ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 36 (3)
Cilt: 36  Sayı: 3 - 2022
ÖN SAYFALAR
1.
Frontmatters
Frontmatters

Sayfalar I - XVIII

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.
Tüberküloz Hastalarının Yeni Nesil Dizileme ile Genetik İncelemesi
Genetic Investigation of Patients with Tuberculosis by Next Generation Sequencing
Serkan Belkaya
doi: 10.14744/IGH.2022.52523  Sayfalar 121 - 127
Amaç: Tüberküloz (TB), Mycobacterium tuberculosis’in neden olduğu hayatı tehdit eden bulaşıcı bir hastalıktır. Enfekte bireylerin sadece küçük bir kısmı aktif TB geliştirir ve hastalığın farklı tutulumları olabilir. Ancak TB’ye yatkınlığın altında yatan insan genetik faktörleri büyük ölçüde bilinmemektedir. Bu nedenle, bu çalışmada aksi halde sağlıklı bireylerde TB’nin insan genetik temelinin incelenmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntemler: Aktif TB tanısı konulan toplam 10 hasta incelendi. Hastaların periferik kanından izole edilen genomik DNA kullanılarak tüm ekzom dizilemesi yapıldı. Derinlemesine varyant filtreleme adımlarını takiben mutasyona uğramış genler üzerinde aşırı temsil ve gen ontolojisi analizleri yapıldı.

Bulgular: Medyan yaşı 12,5 yıl, altısı kadın, dördü erkek olan hastaların altısı miliyer, ikisi akciğer ve ikisi yumuşak doku TB hastası idi. Hastaların hiçbirinde, interlökin (IL)-12/interferon (IFN)-γ ekseninde yer alan genlerde veya immünitenin doğuştan gelen bozuklukları ile ilişkili genlerde alel frekansı <%1 olan potansiyel fonksiyon kaybı veya yanlış anlamlı mutasyonlar tespit edilmedi. On hastada toplam 36 gende 36 farklı nadir görülen homozigot veya hemizigot potansiyel fonksiyon kaybı veya bilgisayar ortamında hasar verici olduğu tahmin edilen yanlış anlamlı varyasyonlar belirlendi. Bu mutasyona uğramış genlerin arasında iyon nakli, Wnt sinyalinin düzenlenmesi, cGMP/PKG sinyalizasyonu, G alfa (12/13) sinyalizasyonu, DNA replikasyon ve transkripsiyonu, golgiye ulaşım, hücre morfolojisi ve hareketi, sert dokuların gelişimi ve dolaşım sistemindeki vasküler süreçler gibi çeşitli biyolojik süreçlerde ve yolaklarda yer alan genlerin istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde (p<0,05) aşırı temsil edildiği bulundu.

Sonuç: IL-12/IFN-γ ekseni dışındaki biyolojik yolaklarda bulunan genetik kusurlar, en azından bazı olgularda, TB’ye duyarlılıkta ve hastalığın şiddetinde bireyler arası farklılığı açıklayabilir.
Objective: Tuberculosis (TB) is a life-threatening infectious disease caused by Mycobacterium tuberculosis. Only a small proportion of infected individuals develops active disease with a variety of clinical manifestations. However, human genetic factors underlying susceptibility to TB are largely unknown. This study therefore aimed to dissect the human genetic basis of TB in otherwise healthy individuals.

Material and Methods: Total of 10 patients diagnosed with active TB were studied. Whole exome sequencing was done using genomic DNA isolated from peripheral blood of patients. Over-representation and gene ontology analyses were performed on mutated genes following in-depth variant filtering steps.

