ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 24 (2)
Cilt: 24  Sayı: 2 - 2010
ORIGINAL ARTICLE
1. 
AKCİĞER KANSERİNDE SERUM CA-125 DÜZEYİ ÖLÇÜMÜNÜN HASTALIĞA AİT ÖZELLİKLER VE TEDAVİYE YANIT İLE İLİŞKİSİ
THE RELATION OF SERUM CA-125 LEVEL MEASUREMENT WITH DISEASE CHARACTERISTICS AND RESPONSE TO TREATMENT
Emine KARARMAZ, Ahmet Emin ERBAYCU, Serpil TEKGÜL, Arzu Güler İZMİR, Günseli BALCI, Emel PALA ÖZDEN, Dilek KALENCİ, Nuran KATGI, Salih Zeki GÜÇLÜ
Sayfalar 71 - 78
Akciğer kanserli hastalarda tümör markerları tanıdan çok, tümörün vücutta yaygınlığının ve prognozun tayini ile tedavinin takibinde kullanılır. Çalışmaya Şubat 2007 ve Haziran 2009 tarihleri arasında histopatolojik olarak tanı alan 105 akciğer kanserli hasta ve 39 sağlıklı birey "kontrol grubu" olarak alındı. Serum CA-125 düzeyi, akciğer kanserli hastaların tanıları anında, kemoterapi alan hastalarda 3. küre geldiklerinde ve tedavi bitiminde, radyoterapi (RT) alan veya opere olan hastalardan tedavilerinin bitiminden ortalama 1- 3 ay sonra ölçüldü. Akciğer kanserli hastalarda tanı anında serum CA-125 101.9 U/ml sağlıklı kontrol grubunda 8.5 U/ml idi (p=0,000). Tedavi sonrası progresyon gösteren hastalarda serum CA-125 düzeyi anlamlı şekilde yüksek bulundu (p=0.03). Akciğer kanserli hastalarda ilk yanıt değerlendirmede ve tedavi sonrası ölçülen serum CA-125 düzeyleri tümör hücre tipi, tümör hücre alt tipi ve hastalığın evresine göre farklılık göstermedi. Serum CA-125 düzeyi akciğer kanserli hastalarda sağlıklı kişilere göre belirgin şekilde yüksektir. Akciğer kanserinin yaygınlığı ve tümör histopatolojisi ile ilişki göstermemektedir. Tedavi sonrası ölçülen yüksek düzeyler tedaviye yanıtsızlık ile ilişkilidir.

2. 
YOĞUN BAKIM DIŞI KOŞULLARDA TAKİP EDİLEN ENTÜBE HASTALARDAKİ VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
THE ASSESSMENT OF VENTILATOR ASSOCIATED PNEUMONIA AT INTUBATED PATIENTS WHO HAS FOLLOWED UP NON-INTENSIVE CARE CONDITIONS?
Ebru ÇAKIR EDİS, Osman Nuri HATİPOĞLU, İlker YILMAM, Alper EKER, Özlem TANSEL, Necdet SÜT
Sayfalar 79 - 85
Aralık 2006 tarihine kadar hastanemizde sadece 7 yatak kapasiteli, genellikle postoperatif hastaların izlendiği yoğun bakım ünitesi (YBÜ) mevcuttu. Yatak kapasitesi yetersiz olduğundan dolayı invaziv mekanik ventilasyon ihtiyacı olan hastalar servislerin içinde ideal olmayan koşullarda takip edilmekteydi. Biz bu çalışmada YBÜ dışında, ideal olmayan koşullarda servislerde takip edilmek zorunda kalan ventilatör ilişkili pnömonilerde (VIP) izole edilen etkenleri, tedavi başarısını ve sağkalım oranlarını saptamayı amaçladık. Biz bu çalışmada; YBÜ dışında servislerde invaziv mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda geli- şen VIP'li ardışık 43 erişkin hastayı prospektif olarak değerlendirdik. Tüm hastalar tedavi başar ısı açısından Göğüs Hastalıkları, İnfeksiyon Hastalıkları ve hastadan sorumlu klinisyenden oluşan bir ekip tarafından izlendi. Hastaların yaşam sürelerinin analizinde Kaplan Meier yöntemi uygulandı. Bu hastalarda en sık izole edilen etken Acinetobacter spp. (n= 17) olarak saptandı. Tedavi sonu klinik başarı (kür+iyileşme) oranı %20.9 iken bu oran takip sonunda (altı hafta) %16.3'e geriledi. Kaplan Meier sürvi analizine göre 3,14, 42 ve 365. gün sürvi oranları sırasıyla %72, 34, 16, 11 olarak bulundu. VIP ide al yoğun bakım koşullarında yönetilse dahi mortalitesi yaklaşık %50'dir. Gerçek yoğun bakım koşulları dışında ise mortalite %80'lere yükselmektedir. İnvaziv mekanik ventilasyon gereksinimi olan hastalar mutlaka ideal yoğun bakım koşullarında yönetilmelidir.

