in several diseases. In order to investigate the clinical significance of MPV and RDW in pericardial involvement patients 70 (34 pericardial involvement, not 36) patients included in the study. Pericardial invasion in the thoracic computed tomography and / or transthoracic echocardiography was accepted to have pericardial involvement. Mean age of MM patients 57.5 years. Thirty-eight (54.3%) were male and 32 (45.7%) female patients were included in the study. In a total of 44 patients (62.9%) were determined for environmental asbestos exposure and the mean exposure time 27.3 years. Mean age of patients with pericardial involvement were 51.3 years and non-involvement were 63.3 years and patients with pericardial involvement significantly younger than noninvolvement (p=0.000). The mean RDW was 20% in patients with pericardial involvement while the mean RDW was 16% in non- involvement and RDW was significantly higher in patients with involvement (p=0.000). Duration of exposure to asbestos, there was no significant difference between platelets and MPV values. There was no significant difference between pericardial involvements; platelets, duration of exposure to asbestos and MPV. Results of this study RDW may be useful parameter follow-up of patients with this disease, especially with pericardial involvement. However, large series, and prospective studies are needed about this issue.

2.
HASTALARIN TÜBERKÜLOZ HASTALIĞI HAKKINDA BİLGİ DÜZEYLERİ
KNOWLEDGE OF PATIENTS ABOUT TUBERCULOSIS DISEASE
Sibel AYIK, Işıl KARASU, Ercan ÇİL, Aydan MERTOĞLU, Ayşe ÖZSÖZ
Sayfalar 81 - 87
Bu çalışmada; tüberküloz hastalarının ve tüberküloz hastalığı olmayan kişilerin tüberküloz hastalığı hakkında bilgi düzeylerini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızda, 44 tüberküloz tanısı almış, 30 tüberküloz dışı akciğer hastalığı olmak üzere toplam 74 olguya tüberküloz hakkında bilgi düzeyini saptamak amacıyla anket uygulandı. Tüberküloz olgularının yaş ortalaması 38.9±15.6, tüberküloz dışı olguların ise 44.9±16.7 idi. Olguların eğitim düzeyi, ekonomik durumu, ailede ve çevrede tüberküloz hastası olup olmadığı sorgulandı. Tüm olguların %40.5'i tüberküloz hakkında bilgisi olduğunu belirtti. Tüberkülozun bulaşıcı olduğunu 24 (%32.4), solunum yoluyla bulaştığını 34 (%45.9), tedavinin en az 6 ay olması gerektiğini 37 (%50) ve tüberkülozdan korunmak için aynı ortamda uzun süre bulunulmaması gerektiğini 18 (%24.3) olgu işaretledi. Tüberküloz tanısı olan hastaların 14'ünde aile içi temas mevcuttu. Aile içi temas bu grupta tüberküloz hastalığı olmayanlara göre istatistiksel olarak daha fazla idi (p:0.0002). Tüberküloz tanısı olan ve olmayan grupların bilgi düzeyleri arasında tüm sorular değerlendirildiğinde belirgin bir fark saptanmadı. Sonuç olarak tüberküloz hastalarının hastalıkları konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmadıkları ve TB ile mücadelede halk eğitiminin çok önemli olduğu düşünülerek halk eğitimi programlarına ağırlık verilmesi gerektiği sonucuna varıldı.
In this study we aimed to evaluate knowledge of tuberculosis patients and non-tuberculosis patients about tuberculosis disease. We interviewed with 44 tuberculosis patients and 30 non- tuberculosis patients, totally 74 cases diagnosed in our clinic with respect to their knowledge about the disease by a questionnaire. The mean age of patients with tuberculosis was 38.9±15.6 years and 44.9±16.7 years with nontuberculosis patients. Patients were classified according to their educational status, family history of tuberculosis and economic situation 40.5% of all the patients designated that they had knowledge about the disease. Percentage of correct answers given to the questions that tuberculosis was a contagious disease, spreads with respiration, duration of treatment was at least 6 months and shouldn't have been in the same environment were as 24 (32.4%), 34 (45.9%), 37 (50%) and 18 (24.3%) respectively. 14 cases diagnosed with tuberculosis had contact within family. The contact within family in this group was statistically significant when compared to non- tuberculosis patients (p:0.0002). It was noticed that there wasn't statistically significant difference between tuberculosis and non- tuberculosis patients in terms of knowledge when all questions were evaluated. In conclusion, tuberculosis patients did not have enough knowledge about the disease and we suggest that public education should have priority since public education has great importance in combating tuberculosis.