Results: There were six miliary, two pulmonary, and two soft-tissue TB patients, with a median age of 12.5 and female to male ratio of 6/4. None of the patients carried potential loss of function or missense mutations with allele frequency (AF) <1% in genes involved in the IL-12/IFN-γ signaling axis or genes associated with inborn error of immunity. We identified total 36 rare homozygous or hemizygous potential loss of function or in silico predicted to be damaging missense variations in 36 genes in 10 patients. We found statistically significant (p<0.05) enrichment of mutated genes involved in various biological processes and pathways, such as ion transport, regulation of Wnt signaling, cGMP/PKG signaling, G alpha (12/13) signaling, DNA replication and transcription, transport to Golgi, cell morphology and movement, development of hard tissues, and vascular processes in circulatory system, in patients.

Conclusion: Genetic defects in biological pathways other than the IL-12//IFN-γ axis may account for inter-individual variation in susceptibility to and severity of TB, at least in some cases.

3.
Endobronşiyal Ultrason İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi ile Antrakoz Tanısı Almış Lenf Nodlarının Sonografik Görünüm, SUVmax ve Hounsfield Unit ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Anthracotic Lymph Nodes with Endobronchial Ultrasound Fine Needle Aspiration by Sonographic Appearance, Suvmax, and Hounsfield Unit
Nevra Güllü Arslan, Figen Eksert İrkılata
doi: 10.14744/IGH.2022.04706  Sayfalar 128 - 132
Amaç: Antrakoz; mediastinal lenfadenopati ya da kanser evrelemesi amacıyla çeki-len (18 F)-2-floro-deoksi-D-glukoz (FDG)-pozitron emisyon tomografi (PET) tetkikinde yalancı pozitifliğe sebep olan bir pnömokonyozdur. Özellikle ileri yaşlı hastalarda ve kanser şüphesinde ek girişimsel işleme neden olduğu için, antrakozun önceden tahmin edilebilmesi önem kazanmaktadır. Bu amaçla; endobronşiyal ultrasonografik (EBUS) ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile antrakoz tanısı almış lenf nodlarının; maksimum standardize alım değeri (SUVmax), Hounsfield Unit (HU) değeri ile sonografik görünüm özelliklerinin değerlendirilmesi hedeflendi.

Gereç ve Yöntemler: 2018–2021 yılları arasında EBUS-İİAB ile antrakoz ve kanser tanısı almış 101 lenf nodu/lezyon retrospektif olarak incelendi. PET raporlarındaki SUV-max, kontrastsız bilgisayarlı tomografideki HU ölçümleri ve EBUS sonografik görünümleri değerlendirildi. Bu verilerden herhangi biri eksik olan hasta çalışma dışı bırakıldı.

Bulgular: Tüm verilere ulaşılan 68 lenf nodu değerlendirmeye alındı. Antrakoz/malign lenf nodunun ortalama yaş, SUVmax, HU değerleri sırasıyla; 70/64, 5,8/7,3, 47,8/34,8 olarak tespit edildi; yaş ve HU değerleri antrakoz grubunda istatistiksel olarak anlamlı daha yüksek saptandı (p<0,05). Malignite olasılığının; SUVmax’da 1 birimlik artış ile 1,451 kat arttığı, HU değerinde 1 birimlik artış ile 0,824 kat azaldığı tespit edildi. Ayrıca SUVmax/HU oranlarının malign grupta daha yüksek olduğu izlendi (p<0,001).

Sonuç: Mediastinal lenfadenopati ya da PET pozitifliği durumlarında, özellikle ileri yaşlı hastalarda ve HU 47.826 üzerindeki değerlerde antrakozdan şüphe edilebileceği düşünüldü. Ayrıca; HU yüksekliği ile malignite olasılığından uzaklaşıldığı, SUVmax/HU oranında artışın ise malignite lehine değerlendirilmesi gerektiği gösterildi.
Objective: Anthracosis is a pneumoconiosis which induces false positivity in (18 F)-2-fluoro-deoxy-D-glucose (FDG)-positron emission tomography (PET) examination performed for mediastinal lymphadenopathy (LAP) or cancer staging. Predicting anthracosis is important especially in elderly patients and cancer suspicion, as it causes additional interventional procedures. For this reason; it was aimed to evaluate lymph nodes (LN) which were diagnosed as anthracosis by endobronchial ultrasonographic (EBUS) fineneedle aspiration biopsy (FNAB), with maximum standardized uptake value (SUVmax), Hounsfield Unit (HU) value, and sonographic appearance characteristics.