3. 
ALLERJİK HASTALIĞI OLAN HASTALARIMIZDA DERİ PRİCK TESTİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF RESULTS OF SKIN PRICK TESTS IN PATIENTS WITH ALLERGIC DISEASES
Elif TORUN, Sıla ŞEREMET
Sayfalar 87 - 92
Deri prick testi (DPT), c iltte allerjene karşı spesifik IgE cevabını gösteren kolay, hızlı, ucuz ve sık kullanılan bir tetkiktir. Rakımı yaklaşık 1500 m, yıllık ortalama sıcaklık 12ºC, nem oranı %60’ın altında olan bir Doğu Anadolu ili olan Bingöl’de sık karşılaşılan allerjenleri tespit etmeyi amaçladık. Aralık 2008-Ekim 2009 arasında hastanemize başvuran ve allerjik hastalığı olan ve DPT uygulanan 68 erkek, 143 kadın toplam 211 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 15 allerjen ekstresi, pozitif ve negatif kontrol olmak üzere 17 allerjen uygulandı. Hastaların tanıları allerjik rinit, astım, atopik dermatit ve kronik ürtikerdi, 113 (%53.6) hastada allerji testi pozitif saptandı. Çalışmamızda en fazla pozitif sonuç ev tozu akarlarına karşı saptandı (%29.4) Dermatophagoides (Dermatophagoides farinae %25.6, D Dermatophagoides pteronysinus %20.9). Allerjenler ev içi ve ev dışı şeklinde sınıflandırıldı, ev içi allerjenler ile duyarlılık %45 (n=95), ev dışı allerjenler ile duyarlılık %30.8 (n=65) olarak bulundu. Ev tozu akarlarının en sık rastlanan alerjenler oluşu literatür ile uyumlu olup, pozitiflik oranı deniz seviyesinde ve kıyısında olan yerlerden belirgin oranda düşük, karasal bölgelerdeki sonuçlarla benzer orandadır. Atopik hastalarda alerjenden kaçınma korunmanın ve tedavinin önemli basamaklarından biridir. Bu ilin verilerinin ilk kez sunulduğu bu çalışma ile bölgede çoğunlukla etken olan alerjenlerin saptanması ve hastaların bu konuda bilinçlendirilmesinin önemini vurgulamaktayız.

4. 
KOAH AKUT ATAKTA SERUM ÜRİK ASİT DÜZEYİ VE ÜRİK ASİT/KREATİNİN ORANININ ATAĞIN AĞIRLIĞI VE ARTERYEL KAN GAZLARI İLE İLİŞKİSİ
THE RELATIONSHIP OF SERUM URIC ACID AND URIC ACID TO CREATININE RATIO WITH SEVERITY OF EXACERBATIONS AND ARTERIAL BLOOD GASES IN COPD ACUTE EXACERBATION
İbrahim OCAK, Hayrettin GÖÇMEN, Ahmet URSAVAŞ, Duygu KÖPRÜCÜOĞLU, Dilek ÇETİNER BAHÇETEPE, Esin TAŞBAŞ, Ercüment EGE
Sayfalar 93 - 100
Ürik asit, pürin yıkımında son ürün olup doku hipoksisinde düzeyi artar. Serum ürik asit seviyesi, oksidatif metabolizmadaki bozukluğun belirteci olarak kullanılabilir. Çalışmada 70 KOAH'lı olgunun 74 akut alevlenme nedenli yatışı değerlendirildi. Çalışmamızda KOAH akut atağı (AA) olan hastalarda serum ürik asit düzeyi ve serum ürik asit/kreatinin oranının hipoksemiyi göstermedeki başarısı, spirometri ve arter kan gazı ile ilişkisi araştırılmıştır KOAH AA'lı olguların tedavi öncesi ve sonrası serum ürik asit düzeyleri kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p<0.001). KOAH AA'lı olgularda tedavi öncesi serum ürik asit düzeyi (p<0.001) ve serum ürik asit/kreatinin oranı (p<0.01) tedavi sonrasına göre anlamlı derecede yüksekti. Yatış serum ürik asit değeri ile CRP değerleri arasında anlamlı pozitif korelasyon mevcuttu (p=0.049). Yatış serum ürik asit/kreatinin oranı ile PaCO2 arasında anlamlı pozitif (p<0.01) ve PaO2 değeri arasında anlamlı negatif korelasyon (p<0.05) saptandı. Uygulanan O2 ve BiPAP tedavileri sonucunda arteryel kan gazları ile paralel olarak serum ürik asit değerlerinde de anlamlı düzelme mevcuttu. Sonuç olarak, KOAH olgularında serum ürik asit ve ürik asit/kreatinin oranı değerlerinin hipoksemi belirteci olarak kullanılabileceği, uygulanan tedavilerin etkinliğini değerlendirmede yardımcı olabileceği saptandı.