3.
PULMONER TROMBOEMBOLİ OLGULARIMIZIN RETROSPEKTİF TARANMASI
RETROSPECTIVE EVALUATION OF CASES WITH PULMONARY THROMBOEMBOLISM
Gülistan KARADENİZ, Melih BÜYÜKŞİRİN, Gülru POLAT, Zehra AŞUK, Fatma ÜÇSULAR, Gülcan ÜRPEK, Gültekin TİBET
Sayfalar 89 - 94
Pulmoner tromboemboli (PTE) zor tanı konulan morbidite ve mortalitesi yüksek bir hastalıktır. 2002 ve 2006 yılları arasında kliniğimizde takip edilen 68 PTE olgusu çalışmaya dahil edildi. 68 olgunun 30u erkek (%44.1), 38i kadın (%55,9) idi. Yaş ortalaması 48,9±17,48 (16-86). Olguların başvuru semptomlarından en sık dispne %72,1 izlenmiştir. Risk faktörleri incelendiğinde cerrahi müdahalenin ilk sırayı aldığı görüldü. 46 olguda hipoksemi, 45 olguda hipokapni, 42 olguda respiratuvar alkoloz vardı. Akciğer grafisinse %73,5 oranında birden fazla lezyona rastlandı. En sık rastlanan lezyonlar %57,4 parankimal konsolidasyon, %50 sinüs kapalılığı, % 44,1 diafrgma yüksekliği idi.Toraks BT bulgusu olarak 54 olguda lümen içi dolma defektine rastlandı. Ventilasyon Perfüzyon Sintigrafisi 32 olguya uygulandı. 39 olguya Doppler USG yapıldı. 14 olguda derin ven trombozu saptandı. 12 olguda ekokardiografi yapılmış olup yarısında pulmoner hipertansiyon saptandı. 52 (%76,47) olguya düşük molekül ağırlıklı heparin, 14 (%20,58) olguya standart heparin uygulandı. 2 olguya trombolitik tedavi uygulandı. Sonuç olarak PE olgularda en sık rastlanan semptom dispne, risk faktörü cerrahi müdale, akciğer grafi bulgusu parankimal konsolidasyondu. Toraks BT ile olguların çoğunda pulmner arter ve dallarında trombüs saptanarak tanı konmuştur. PE olgularda hastalığa spesifik bulgu olmadığı için uyumlu klinik ve laboratuar bulguları varlığında PE düşünülmesi ve acilen tedaviye başlanması ile morbidite ve mortalite oranlarının azalacağını düşünmekteyiz.
Pulmonary thromboembolism (PTE) is common, diffucultly diagnosed disease that has high morbidity and mortality 68 PTE cases who were followed in our clinic between the years 2002 and 2006 were included in this study. Of 68 cases, 30 were male (%44,1) 38 were female (%55,9) with a mean age of 48,9 ±17,48 (16-86) The most comman admission symptom was dyspnea (%72,1). Surgery took first place among predisposing factor. In 46 cases hypoxemia, in 45 cases hypocapnia and in 42 cases respiratory alkolozis were detected.More than one lesion was encountered in X Ray (%75,3). The most common radiolojic signs in X Ray were parenchymal infiltrations (%57,4), small pleural effuion (%50), hemidiaphragm elevation (%44,1). İn 54 cases intraluminal filling defect was observed in spiral throcal CT. Ventilation Perfusion Syntigraphy applied in 32 cases. İn 39 cases doppler us performed.there was deep vein thrombosis in 14 cases.Ecocardiography was performed in 12 cases and half of them had pulmonary hipertension. In 52 cases LMWH, in 14 cases standart heparin and in 2 cases thrombolytic therapy was applied. In conclusion, in cases with PE, the most common symptom was dyspnea. Predisposing factor was surgery, radiolojic sign in XRay was parenchymal infiltration. The diagnosis was confirmed in most cases by detecting thrombus in main pulmonary artery for pulmonary arteries. We think that, because of the cases with PTE has no spesific finding, starting therapy immediately in PTE cases when we observed appropriate clinical and laboratuary findings may reduce the mortality and morbidity rates.

4.