Material and Methods: One hundred and one LN/lesions diagnosed as anthracosis and cancer by EBUS-FNAB between 2018 and 2021 were retrospectively analyzed. SUVmax in PET reports, HU measurements in non-contrast CT, and EBUS sonographic appearances were evaluated. Patients with any missing data were excluded from the study.

Results: Sixty-eight LNs with all variables were included in to study. The mean age, SUVmax, and HU values of anthracose/malign LN were respectively; 70/64, 5.8/7.3, and 47.8/34.8. Age and HU values were statistically significantly higher in anthracosis group (p<0.05). It was determined that probability of malignancy increased 1.451 times with a one-unit increase in SUVmax and decreased 0.824 times with a one-unit increase in HU. In addition, SUVmax/HU ratios were significantly higher in malign group (p<0.001).

Conclusion: It was thought that anthracosis could be suspected in cases of mediastinal LAP or PET positivity, especially in advanced elderly patients and values above HU 47.826. Furthermore, it has been shown that the high HU value receded from possibility of malignancy, and the increase in SUVmax/HU ratio should be evaluated in favor of malignancy.

4.
Respiratuvar Sinsityal Virüs (RSV), İnfluenza A/B Virüsüne Bağlı Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu ve RSV-İnfluenza A/B Koenfeksiyonunun Şiddetinin Araştırılması
Investigation of Severity in Lower Respiratory Tract Infection Due to Respiratory Syncytial Virus (RSV), Influenza A/B Virus, and RSV-Influenza A/B Coinfection
Gülbahar Darılmaz Yüce, Matin Iskandarov, Şerife Torun, Çiğdem Erol, Gaye Ulubay, Müşerref Şule Akçay
doi: 10.14744/IGH.2022.92905  Sayfalar 133 - 140
Amaç: Respiratuvar sinsityal virüs (RSV) enfeksiyonları, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan diğer virüslerle aynı anda ve hatta aynı kişide bulunabilir. Bu virüsler arasında en sık izole edilen koenfeksiyon, RSV-influenza koenfeksiyonudur. Bu çalışmada hastanemizde RSV veya influenza A/B enfeksiyonu veya RSV ve influenza A/B virüs koenfeksiyonu nedeniyle takip ve tedavi edilen hastaların demografik ve klinik özelliklerinin, morbidite ve mortalitesinin araştırılması amaçlandı.

Gereç ve Yöntemler: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Ocak 2015 ile Ocak 2019 tarihleri arasında nazofarengeal sürüntü örneklerinden multipleks polimeraz zincir reaksiyonu analizi ile influenza veya RSV enfeksiyonu veya RSV ve influenza A/B virüs koenfeksiyonu olarak tanı konulan ve yatarak tedavi ve takip edilen ardışık tüm hastalardan elde edilen veriler geriye dönük olarak analiz edildi. İnfluenza, RSV enfeksiyonu ve RSV-influenza koenfeksiyonu olan hasta grupları karşılaştırıldı.

Bulgular: RSV-influenza koenfeksiyonu grubunda nazal oksijen, yüksek akımlı oksijen, noninvaziv mekanik ventilasyon ve invaziv mekanik ventilasyon gereksinimleri açısından fark bulunmadı (sırasıyla p=0,411, p=0,859, p=0,258, p=0,950). RSV-influenza koenfeksiyonu grubu ile diğer gruplar arasında mortalite oranları açısından fark bulunmadı (p=0,403).

