ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 26 (3)
Cilt: 26  Sayı: 3 - 2012
ORIGINAL ARTICLE
1.
OKSİJEN TEDAVİSİ ALAN HASTALARIN OKSİJEN KULLANIMI İLE İLGİLİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ
EVALUATION OF ACKNOWLEDGEMENT OF CASES HAVING OXYGEN THERAPY
Esengül GEDİKTAŞ, Dursun TATAR, Ceyda ANAR, Bahire BOLIŞIK
Sayfalar 149 - 155
Bu çalışmada, oksijen tedavisi alan hastaların oksijen kullanımı ile ilgili bilgi düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır. 25 Nisan-30 Mayıs 2005 tarihleri arasında İzmir Göğüs Hastalıkları Hastanesinde yatarak tedavi gören ve oksijen kullanan 110 gönüllü olgu çalışmaya alındı. Olgulara sosyo-demografik özelliklerini ve oksijen kullanımıyla ilgili bilgi düzeylerini ölçmeye yönelik iki bölümden oluşan anket formu uygulandı. Verilerin analizi ki-kare ve Fisher's Exact test ile yapıldı. Çalışmaya alınan 110 olgunun tanısı; 29'unda akciğer kanseri, 81'inde KOAH idi. Olguların 34 (%30.9)'ü kadın, 76 (%69.1)'sı erkek olup yaş ortalaması 61.45-+12.27 yıldı. Olguların %18.2'si hiç sigara kullanmamıştı, %27.3'ü ise hala sigara içmekteydi. Olguların %69.1'i 6 aydan uzun süredir oksijen tedavisi almaktaydı. Oksijen tedavisi konusunda bilgilendirme yalnızca 28 (%22.7) olguya yapılmıştı. Olguların 72'si 6 saatten fazla oksijen kullanmaktaydı, %52.7'sinin oksijen kullanma süresi ile ilgili bilgisi yoktu. Olguların bilgi düzeyleri ile gelir durumu arasında istatistiksel anlamlı (p<0.05), yaş, cinsiyet, medeni durum ve eğitim düzeyleri arasında ise anlamsız (p>0.05) bir ilişki vardı. Hastaların oksijen kullanımı ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığı ve bu nedenle düzensiz ve etkisiz oksijen tedavisi aldığı görüldü.
It was aimed to determine the acknowledge level of patients who took oxygen (O2) therapy. Study population was consisted of 110 volunteers hospitalized patients who have given O2 therapy during 25 April-30 May 2005, in Izmir Chest Diseases and Surgery Training Research Hospital. Forms consisted of two parts were filled for socio-demographic features and acknowledgements about O2 therapy. Data was analysed by Chisquare and Fisher's Exact test. Diagnossis was lung cacer in 29 cases and was COPD in 81 cases. Cases were consisted of 34 (30.9%) female and 79 (69.1%) and mean age of cases was 61.45±12.27. 18.2% of cases were non-smoker, 27.3% were smokers. Proportion of cases who were taken O2 therapy more than 6 months was 69.1%. Twenty-eight patients (22.7%) were informed about O2 therapy. Seventy-two (%65.4%) patients were having O2 therapy more than 6 hours and 58(52.7%) patients have got no information about duration of O2 therapy. Relationship between information level and economical conditions of patients were found statistically significant (p<0.05). It is concluded that the patients has'nt got enough information about O2 therapy, so that, they were taken irreguler and insufficient O2 therapy.

2.