HEMŞİRELERİN GÖĞÜS FİZYOTERAPİSİNE YÖNELİK BİLGİ VE UYGULAMALARI
NURSES' KNOWLEDGE AND PRACTICES REGARDING CHEST PHYSIOTHERAPY
Şerife KARAGÖZOĞLU, Ayşe ARIKAN DÖNMEZ, Dilek ÖZDEN, Hatice TEL
Sayfalar 95 - 104
Çalışmamızda hemşirelerin göğüs fizyoterapisine (GF) yönelik bilgi ve uygulamalarının belirlenmesi amaçlandı. Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikteki bu çalışmaya 15 Mayıs-15 Haziran 2009 tarihleri arasında Sivas ilinde bulunan bir devlet hastanesi ve bir üniversite hastanesinde çalışan ve çalışmaya katılmayı kabul eden toplam 140 hemşire alındı. Veriler araştırmacılar tarafından literatür bilgisine dayalı olarak geliştirilen hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri, GF ile ilgili eğitim ve literatür izleme ve kliniklerinde uygulama durumları, GF tanımı, amacı, yöntemleri, kontrendikasyonları, perfüzyon, saturasyon, hipoksi kavramlarını tanımlamaya yönelik 26 maddelik soru formu kullanılarak toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde frekans dağılımı kullanıldı. Hemşirelerin yaş ortalaması 29.04±5.47 yıl olarak bulundu. Hemşirelerin %25'i eğitimleri sırasında GF programının alt bileşenleri olan postüral drenaj ve oksijen tedavisi gibi bazı konularda eğitim almış olmakla birlikte, % 69.3'ü hem eğitim süreçlerinde hem de daha sonraki mesleki yaşamlarında GF programının bütününe yönelik herhangi bir eğitim almadığını, %97.1'i bu konuyla ilgili herhangi bir hizmet içi eğitim programına katılmadığını, %99.3'ü GF ile ilgili literatür takip etmediğini ifade etti. Hemşirelerin %83.6'sı GF'ni, %39.3'ü GF yöntemlerini doğru tanımladı. Ancak, sadece %30.0'u çalıştığı kliniklerde hastalarına GF uyguladığını ve %17.1'i doğru değerlendirme parametreleri ile uygulamanın etkinliğini değerlendirdiğini ifade etti. Araştırma sonucunda hemşirelerin GF'nin tanımı, amacı, kontrendikasyonları ve yöntemlerine ilişkin genel olarak bilgileri olmakla birlikte bu bilgilerini uygulamaya yeterince yansıtamadıkları ve değerlendiremedikleri, var olan bilgilerini güncellemek için literatür takip etmedikleri, GF ile ilgili kurumlarında kullanabilecekleri herhangi bir standart uygulama rehberinin olmadığı söylenebilir.
The study aimed to determine nurses' knowledge and practices regarding chest physiotherapy (CP). This descriptive study was conducted between 15 May and 15 June 2009 in Sivas and it included 140 nurses working in a state and university hospital agreeing to participate in the study. The researchers collected the data using a 26-item questionnaire aiming to define nurses' socio-demographic characteristics, status to observe education and literature regarding CP and to implement them in clinics, definition, purpose, methods and contraindication of CP, and concepts like perfusion, saturation and hypoxia. The frequency distribution was used for data analyses. Nurses' mean age was 29.04 ± 5.47. Although, of the nurses, 25% studied postural drainage and oxygen therapy, sub-components of CP program; 69.3% had no CP training during their education and careers, 97.1% joined no in-service training program, 99.3% followed no related literature. Of the nurses, 83.6% defined CP correctly and 39.3% CP methods. However, only 30.0% applied CP in clinics, 17.1% evaluated the effectiveness of the application with correct evaluation parameters and 97.9% stated there were no standard practice guidelines regarding this application. It can be suggested that although nurses have general knowledge about the definition, purpose, contraindications, and methods of CP, they cannot reflect this onto their practice, do not follow the literature on CP and had no standard practice guidelines in their institutions.

5.