Sonuç: Çalışmada influenza, RSV enfeksiyonu ve RSV-influenza koenfeksiyonu olan hastalar arasında demografik veriler, komorbiditeler, hastalığın klinik şiddeti ve mortalite oranları açısından fark bulunmadı. Her yaştan erişkin için RSV ve influenza virüsleri hastane ve yoğun bakım yatışları, mekanik ventilasyon ve mortalite açısından önemli patojenlerdir. Erişkin hastalarda RSV-influenza koenfeksiyonları için daha büyük popülasyon çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Objective: Respiratory syncytial virus (RSV) infections can be found simultaneously with other viruses that cause upper and lower respiratory infections, and even in the same individual. Among these viruses, the most frequently isolated coinfection is RSV-influenza coinfection. In this study, we aimed to investigate the demographic and clinical characteristics, morbidity, and mortality of patients followed up and treated in our hospital for RSV or influenza A/B infection or RSV-influenza A/B virus coinfection.

Material and Methods: Obtained from all consecutive patients who were diagnosed as influenza or RSV infection or RSV and influenza A/B virus coinfection by multiplex polymerase chain reaction analysis from nasopharyngeal swab samples between January 2015 and January 2019 at Baskent University Medical Faculty Hospital and were hospitalized and followed up data were analyzed retrospectively. Groups of patients with influenza, RSV infection, and RSV-influenza coinfection were compared.

Results: No difference was found in the RSV-influenza coinfection group in terms of nasal O2, high flow oxygen, non-invasive mechanical ventilation, and invasive mechanical ventilation requirements (p=0.411, p=0.859, p=0.258, and p=0.950, respectively). In terms of mortality rates, no difference was found between the RSV-influenza coinfection group and the other groups (p=0.403).

Conclusion: In our study, no difference was found in terms of demographic data, comorbidities, clinical severity of the disease, and mortality rates between patients with influenza, RSV infection, and RSV-influenza coinfection. For adults of all ages, RSV and influenza viruses are important pathogens in terms of hospital and intensive care hospitalization, mechanical ventilation, and mortality. Larger population studies are needed for RSV-influenza infections in adult patients.

5.
Ekstratorasik ve Akciğer Malignitelerinde Mediastinal Lenfadenopatide PET/BT’de Radyomik Doku Analizinin Rolü
Role of Radiomic Tissue Analysis in PET/CT in Mediastinal Lymphadenopathy in Extrathoracic and Lung Malignancies
Nurşin Agüloğlu, Ayşegül Aksu, Damla Serçe Unat, Onur Fevzi Erer, Tuğçe Çiftçi Doksöz
doi: 10.14744/IGH.2022.75047  Sayfalar 141 - 147
Amaç: Çalışmanın amacı, akciğer ve ekstratorasik malignitesi olan hastalarda, flor-18-florodeoksi glukoz pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (18F-FDG PET/BT) tarafından saptanan mediastinal ve hiler lenf nodlarının PET radyomik analizi ile noninvaziv olarak metastaz durumunu belirlemektir.

Gereç ve Yöntemler: Ocak 2015-Temmuz 2022 tarihleri arasında akciğer veya ekstra-torasik malignitesi tespit edilen mediastinal lenfadenopatisi olan, 18F-FDG PET/BT görüntülemesi yapılan 79 hastalanın görüntüleri LIFEx yazılımı kullanılarak değerlendirildi. Lenf nodlarının ilgi hacmi (VOI) oluşturuldu ve bu VOI’dan hacimsel ve dokusal özellikler elde edildi. Bu parametreler ile lenf nodlarının malign-benign tahmin analizi yapıldı.

Bulgular: Benign ve malign gruplar arasında tüm standart alım değeri (SUV) para-metrelerinde, metabolik tümör hacmi (MTV)’de, iki şekil, 28 doku özelliği parametresinde anlamlı farklılıklar elde edildi. SHAPEsphericity, GLCMenergy ve MTV, çok değişkenli analizle değerlendirildiğinde, SHAPEsphericity ve GLCMenergy, benign ve malign grupları ayırmada en iyi özellikler olarak elde edildi (p<0,001, OR: 1920,061, 43,425–84895,821, %95 CI ve p=0,009, OR: 0,001, 0,000–0,188, %95 CI). Bu iki özellikle oluşturulan modelin benign grubu ayırt etmedeki duyarlılık ve özgüllük değerleri sırasıyla %90,1 ve %56,8 olarak hesaplandı (AUC: 0,742). Akciğer dışı malignite metastazı olan ve benign saptanan gruplar arasında iki şekil, bir doku analizi özelliğinde anlamlı farklılık saptandı.