KOAH'LI OLGULARDA BİYOKİMYASAL BESLENME PARAMETRELERİ İLE HASTALIĞIN ŞİDDETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
ASSOCIATION OF BIOCHEMICAL NUTRITIONAL PARAMETERS AND THE SEVERITY OF THE DISEASE IN PATIENTS WITH COPD
Özlem EGEMEN TÜZEL, Zeynep ZEREN UÇAR, Emel TELLİOĞLU, Can BİÇMEN, Ali Rıza MERAL, Gültekin TİBET
Sayfalar 157 - 163
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) sıklıkla gelişen beslenme bozukluğu, morbidite ve mortaliteyi olumsuz yönde etkileyen bir faktördür. Hastanede yatan KOAH'lı olgularda solunum fonksiyonları ile beslenme parametreleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı planladık. KOAH tanısı ile hastaneye yatan 40 olgu ve 12 kişi kontrol grubu çalışmaya alındı. KOAH'lı olgular, Ulusal Tanı ve Tedavi Rehberi'ne göre hafiforta, ileri ve çok ileri olmak üzere üç gruba ayrıldı. Olgularda vücut kitle indeksi (VKİ) ve ideal vücut ağırlığı yüzdesi hesaplandı. Biyokimyasal beslenme parametresi olarak hemoglobin (Hb), hematokrit (Hct), lenfosit sayısı, serum total protein, albümin, prealbümin, demir, total demir bağlama kapasitesi (TDBK), ferritin, transferrin, total kolesterol, trigliserid ve VLDL, LDL, HDL kolesterol düzeyi incelendi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında KOAH'lı olgularda Hct (p=0.002), TDBK (p=0.001) ve HDL kolesterol (p=0.001) anlamlı olarak yüksekk en; total protein (p=0.0001), albümin (p=0.0001), prealbümin (p=0.0001), transferrin (p=0.0001) anlamlı olarak düşük bulundu. Olguların ideal vücut ağırlık yüzdesi hesaplandığında, 26 olguda (%65) beslenme yetersizliği saptandı. Prealbümin (p=0.02), transferrin (p=0.002) ve VLDL kolesterolun (p=0.04) hafif-orta, ileri ve çok ileri KOAH'lı olgular arasında istatistiksel fark gösterdiği saptandı. KOAH'lı olgularda beslenme parametreleri sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde bozulmaktadır. Beslenme parametreleri, özellikle çok ileri KOAH olgularında, ileri ve hafiforta olgulara göre anlamlı derecede bozulmuştur. KOAH'lı hastalarda prealbümin, transferrin gibi parametreler beslenme desteği gerekliliğini ve hastalık şiddetini değerlendirmede yol gösterici olabilir.
Nutritional impairment, a factor that adversely effects the morbidity and mortality of patients, is frequently detected in patients with COPD. The aim of this study is to determine the relationship between pulmonary functions and nutritional parameters in hospitalized patients with COPD. Forty patients with COPD and 12 healthy subjects who served as controls were evaluated. Patients with COPD were subclassified as mild-moderate, advanced and severe according to National Diagnosis and Treatment guidelines. Body mass index (BMI) of this patients were calculated. Hemoglobin (Hb), hematocrit (Hct) levels, lymphocyte counts, total protein, serum albumin, iron, total iron binding capacity, ferritin, transferrin, total cholesterol, triglyceride, VLDL, LDL, HDL cholesterol levels were evaluated as biochemical nutritional parameters. Total iron binding capacity (p=0.001), Hct (p=0.002), HDL cholesterol levels were significantly higher in the study group. Total protein (p=0.0001), albumin (p=0.0001), prealbumin (p=0.0001) and transferrin levels were significantly higher in the control group. Ideal body weight percentage calculations revealed that 26 patients (65%) had malnutrition. Moreover, prealbumin (p=0.02), transferrin (p=0.002) and VLDL cholesterol (p=0.04) levels were significantly different between 3 patient groups. Nutritional parameters were significantly impaired in patients with COPD when compared with healthy controls. These biochemical nutritional parameters were significantly impaired in patients with advanced and severe COPD patients when compared with mild-moderate groups, Prealbumin and transferrin could be helpful in determining severity of the disease and need of nutritional support in patients with COPD.

3.