TÜRKİYE'DE HASTA HAKLARI UYGULAMASI: BİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ'NİN BEŞ YILLIK DENEYİMİ
THE PRACTICE OF PATIENT RIGHTS IN TURKEY: FIVE YEARS EXPERIENCE IN A TRAINNING HOSPITAL
Ayfer ZENGİN, Ahmet Emin ERBAYCU, Aydan MERTOĞLU, Ergün YAZICI, Hüseyin ÇETİNALP
Sayfalar 105 - 117
Hasta hakları uygulamaları, günümüzde Sağlık Bakanlığı'na bağlı tüm hastane ve Ağız ve Diş Sağlığı Merkezlerinde uygulanmaktadır. Bu çalışmada bir eğitim ve araştırma hastanesinde Hasta Hakları Birimi demografik verilerini ortaya koymak ve başvuru konularının dağılımını belirlemek amaçlanmıştır. 2006-2011 yılları arasında Hasta Hakları Birimi'ne yapılan sözlü ve yazılı başvuru kayıtları incelenmiştir. Hasta Hakları Birimi'ne toplam 3211 başvuru yapılmış, bunların 2955 (%92)'si yerinde çözülmüş, 256 (%8)'i Hasta Hakları Kuruluna alınmıştır. Başvuruların çoğunluğunun personel hakkında olmayıp “sistemin işleyişinden kaynaklanan sorunlara” dair olduğu ve en sık “poliklinik hizmetlerinden” şikayet edildiği tespit edilmiştir. En sık yerinde çözülen başvuru içeriğinin “Adalet ve Hakkaniyete Uygun Olarak Sağlık Hizmetlerinden Faydalanma Hakkı” kapsamında olduğu, bunu “İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi Hakkı”, “Tıbbi Özen Gösterilmesi Hakkı” ve “Bilgi İsteme Hakkı” ‘nın izlediği saptanmıştır. Kurula alınan başvurularda ise en sık “İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi Hakkı” kapsamında başvuru yapıldığı tespit edilmiştir. Hasta Hakları Birimi, sağlık hizmetinin sunumundan kaynaklanan sorunların çözümünde önemli katkı sağlamaktadır. Birime en sık “genel iletişim sorunları”, “bekleme”, “hizmet alamama” şikayetleri ile başvuru yapılmaktadır. Sorunlar ve başvurular önemli ölçüde birim çalışanlarınca hastane kural ve uygulamaları çerçevesinde yerinde çözülmektedir. Hasta Hakları Kuruluna en sık sağlık çalışanı ile hasta/hasta yakını arasındaki genel iletişim sorunları alınmaktadır.
The practice of patient rights have been used at the centers of the Health Ministry. In this study, we aimed to reveal the demographic data of a unit of patient rights and define the distribution of request subjects at a trainning hospital. Verbal and written requests to The Unit of Patient Rights between 2006-2011 were examined. There were 3211 requests to the unit while 2955 (92%) were resolved at the unit and 256 (8%) were directed to the The Board of Patient Rights. Requests were usually fort he problems caused by working of health service instead of the stuff and complaints were frequently fort he service of policlinics. Most frequent request resolved at the unit was for “The right of having health service with justice and equity” while the others were “The right of respect to human value”, “The right of having medical care” and “The right of asking and getting information”. Of the requests those had been directed to the Board, most frequent subject was “The right of respect to human value”. The unit of Patient Rights is making great contribution in resolving problems caused by the service of health care. Most frequent requests include the subjects of “problems of general dialog”, “waiting” and “not to have health care”. Problems and requests may be resolved by the unit stuff in the light of rules and procedures of the hospital. The most frequent subject directed to the The Board of Patient Rights is problems of general dialog between health stuff and patient / patient' representetive.

6.