Sonuç: PET radyomik verilerin kullanımının, ekstratorasik ve/veya akciğer kanserinde mediastinal ve hiler lenf nodu evrelemesi için katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.
Objective: The objective of this study was to determine the metastasis status noninvasively by PET radiomic analysis of mediastinal and hilar lymph nodes (LN) detected by Fluor-18-fluorodeoxyglucose positron emission tomography/computed tomography (18F-FDG PET/CT) in patients with lung and extrathoracic malignancies.

Material and Methods: Images of 79 patients with mediastinal lymphadenopathy with lung and/or extrathoracic malignancy, who had undergone 18F-FDG PET/CT imaging between January 2015 and July 2022, were evaluated using LIFEx software. The volume of interest (VOI) of the LNs was generated and volumetric and textural features were obtained from this VOI. Predictive analysis of benign and malign LNs was performed with these parameters.

Results: Significant differences were obtained between benign and malignant groups in all standard uptake value parameters, metabolic tumor volume (MTV), 2 shapes, and 28 tissue feature parameters. When SHAPEsphericity, GLCMenergy, and MTV were evaluated by multivariate analysis, SHAPEsphericity and GLCMenergy were obtained as the best features to distinguish benign and malignant groups (p<0.001, OR: 1920.061, 43.425–84895.821, 95% CI and p=0.009, OR: 0.001, 0.000–0.188, 95% CI). The sensitivity and specificity values of the model created with these two features in distinguishing the benign group were calculated as 90.1% and 56.8%, respectively (AUC: 0.742). There was a significant difference between the groups with extrapulmonary malignancy metastasis and benign ones in two shapes and one tissue analysis.

Conclusion: We think that the use of PET radiomic data will contribute to mediastinal and hilar LN staging in extrathoracic and/or lung cancer.

6.
Akciğer Kanseri Cerrahisi Sonrası Obstrüktif Uyku Apne ile İlişkili Komplikasyonları Öngörmede Tarama Anketlerinin Uygulama Değeri
Application Value of the screening questionnaires to predict OSA-related complications following thoracic surgery for lung cancer
Burcu Oktay Arslan, Banu Aktin Yoldaş, Mehmet Ünal, Deniz Çatal, Ahmet Üçvet, Zeynep Zeren Uçar Hoşgör, Soner Gürsoy
doi: 10.14744/IGH.2022.41636  Sayfalar 148 - 155
Amaç: Çalışmanın amacı, akciğer kanseri torasik cerrahisi sonrasında obstrüktif uyku apne (OUA) ile ilişkili komplikasyonları öngörmede STOP-BANG, Berlin ve NoSAS skoru dahil uyku apnesi tarama anketlerinin değerini araştırmaktır.

Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, prospektif bir çalışmadır. Elektif torasik cerrahi endikasyonu olan akciğer kanseri tanılı hastalar 1 Temmuz 2016 ile 1 Temmuz 2017 tarihleri arasında çalışmaya alındı. Tüm hastalara ameliyat öncesi pulmoner değerlendirme yapıldı. STOP-BANG ve Berlin anketleri uygulandı. NoSAS skoru hesaplandı. Postoperatif OUA ile ilişkili komplikasyonlar ile tarama anketleri skorları arasındaki ilişki değerlendirildi.