AKCİĞER KANSERİNDE UYGULANAN KEMOTERAPİYE BAĞLI TOKSİSİTE
TOXICITIES DUE TO CHEMOTHERAPY IN LUNG CANCER
Melike KAZANCI, Cenk KIRAKLI, Ahmet Emin ERBAYCU, Salih Zeki GÜÇLÜ
Sayfalar 165 - 171
Bu çalışmanın amacı, 2004-2010 yılları arasında akciğer kanseri nedeniyle birinci hat kemoterapi alan olgularda tercih edilen kemoterapi kombinasyonlarını ve gelişebilecek kısa dönem yan etkileri ortaya koymaktır. Hastalar retrospektif olarak çalışmaya alındı. Yaş, cinsiyet, hastalık evresi, performans düzeyi (ECOG skoru), tümör hücre tipi, planlanan kemoterapi uygulaması, birinci kür sonrası oluşan toksisiteleri kaydedildi. Toksisite değerlendirmeleri CTCAE kriterlerine göre yapıldı. Çalışmaya toplam 803 hasta alındı. En sık rastlanan tümör hücre tipleri, küçük hücreli dışı, skuam öz, adenokarsinom ve küçük hücreli karsinomdu. En fazla tercih edilen kemoterapi kombinasyon rejimleri olarak da Cisplatin+Gemsitabine, Cisplatin+Etoposide ve Cisplatin+Dosetaksel göze çarpmaktaydı. Bütün rejimler göz önüne alındığında en sık rastlanan toksisiteler anemi ve nötropeni gibi hematolojik toksisitelerdi. Cisplatin bazlı rejim alanların %40'ında, Carboplatin bazlı rejim alanların da %39'unda yan etki gözlenmedi. Akciğer kanserli hastalarda kemoterapi uygulamaları sırasında, özellikle kısa dönem toksisiteler açısından anemi, nötropeni ve bulantı-kusma akılda tutulmalıdır. Kemoterapi uygulanacak hastaların seçimi sırasında bu yan etki profillerine göre fayda risk analizi yapılmalı ve ilaç kombinasyonları buna göre oluşturulmalıdır.
The aim of this study was to evaluate the chemotherapy combination choices and short term toxicities in lung cancer patients who had first line chemotherapy between 2004 and 2010. Patients were enrolled retrospectively. Age, gender, disease stage, performance status (ECOG score), histologic type of the tumour, chemotherapy choice and toxicities were recorded. Evaluation of the toxicites were done according to the CTCAE criteria. A total number of 803 patients were included in the study. The most common tumour types were nonsmall cell, squamous, adenocarcinoma and small cell carcinoma. The most common choice of chemotherapy combinations were Cisplatin+Gemsitabine, Cisplatin+Etoposide and Cisplatin+ Docetaxel respectively. When all the chemotherapy regimes were evaluated, the most common toxicites were hematologic ones such as anemia and neutropenia. No side effects were observed in 40% of patients who had Cisplatin based combinations and 39% of patients who had Carboplatin based combinations. Short term toxicites such as anemia, neutropenia and nausea must be kept in mind in lung cancer patients who will have chemotherapy. Benefit and risks should be analysed carefully and selection of chemotherapy combinations and patients should be done according to these toxiciy profiles.

4.