SANTRAL BRONŞ TÜMÖRÜNÜ TAKLİT EDEN ENDOBRONŞİYAL TÜBERKÜLOZ OLGUSU
A CASE: ENDOBRONCHIAL TUBERCULOSIS MIMICING CENTRAL BRONCHIAL TUMOR
Ersin Şükrü ERDEN, Cenk BABAYİĞİT, Mesut DEMİRKÖSE, Hatice KAYIM BİLGİÇ, Mehmet YALDIZ, Melek İNCİ, Sinem KARAZİNCİR
Sayfalar 119 - 123
Endobronşiyal tüberküloz (EBTB), trakeobronşiyal ağacın mikrobiyolojik ve histopatolojik bulgularla kanıtlanmış tüberküloz infeksiyonu olarak tanımlanmaktadır ve akciğer tüberkülozunun ciddi komplikasyonlarından biridir. EBTB'lu olgular sıklıkla bronşiyal astım ya da akciğer kanseri gibi yanlış tanılar alabilmektedir. Elli yaşında bayan hasta pnömoni tanısı ile on günlük ampirik antibiyotik tedavisi ile kliniğinde herhangi bir düzelme olmaması üzerine çekilen Toraks BT'de sağ hiler bölgede kitle tespit edilmesi üzerine hastanemize sevk edildi. Hastaya yapılan bronkoskopide sağ akciğer üst lob girişinde mukozal infiltrasyon ve segment ayrımından önce endobronşiyal tümöral lezyon izlendi, buradan forceps biyopsi ve lavaj yapıldı. Lavaj sıvısında ARB (++) bulundu, biyopsi sonucu kazeifikasyon içeren granülomatöz proçes olarak değerlendirildi. Hastaya altı aylık standart anti-tüberküloz tedavi verildi. Tedavinin altıncı ayı sonunda çekilen Toraks BT'de sağ hiler bölgede izlenen kitle görünümünün tamamen kaybolduğu görüldü. Sonuç olarak burada, santral bronş tümörünü taklit eden ve anti-tüberküloz tedavi ile başarı ile tedavi edilen EBTB olgusu sunulmaktadır. Bu olgulara bronkoskopi ve bronkoskopik materyalde tüberküloz tanısına yönelik incelemelerin yapılması hem doğru tanının konulması hem de tedavinin erken başlanarak bronkostenoz gelişminin önlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Endobronchial tuberculosis (EBTB) is defined as tuberculosis infection of the tracheobronchial tree proven by microbiologically and histopathologically findings and is one of the serious complications of pulmonary tuberculosis. Often, patients may be misdiagnosed such as bronchial asthma or lung cancer. A 50 year old female patient had 10 days of empirical antibiotic therapy with a diagnosis of pneumonia. She has been shipped to our clinic because of the lack of clinical improvement and right hilar mass on chest CT. In bronchoscopy, mucosal infiltration on the entrance of right upper lobe and the endobronchial tumoral lesion before segment junction were seen, biopsy and lavage were performed here. ARB had been found (+ +) in lavage fluid, biopsy was assessed as a granulomatous processes with caseation. The patient received six-month standard antituberculosis treatment. At the end of the sixth month of treatment the right hilar mass completely disappeared on chest CT. In conclusion, EBTB which was mimicing the central bronchial tumor, and successfully treated with anti-tuberculosis treatment is presented in this study. In these cases, bronchoscopy and bronchoscopic material examinations for tuberculosis has a great importance for correct diagnosis and to prevent the bronchial stenosis by early treatment.

7.
ANKILOZAN SPONDİLİT NEDENİYLE ETANERCEPT KULLANIMINA BAĞLI SARKOİDOZ OLGUSU
A SARCOIDOSIS CASE ASSOCIATED WITH THE USE OF ETANERCEPT BECAUSE OF ANKYLOSING SPONDYLITIS
Sevda ŞENER CÖMERT, Benan ÇAĞLAYAN, Coşkun DOĞAN, Ali FİDAN, Elif PARMAKSIZ TORUN, Banu SALEPÇİ
Sayfalar 125 - 130
TNF-alfa blokerlerinden olan etanercept tedavisi altında ortaya çıkan ve mediastinoskopi ile tanı koyduğumuz sarkoidoz olgumuzu literatür bilgileri ışığında irdelemeyi amaçladık. Ankilozan spondilit tanısı ile etanercept tedavisi alan 31 yaşındaki erkek hasta tedavinin beşinci yılında başlayan ses kısıklığı ve yutma güçlüğü yakınması ile kliniğimizde başvurdu. Toraksın bilgisayarlı tomografisinde bilateral multipl mediastinal ve hiler lenfadenopati saptanan bu olguda mediastinoskopik biyopsi materyalinin histopatolojik incelemesinde kazeifikasyon göstermeyen granüloma formasyonunun görülmesi ve tüberküloz gibi diğer granülomatöz hastalıkların ekarte edilmesi ile sarkoidoz tanısı konuldu. Sistemik steroid tedavisi başlanan olguda klinik ve radyolojik iyileşme sağlandı. Steroide direçli sarkoidoz olgularının tedavisinde de kullanılan TNF-alfa blokerlerinin yol açtığı sarkoidoz son yıllarda bildirilen yeni bir yan etkidir ve sarkoidoz ile TNF-alfa blokerleri arasındaki bu ilişki paradoksal bir durum olarak tanımlanmaktadır.