Bulgular: Çalışmaya 71 hasta kabul edildi. Elli sekiz (%81,7) hastanın STOP-BANG skoru ≥3, 27 (%38) hastanın Berlin anket skoru ≥2 ve 53 (%74,6) hastanın NoSAS skoru 8 olarak tespit edildi. Yetmiş bir hastanın 27 (%38)’sinde OUA ile ilişkili komplikasyon belirlendi. OUA ile ilişkili komplikasyonları olan ve olmayan hasta grupları arasında STOP-BANG (p=0,586), Berlin (p=0,586) ve NoSAS (p=0,799) skorları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi. Ancak, OUA ile ilişkili komplikasyonları olan 27 hastanın 21’inin (%77,6) STOP-BANG ve NoSAS skoruna göre, OUA için yüksek risk grubunda olduğu belirlendi.

Sonuç: STOP-BANG anketi, Berlin anketi ve NoSAS skoru, akciğer kanseri için torasik cerrahiyi takiben gelişebilecek OUA ile ilişkili komplikasyonları öngörmede yardımcı olmadı. Bununla birlikte, akciğer kanserli hastalarda uyku apnesinin yüksek prevalansı göz önünde bulundurulduğunda, bu popülasyonda OUA taramasının yararlı ve yüksek verimli bir uygulama olduğunu düşünmekteyiz. NoSAS skoru, basitliği ve objektif parametrelerin kullanımı nedeniyle bu amaç için uygun bir aday olabilir.
Objective: The objective of this study was to investigate whether or not sleep apnea screening questionnaires including STOP-BANG, Berlin, and NoSAS, predict obstructive sleep apnea (OSA)-related complications following thoracic surgery for lung cancer.

Material and Methods: This was a prospective study. Patients with a diagnosis of lung cancer who were eligible for elective thoracic surgery were enrolled in the study between July 1, 2016, and July 1, 2017. All patients underwent pre-operative pulmonary evaluations and completed the STOP-BANG and Berlin questionnaires. The NoSAS score was subsequently calculated. The relationship between post-operative OSA-related complications and screening questionnaires was assessed.

Results: Of 71 patients enrolled, 58 (81.70%) had a STOP-BANG score of ≥3, 27 (38%) had a Berlin questionnaire score of ≥2, and 53 (74.60%) had a NoSAS score of ≥8. Of the 71 patients, 27 (38%) had OSA-related complications. There were no statistically significant differences between the patient groups with and without OSA-related complications in terms of STOP-BANG (p=0.586), Berlin (p=0.586), or NoSAS (p=0.799) scores. However, 21 (77.6%) of the 27 patients with OSA-related complications were at high-risk for OSA according to the STOP-BANG and NoSAS score.

Conclusion: Neither the STOP-BANG or Berlin questionnaires nor the NoSAS scores were helpful as predictors of OSA-related complications following thoracic surgery for lung cancer. However, in view of the high prevalence of sleep apnea in patients with lung cancer, screening for OSA in this population remains a useful, high yield pursuit. The NoSAS score may be an appealing candidate due to its simplicity and use of objective parameters.

7.
COVID-19 Pandemisi Sırasında Obstrüktif Uyku Apne Sendromu Olan Hastaların Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı Cihaz Tedavisine Uyumunun Değerlendirilmesi
Evaluation of the Compliance of Patients with Obstructive Sleep Apnea Syndrome to Continuous Positive Airway Pressure Therapy During the COVID-19 Pandemic
Melike Batum, Ayşin Kısabay Ak, Yağmur Inalkaç Gemici, Hikmet Yılmaz
doi: 10.14744/IGH.2022.47550  Sayfalar 156 - 161
Amaç: Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) sık görülen ve pozitif hava yolu basıncı tedavisinin etkili olduğu bir hastalıktır. Pozitif hava yolu basıncı tedavileri arasında en yaygın olarak kullanılanı sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) tedavisidir. Pandemi döneminde OUAS hastalarının CPAP tedavisine uyumlarına ilişkin veriler sınırlıdır. Bu çalışmada, pandemi döneminde CPAP kullanan OUAS hastalarının cihaz kullanım sürelerinin pandemi öncesi dönemle karşılaştırılması ve bunun demografik, polisomnografik ve eşlik eden hastalıklarla olan ilişkisinin araştırılması amaçlandı.

Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, retrospektif dizaynda tasarlandı ve 27.03.2020–01.07.2022 tarihleri arasında uyku polikliniğine CPAP cihaz kontrolü için başvuran ve pandemi başlangıcından önce en az bir yıl süreyle CPAP kullanımı olan 58 OUAS hastası dahil edildi. Demografik veriler, eşlik eden hastalıklar, apne hipopne indeksi (AHİ), Epworth uykululuk skalası (EUS) skorları, pandemi öncesinde, pandemi döneminde CPAP kullanım farkı (saat/gün) şeklinde kaydedildi. Eşlik eden hastalıkları olanlar ve olmayanlar, sigara içenler ve içmeyenler, EUS skoru ≥ 10 ve <10 olanlar, kadın ve erkek hastalar arasında grup karşılaştırmaları yapıldı.

Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 58 OUAS hastasının 15’i kadın (%25,9), 43’ü erkek (%74,1) idi ve hastaların yaş ortalaması 52,32±10,57 yıldı. Hastaların pandemi olmayan dönemde günlük CPAP kullanımı 5,88±1,39 saat, pandemi döneminde 5,08±1,22 olarak saptandı (p<0,001). Pandemi öncesi günlük ortalama CPAP kullanımıyla pan-demi dönemindeki günlük ortalama CPAP kullanımı arasındaki fark; yaş, beden kitle indeksi, sigara alışkanlığı, eğitim süresi, AHİ, EUS ve hastalık süreleri ile anlamlı bir ilişki göstermemektedir (p>0,05). Eşlik eden hastalıklar da cihaz kullanımının süresinde bir farklılığa neden olmamıştır (p>0,05).

Sonuç: Pandemi döneminde OUAS hastalarının CPAP cihaz uyumları azaldı. Anksiyete, depresyon, uykusuzluk, posttravmatik stres bozukluğu, karantina döneminde gündüz yapılan napler gibi nedenlerin OUAS hastalarının cihaz uyumlarını olumsuz olarak etkilediği düşünülmektedir.
Objective: Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) is a common disease in which positive airway pressure (PAP) therapy is effective in its treatment. Continuous positive airway pressure (CPAP) therapy is the most widely used PAP therapy. There are limited data on the compliance of OSAS patients to CPAP treatment during the pandemic. In our study, we aimed to compare the device compliance of OSAS patients during the pandemic period with the pre-pandemic. Furthermore, we wanted to investigate its relationship with demographic, polysomnographic, and comorbid diseases.

Material and Methods: Our study was designed in a retrospective design and included 58 OSAS patients who went to the sleep outpatient clinic for CPAP device control between 27.03.2020–01.07.2022 and used CPAP for at least 1 year before the onset of the pandemic. Demographic data, comorbidities, apnea-hypopnea index (AHI), Epworth Sleepiness Scale (ESS) scores, and CPAP usage time were recorded as before and during the pandemic. Group comparisons were made between women and men, with and without comorbid diseases, smokers and non-smokers, and ESS scores ≥10 and <10.

Results: Fifteen (25.9%) of the 58 OSAS patients included in the study were female, 43 (74.1%) were male, and the mean age was 52.32±10.57. The daily CPAP use of the patients in the non-pandemic period was 5.88±1.39 h and 5.08±1.22 in the pandemic period (p<0.001). The difference between the average daily CPAP use before the pandemic and the average daily CPAP use during the pandemic period did not show a significant relationship with demographic datas, AHI, ESS, and disease duration (p>0.05). Concomitant diseases also did not cause a difference in the duration of device use (p>0.05).

Conclusion: CPAP device compliance of OSAS patients decreased during the pandemic period. It is thought that causes such as anxiety, depression, insomnia, posttraumatic stress disorder, and daytime naps during the quarantine period negatively affect the device compliance of OSAS patients.