ACİL SERVİSTE İZLENEN KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI VE AKCİĞER KANSERİ OLAN OLGULARIN ÖZELLİKLERİ
CHARACTERISTICS OF THE LUNG CANCER CASES WITH CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE FOLLOWED IN EMERGENCY ROOM
Ceyda ANAR, Dursun TATAR, İpek ÜNSAL, Yasemin ÖZDOĞAN, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 173 - 181
Acil servise başvuran kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve akciğer kanseri birlikteliği olan olguların genel özelliklerini değerlendirmek. Hastanemiz acil servisine Ocak 2007-Haziran 2007 tarihleri arasında başvuran KOAH ve akciğer kanseri birlikteliği olan 86 olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan 86 olgunun 6 (%6.9)'sı kadın, 80'i (%93.1) erkek olup yaş ortalaması 65.3 (37- 81) idi. Olgularn 76 (%88.3)'sı sigara içicisiydi ve ortalama 57.4 (0-150) paket/yılı sigara kullanma öyküsü vardı. Olgularımızda saptanan en sık semptomlar nefes darlığı (%100), öksürük (%88.3) ve balgam çıkarma (%40.6) idi. Daha az sıklıkta kilo kaybı (%40.6), göğüs ağrısı (%33.7) ve hemoptizi (%16.2) izlendi. Radyolojik olarak sıklıkla kitle lezyonu (%97.6), mediastinal ve/ veya hiler lenfadenopati (%83.7) ve atelektazi (%18.6) saptandı. Lezyonların en sık sağ üst lobda (%33.7) yerleştiği, bunu sağ hilus (%22.1) ve sol üst lobun (%20.9) izlediği görüldü. Patolojik tanı 43 (%36.9) olguda küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK), 14 (%12.04) olguda squamöz hücreli akciğer karsinomu, 10 (%8.6) olguda adeno karsinomu, 1 olguda da büyük hücreli akciğer karsinomu ve 14 (%16.4) olguda küçük hücreli akciğer karsinomu (KHAK) idi, 4 (%4.8) olguda patolojik tanıya ulaşılamadı. Olguların büyük çoğunluğu (63 olgu, %73.2) lokal ileri ve ileri evre hastalığa sahipti. Olguların 36'sına (%41.8) kemoterapi, 15'ine (%17.5) radyoterapi, 16'sına (%18.6) kemoterapi ve radyoterapi, 4'üne (%4.8) cerrahi tedavi uygulanmış olup, 15 (%17.5) olgu semptomatik tedavi ile izlenmekteydi. KOAH'lı akciğer kanseri olgularının en sık acil başvuru semptomu nefes darlığı ve en sık acil başvuru nedeni solunum yetmezliği idi.
To evaluate the characteristics of the cases with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) and lung cancer concurrently referred to emergency room. The data of 86 cases referred to emergency service with COPD and lung cancer concurrently between the dates of January and June 2007 were evaluated retrospectively. 80 (93.1%) of cases were men and six (6.9%) were women, mean age was 65.3years (37-81). Seventy-six of cases (88.3%) were smokers. The most frequent symptom for referral to emergency room was dyspnea and it was present in all cases. Cough (88.3%), sputum expectoration (40.6%) and weight loss (40.6%) were other the most common symptoms. The most frequent radiological lesions were mass lesion (97.6%) and hilar and/or mediastinal lenfadenopathy (83.7%). Diagnosis of lung cancer was based on histopathology in 82 cases (95.2%) and clinic-radiologic findings dosyain 4 cases (4.8%). The most common cancer type was non small cell lung cancer (NSCLC) (n:43, 36.9%). 14(12.04%) caseses were squamöz lung cancer, 10 cases were adenocarsinoma and 14 cases were small cell lung carcinoma. When assessed in terms of organ metastasis, it was observed that the most frequent one was adrenal metastasis (8.0%). Chemotherapy was performed in 36 (41.8%) cases, radiotherapy in 15 (17.5%), surgery in 4 (4.8%) and 15 (17.5%) subjects were followed by symptomatic therapy. The most frequent symptom for referral was dyspnea and the most frequent cause for referral was respiratory insufficiency in COPD-patients with lung cancer.

5.