We aimed to discuss under the light of literature, the sarcoidosis case diagnosed by mediastinoscopy under the treatment of etanercept which is one of the TNF-alpha blockers. A 31 year-old male patient, taking etanercept treatment because of ankylosing spondylitis admitted to our clinic with the complaints of cough, hoarseness and dysphagia at the fifth year of etanercept treatment. Bilateral, multiple mediastinal-hilar lymphadenopathy were detected in thoracic computerized tomography, diagnosis of sarcoidosis was established by seeing non-caseating granuloma formation in histopathological examination of mediastinoscopic biopsy and ruling out the other granulomatous diseases such as tuberculosis. Clinical and radiological improvement was provided by systemic steroid treatment. Sarcoidosis caused by TNF-alpha blockers that are also used in treatment of sarcoidosis resistant to steroid is a new side effect and this relationship between the sarcoidosis and TNF-alpha blockers are defined as paradoxal situation.

8.
NADİR BİR AKCİĞER TÜMÖRÜ: SKLEROZAN HEMANJİOM
A RARE LUNG TUMOR: SCLEROSING HEMANGIOMA OF THE LUNG
Cemil KUL, Ahmet ÜÇVET, Soner GÜRSOY, Halil TÖZÜM, Nur YÜCEL
Sayfalar 131 - 134
Genellikle preoperatif olarak malign veya benign ayrımı net yapılamayan ve genellikle rastlantısal olarak saptanan akciğerin sklerozan hemanjiomu; kadınlarda ve 30 ile 50 yaşlar arasında daha sık görülen ve soliter pulmoner nodül şeklinde ortaya çıkan, sıklıkla benign nitelikli nadir bir tümördür. Altmış yaşında kadın hasta öksürük, bulantı, kusma şikayetleri ile hastanemize başvurdu. Hastanın çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) sol akciğer orta zonda 3 cm.'lik kitle lezyonu saptandı. Yapılan bronkoskopide sol üst lob anterior segmentte dıştan bası bulguları izlendi. Lezyon sol üst lobektomi ile çıkartıldı. Histopatolojik inceleme sonucu sklerozan hemanjiom olarak rapor edildi. Hasta takibinin ikinci yılında olup, sorun veya nüks izlenmedi.
Clinically, there was no dicrimination preoperatively between malign and benign tumors. İn literature; lung sclerozan hemangioma determined incidentally in women at 30-50 years old , in the form of a solitary pulmonary nodule. It is rare and usually a benign tumor. A 60 years old female patient applied with cough, sickness and vomitting. There was a 3 cm. mass in the left middle zone on Thoracal CT. External occlusion findings seen on anterior segment bronchus of upper lobe in bronchoscopy. Bronchoscopic biopsy results were benign. Left upper lobectomy was performed. Histopathologically it was reported as sclerosing hemangioma. The patient is on the second year of the follow up and there was no problem or recurrence.

9.
BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİNİN SKUAMOZ HÜCRELİ KANSER İLE BİRLİKTELİĞİ
OBLITERATIVE BRONCHIOLITIS ORGANIZING PNEUMONIA WITH SQUAMOUS CELL CARCINOMA
Serdar KALEMCİ, Pınar MUTLU, Ahmet ÖNEN, Aydenur KARGI, Can SEVİNÇ
Sayfalar 135 - 138
Bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) respiratuar bronşiyoller, alveoler kanallar ve alveoller içerisinde granülasyon dokusunun oluşturduğu polipoid yapılarla karakterize ve organize pnömoninin eşlik ettiği bir hastalıktır. BOOP; pneumocystis (carinii) jiroveci pnömonisi (PCP), cytomegalovirus (CMV) ve herpes simplex virus (HSV) ile ilişkili olabilir veya bazı immünsüpresif ajanlar dahil olmak üzere ilaçlar da katkıda bulunabilir. Akciğerlerde bilateral yama tarzı infiltrasyonlar ile karakterizedir. Kitlesel tarzda görünüm nadirdir. Akciğer kanseri ile birlikteliği sık olmamakla beraber aynı lokalizasyonda beraberliğinin oldukça seyrek olduğu bilinmektedir. Olgumuz; sağ parahiler kitlesel lezyona yönelik tanısal incelemelerde açık akciğer biyopsisi ile BOOP tanısı alan, ancak izleminde yapılan yeniden örneklemede eşlik eden skuamoz hücreli kanser varlığı gösterilen olgu, bu ilginç ve nadir görülen birlikteliğe dikkat çekmek amacı ile sunulmuştur.