8.
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri Olgularının Yoğun Bakım Mortalitesini Öngörmede APACHE II ve MPM II-0 Skorlarının Rolleri: 8 Yıllık Deneyimimiz
The Role of APACHE II and MPM II-0 Scores in Predicting Intensive Care Mortality in Non-Small Cell Lung Cancer Cases: 8 Years of Experience
Burcu Tunay, Cem Erdoğan
doi: 10.14744/IGH.2022.36036  Sayfalar 162 - 168
Amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tüm akciğer kanseri olgularının yaklaşık %85’ini oluşturmaktadır. Bu çalışmada, KHDAK’lı hastaların yoğun bakım ünitesi (YBÜ) mortalite riskini öngörmede, Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi II (APACHE II) ve Mortalite Tahmin Modeli II-0 (MPM II-0) skorlama sistemlerinin, tümörle ilgili klinik ve demografik bazı özelliklerin tahmin güçlerinin araştırılması amaçlandı.

Gereç ve Yöntemler: Retrospektif olan bu çalışmaya YBÜ’ye kabul edilmiş 186 KH-DAK’lı hasta dahil edildi. Hastaların klinik ve demografik özellikleri, skorlama puanları, tümör özellikleri ve YBÜ sonlanımları hastanemiz veri tabanından elde edildi.

Bulgular: Çalışmaya 135 erkek ve 51 kadın hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 66,47±12,03 yıldı. Taburcu olan ve eksitusla sonlanan gruplarda yaş (p=0,237) ve cinsiyet (p=0,768) açısından anlamlı farklılık yoktu. MPM II-0’ın kesim noktası >58 alındığı zaman, duyarlılığı %75,9, seçiciliği %84,6 olarak bulundu. Çoklu regresyon analizinde rekürrens/progresyonun (p<0,001), APACHE II skoru >20’nin (p=0,010) ve MPM II skoru >58’in (p<0,001) bağımsız mortalite öngörücüleri oldukları, operasyon sonrası YBÜ’ye alınmanın (p=0,001) ise tek bağımsız sağkalım öngörücüsü olduğu görüldü.

Sonuç: KHDAK’lı hastalarının YBÜ mortalite tahmini yapılırken APACHE II ve MPM II-0 skorlarının değerlendirilmesini ve tümör rekürrens/progresyonunun dikkate alınmasını öneririz. Bununla beraber, KHDAK’lı hastaların YBÜ mortalitesinde etkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla; çok merkezli, prospektif ve daha fazla olası parametrenin dahil edildiği geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Non-small cell lung cancer (NSCLC) accounts for approximately 85% of all lung cancer cases. In this study, we aimed to investigate the strength of Acute Physiology and Chronic Health Evaluation-II (APACHE II) and Mortality Probability Model II-0 (MPM II-0) scoring systems and some tumor-related and clinicodemographic factors to predict the intensive care unit (ICU) mortality risk of patients with NSCLC.

Material and Methods: This retrospective study included 186 NSCLC patients admitted to the ICU. Clinicodemographic characteristics, scoring scores, tumor characteristics, and ICU outcomes of the patients were obtained from our hospital database.

Results: One hundred and thirty-five male and 51 female patients were included in the study and the mean age of the patients was 66.47±12.03 years. There was no significant difference in age (p=0.237) and gender (p=0.768) between discharged and exitus groups. When the cutoff point of MPM II-0 was taken as >58, the sensitivity was found to be 75.9% and the selectivity as 84.6%. In multiple regression analysis, recurrence/progression (p<0.001), APACHE II score >20 (p=0.010), and MPM II-0 score >58 (p<0.001) were found to be independent predictors of mortality, and post-operative admission to the ICU (p=0.001) was found to be only independent predictor of survival.

Conclusion: We recommend that APACHE II and MPM II-0 scores should be evaluated and tumor recurrence/progression should be taken into account when estimating ICU mortality in patients with NSCLC. However, to reveal the effective factors in ICU mortality of patients with NSCLC, there is a need for multicenter, prospective, and large-scale studies examining more possible parameters.

LookUs & Online Makale