SAĞLIK HİZMETİ SUNUMUNDA HASTA – HEKİM İLETİŞİMİNİN HASTA MEMNUNİYETİNE ETKİSİ: BİR KANO MODEL ANALİZİ
THE EFFECT OF PATIENT-PHYSICIAN COMMUNICATION TO THE PATIENT SATISFACTION IN HEALTH SERVICE: A KANO MODEL ANALYSIS
Gülnur GÜL, Pınar BOL, Ahmet Emin ERBAYCU
Sayfalar 183 - 194
Hasta hekim iletişimi kişiler arası bir süreçtir ve tıbbi bakımın ana kompenenti olarak ele alınmaktadır. Hasta hekim ilişkisinde hasta hekime varoluşsal bir bağlılık içindedir. Hastanın hekime güven duyması, tedavinin etkinliği için birincil koşuldur. Araştırmamızda sağlık hizmeti sunumunda hasta-hekim ilişkisini tanımlayıp, iletişim modelleri, tarihsel süreç, iletişimin pozitif ve negatif dinamikleri ve hastaların iletişim sürecine bakış açısı ele alınmıştır. Bir eğitim ve araştırma hastanesinin acil servisinde yaşanan hasta-hekim ilişkisi örnek olay olarak alınıp analiz edilmiştir. Elde edilen verilerden yola çıkılarak kalite geliştirme aracı olan ‘Kano modeli' kullanılarak hasta gereksinimleri saptanıp önceliklendirilmiştir. Çalışmamızın sonucunda hastaların hekiminden memnuniyeti ya da memnuniyetsizliğine yol açan en önemli etkenin hekimin güleryüzlü davranması ve hastaya yapılması planlanılan tanı ve tedavi hakkında yeterli ve anlaşılır bir şekilde bilgi vermesi olduğu görülmüştür. Bu durumda hasta memnuniyetini sağlamanın ilk adımı hastanın en doğal hakkı olan bilgi alma hakkına riayet edilmesidir.
Patient-physician communication is a course between individuals and is the main component of medical care. Patients have a interdependence to the doctor in this communication. The primary state for the effect of the therapy is trust. In the study, we aimed to define the patient-physician communication and assess the models of communication, the historical course, positive and negative dynamics of communication and patients' view to the communication. With the information which had been collected, we defined and revealed the priorities of the patients using the Kano model, a development tool of quality. In conclusion, it was revealed that good-humored behaviour of the doctor and giving enough and understandable information to the patient about the diagnosis and therapy were the most important factors causing the satisfaction or dissatisfaction of the patients. So, the primary step to achieve the satisfaction of the patient is to respect the patients' right of receiving information, a naturel right.

6.
ERİŞKİN HASTADA KİSTİK BRONŞEKTAZİYE ETYOLOJİK YAKLAŞIM: VAKA TAKDİMİ
AETIOLOGICAL INVESTIGATION TO CYSTIC BRONCHIECTASIS IN AN ADULT PATIENT: CASE PRESENTATION
Ayşe BAÇÇIOĞLU KAVUT, Aslıhan YALÇIN
Sayfalar 195 - 201
Bronşektazi çeşitli hastalıklıkların patolojik yansıması olabilir. Ancak, etyolojik araştırma pek çok vakada hafife alınmaktadır. Burada tekrarlayan sinopulmoner enfeksiyon öyküsü olan ve ileri yaşta kistik bronşektazi tanısı alan 43 yaşındaki kadın hastayı altta yatan olası hastalıklar açısından araştırdık. Hastanın ailesinde tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu öyküsü mevcuttu. Son iki dekatta, balgamında Streptococcus pneumoniae ve Haemophilus influenzae tekrarlayan kereler izole edilmişti. Hasta tanı konulmasını takiben, enfeksiyonlar, immün yetmezlik, kistik fibrosis (KF) ve allerjik bronkopulmoner aspergillozis gibi altta yatan hastalıklar yönünden araştırıldı. Terde klor testi, tekrarlayan kereler sınırda pozitif sonuçlandı. Ancak, KF tanısı için genetik mutasyon saptanmadı. Takiben, hastaya özel tedavi verilerek izleme alındı. Bu vaka, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu ve bronşektazisi olan erişkin hastalara yaklaşım yöntemlerini göstermektedir.