Obliterative bronchiolitis organizing pneumonia (BOOP) is a diease characterized by polypoid structures comprised of granulation tissue within respiratory bronchioles, alveolar canals and alveoli and accomponied by organize pneumonia. BOOP may be associated with a variety of infectious agents such as pneumocystis (carinii) jiroveci pneumonia (PCP), cytomegalovirus (CMV), and herpes simplex virus (HSV), or may be attributable to drugs, including some immunosuppressive agents. It is characterized by patchy infiltration in lungs. Its massive view is rare. While it is not generally seen with lung cancer, it is also known that its relationship with the same localization is quite rare. Our case has been presented to point out the interesting and rarely-seen relationship which is diagnosed with BOOP in diagnostic researches for right parahilier massive leison with open lung biopsy; but, has the case of presence of squamous cell carcinoma accompoined by resampling during the observation.

10.
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA, İZMİR VEREMLE MÜCADELE CEMİYETİ'NİN PROPAGANDA FAALİYETLERİ
THE PROPAGANDA ACTIVITIES OF İZMİR SOCIETY OF FIGHT AGAINST TUBERCULOSIS DURING THE EARLY YEARS OF THE REPUBLIC
Mahmut GÜRGAN
Sayfalar 139 - 144
İzmir'in kurtuluşunun ardından, 18.2.1923 tarihinde Dr. Behçet Salih öncülüğünde verem hastalığı ile mücadeleye gönül veren bir ekip tarafından kurulan İzmir Verem Mücadele Cemiyeti cumhuriyet döneminin ilk verem savaş derneğidir. Yeni kurulan bu derneğin, başından itibaren en çok önem verdiği konulardan biri de, kamuoyuna yönelik eğitim ve propaganda çalışmalarıdır. Bir yönetim kurulu oluşturarak çalışmalarına başlayan derneğin ilk işi, bir basın bildirisi yayınlayarak kamuoyunun dikkatini çekmek ve halka yönelik konferanslar düzenlemek olmuştur. Oluşturulan propaganda kurulu sinemalarda veremle ilgili belgesel film gösterileri düzenlemiş, ressamlara yaptırdıkları resimleri seyyar müzeler eşliğinde en uzak köylere kadar göndererek sergiler düzenlemiştir. Bunun yanı sıra halka parasız dağıtılmak üzere broşürler, ilânlar ve kart postallar bastırılarak dağıtılmış, İzmir'de gazetelerin çıkmadığı cumartesi günleri "Cumartesi" adıyla bir de gazete çıkarılmıştır. Bu gazete daha sonra yeterli görülmeyerek, iki ayda bir çıkan "Sıhhî Cidal" adlı bir dergiye dönüştürülmüştür. Bir müddet sonra dergi, gördüğü rağbet üzerine zenginleştirilerek, “Sıhhat” adı ile aylık olarak çıkarılmaya başlanmıştır. 1930 yılında dernek içeriğinde derneğin tarihçesi, verem hastalığı hakkında bilgiler, İzmir ve çevresine ilişkin verilere yer verilen bir de almanak çıkarmıştır. Bu çalışma bu önemli derneğin gerçekleştirdiği propaganda faaliyetlerini aktarmayı amaçlamaktadır.
İzmir Society of Fight against Tuberculosis was the first society of fight against tuberculosis founded on 18/02/1923 following the liberation of İzmir during the Republican era by a team devoted to fighting tuberculosis disease under the leadership of Dr. Behcet Salih. Public training and propaganda work was one of the most important subjects for this newly established society. The first attempt of the society, initiating work by forming a board of directors, was to draw public attention by publishing a press release and to organizing conferences. Furthermore, the established propaganda commission showed documentary films on TB at the cinemas. Medical pictures were accompanied by mobile museums and sent even to the most remote villages. In addition, brochures, announcements and postcards were printed and distributed free of charge. On Saturdays a newspaper called “Cumartesi” was published in Izmir. The newspaper was not seen sufficient, so it was turned into a journal called "Sıhhî Cidal" which was published every two-months. In 1930 an almanac, including the society content, and history, information about TB disease and data on Izmir and its surroundings was published. The aim of this study is to convey information about the propaganda activities performed by this important society.

LookUs & Online Makale