Bronchiectasis may be the pathological expression of a large variety of disorders. However, a search for the aetiology is underestimated in many cases. Here, we searched the possible underlying diseases in a 43-year-old woman with recurrent history of sinopulmonary infections who was diagnosed as having cystic bronchiectasis lately. Family history was positive for recurrent respiratory infections. During the last two decades Streptococcus pneumoniae and Haemophilus influenzae were isolated repeatedly from her sputum. At diagnosis, patient was searched for underlying diseases including infections, immunodeficiency, cystic fibrosis (CF), and allergic bronchopulmonary aspergillosis. Recurrent sweat-chloride test results were reported as borderline. However, no genetic mutations were detected for a diagnose of CF. Next, patient was given an individualized therapy and taken into a follow-up. This case summarizes the screening tools when an adult presents with recurrent respiratory infections and bronchiectasis.

7.
TÜBERKÜLOZA BAĞLI OTİTİS MEDİA: OLGU SUNUMU
TUBERCULOUS OTITIS MEDIA: CASE REPORT
Cenk KIRAKLI, Özgür BATUM, Ahmet Emin ERBAYCU, Salih Zeki GÜÇLÜ, Semih ÖNCEL
Sayfalar 203 - 206
Tüberküloza bağlı otitis media (TOM), nadir görülen bir ekstrapulmoner tüberküloz tiplerinden bir tanesidir. Tanı ve tedavide gecikme olması durumunda fasiyal paralizi, fistül gelişimi, santral sinir sistemi tüberkülozu ve kalıcı işitme kaybı gibi ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Literatürde, uzun süre nonspesifik antibiyotik tedavisi almasına rağmen düzelme olmayan, süpüratif otitis media tanısı olan ve sonradan tüberküloza bağlı otitis media saptanan nadir sayıda olgu bildirilmiştir. Tanı konulduktan sonra uygun antitüberküloz tedavi ile hastalar genellikle düzelir. Bu makalede, uzun süre antimikrobiyal tedavi ile düzelmeyen kronik süpüratif otiti olan ve sonunda tüberküloza bağlı otitis media TOM tanısı alan yirmi dört yaşında bayan olgu, literatür ışığında tartışılmıştır.
Tuberculous otitis media (TOM) is a rare type of extrapulmonary tuberculosis. Severe complications such as facial paralysis, fistulization, tuberculosis of the central nervous system and permanent deafness may occur in case of diagnosis and treatment delay. Patients usually can be cured with appropriate antituberculous therapy after diagnosis. In this paper, a 24 years old woman who had chronic supurative otitis media despite antimicrobial therapy and finally diagnosed as TOM is discussed in the light of the literature.

8.
IMMUNSÜPRESIF TEDAVİ ALAN OLGUDA MORTAL SEYREDEN STAPHYLOCOCCUS AUREUS PNÖMONİSİ
MORTAL STAPHYLOCOCCUS AUREUS PNEUMONIA IN A CASE WHO HAS IMMUNOSUPPRESSIVE TREATMENT
Pınar Yıldız GÜLHAN, Aydanur EKİCİ, Mehmet EKİCİ, Mukadder KOÇAK
Sayfalar 207 - 211
İmmunsupresif hastalar başta bakteriyel enfeksiyonlar olmak üzere birçok enfeksiyona açık hale gelirler. İmmunsupresif hastaların önemli bir bölümünü de immun sistemi baskılayan ilaç kullananlar oluşturmaktadır. Bu hastalarda gelişen pnömoniler, hızlı ilerler ve yüksek mortaliteye sahiptir. Pemfigus vejetans tanısı ile üç ay boyunca immünsüpresif tedavi alan hastada gelişen ve mortal seyreden Stapfilococus aureus (S. aureus) pnömonisi olgusunu literatürler eşliğinde sunduk. Pemfigus vejetans tanısı ile takip edilen ve immunsupresif tedavi alan 37 yaşında kadın hasta pnömoni nedeniyle kliniğimize yatırıldı ve sepsis sonucu hasta kaybedildi. Hastamız immunsupresif tedavi almasına rağmen önerilen kontrollere gelmemiştir. Hasta ancak pnömoniye bağlı semptomlar ortaya çıktığında hastaneye başvurmuş fakat geç kalındığından hastada sepsis tablosu gelişmiş, yapılan agresif tedaviye rağmen hasta 4 saat içinde kaybedilmiştir. Olgumuzu sunmamızın amacı immunsupresif tedavi verilen hastaların takiplerinin düzenli yapılmaması sonucu ortaya ölümcül komplikasyonların çıkabileceğini göstermektir.
The immunosuppressive patients are exposed to many infections, especially bacterial infections. A significant part of immunosuppressive patients consist of those who use medicine which suppresses immune system. Pneumonia which develops in these patients develops rapidly and causes high rate of mortality. We have presented the case of Stapfilococus aureus (S. aureus) pneumonia which develops in the patients who had immunosuppressive treatment for three months and which causes mortality, in companion with literature. A 37-year-old woman who was followed up with the diagnosis of Pemfigus Vegetance and who had immunosuppressive treatment was admitted to our clinic and she died as a result of sepsis. Although our patient had immunosuppressive therapy, she did not come to the advised controls. The patient consulted to the hospital only after peumonia-based symptoms occurred; however, her sepsis table had developed because she was too late and the she died within 4 hours thereafter in spite of the aggressive treatment. The purpose of presenting this case is to show that lethal complications may come into being on the condition that the patient who have immunosuppressive treatment are not followed up regularly.

9.
KÜNT TORAKS TRAVMASI SONRASI BÜLATERAL TRAVMATİK ŞİLOTORAKS: OLGU SUNUMU
BILATERAL TRAUMATIC CHYLOTHORAX FOLLOWING BLUNT THORACIC TRAUMA: A CASE REPORT
Taner ÖZTÜRK, Ozan USLUER, Özgür SAMANCILAR, Şaban ÜNSAL, Serpil SEVİNÇ, Şeyda ÖRS KAYA
Sayfalar 213 - 215
Şilotoraks, travmatik ve travmatik olmayan nedenlerle ilişkili olarak plevral efüzyonun nadir görülen bir formudur. Sıklıkla torasik vertebra komşuluğundaki fraktürler veya diğer yaralanmalara bağlı olarak duktus torasikusun gerilme veya yaralanması nedeniyle oluşur. Şilotoraks tedavisi konservatif tedaviden cerrahi müdahaleye kadar gidebilir. Optimal yöntem net değildir. Biz künt travma sonrası multipl kot fraktürü ve bilateral şilotoraks nedeniyle solunum zorluğu olan 75 yaşında bir erkek olguyu literatür eşliğinde sunduk. Hasta bilateral göğüs tüpü drenajı ve oral alım kesilerek total parenteral nutrisyon ile konservatif yaklaşımla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Özellikle künt toraks travmasını takip eden plevral efüzyonu olan travma hastalarında, plevral efüzyonun içeriğini belirlemek tedavi yönetiminde çok önemlidir.
Chylothorax is a rare form of pleural effusion that can be associated with traumatic and nontraumatic causes. Mostly, it is attributed to injury or overstretching of major thoracic duct by fractures or other injury of neighboring thoracic spine. The management of chylotorax ranges from conservative treatment to surgical intervention. Optimal management and outcome for patients with chylotorax remain unclear. We present a seventy five year old man who presented with respiratory difficulty due to multipl rib fractures and bilateral chylothorax, which developed after a blunt chest trauma. The patient was successfully treated through a conservative approach with total parenteral nutrition, nothing by mouth, and bilateral chest tube drainage. The nature of pleural effusion developed following a blunt thoracic trauma is important in the management of trauma patients.

LookUs & Online Makale