5. 
UYKU APNE SENDROMU İLE GEÇİRİLMİŞ KAFA TRAVMASI İLİŞKİSİ
THE ASSOCIATION BETWEEN SLEEP APNEA SYNDROME AND HEAD TRAUMA
Zeynep Zeren UCAR, Serhan OLCAY, Ahmet Ugur DEMİR, Sami Cenk KIRAKLI, Zeynep MUNTEHA, Şevket DERELİ, Rıfat ÖZACAR
Sayfalar 101 - 111
Uykuda solunum bozukluğu gelişiminin kafa travması geçiren hastalarda arttığı bildirilmiştir, ancak aralarındaki ilişki tam aydınlatılamamıştır. Çalışmamızda uyku apne sendromu ile kafa travması arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır. Kafa travması ve trafik kazası öyküsü, uyku apne sendromu ön tanısı ile polisomnografi yapılan 564 hastadan, çalışmaya katılmayı kabul eden 334 hastada (katılım oranı: %59), telefonda uygulanan anket formu ile sorgulandı. Hastaların 263'ünde (%78.7) obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS), 12'sinde (%3.6) santral uyku apne sendromu (SUAS) mevcuttu. Kafa travması, kafa ve boyunda yaralanma, servikal herni, trafik kazası sırasıyla 93 (%27.8), 40 (%12.0), 35 (%10.5), 82 (%24.6) hastada bildirildi. Lineer regresyon modelinde yaş, cinsiyet, BKİ kontrol edildiğinde, servikal herni, obstrüktif AHİ ile (beta-12.8, %95 GA: -22.5, -3.2); BKİ hariç etkenler kontrol edildi ğinde sürücüyken trafik kazası öyküsü, santral AHİ ile (beta: 4.8, %95GA: 1.4, 8.1) ilişkili bulundu. Bu çalışmada uyku apne sendromu ön tanısı ile uyku laboratuarında yatan hasta topluluğunda genel populasyona göre daha fazla oranda minörmaj ör kafa travması ve trafik kazası geçirme öyküsü saptanmıştır. Ayrıca santral tip uyku apne sendromunun daha önce geçirilmiş kafa travması ile ilişkili ortaya çıkabileceği, obstrüktif tip uyku apne sendromunun ise hastalığa bağlı olarak trafik kazası ve kafa travmasını artırdığını düşündürmüştür. Servikal herni ise üst solunum yolunda oluşan değişikliklerle OUAS için koruyucu olabileceğini düşündürmüştür.

6. 
MAZOT ASPİRASYONUNA BAĞLI PNÖMONİ
PNEUMONIA CAUSED BY FUEL OIL ASPIRATION
Coşkun DOĞAN, Nesrin KIRAL, Sevda Şener CÖMERT, Ali FİDAN, Gülşen SARAÇ, Banu SALEPÇİ, Benan ÇAĞLAYAN
Sayfalar 113 - 117
Ateş yiyenlerin pnömonisi hidrokarbon ürünlerinin aspirasyonuna bağlı olarak gelişen, nadir görülen akut bir pnömoni tablosudur. Küçük çocuklarda, ateş yutarak gösteri yapan animatörlerde yada petrol ürünleri ile uğraşan kişilerde bu ürünlerin aspirasyonu sonucu ortaya çıkabilir. Hastaların klinik özellikleri, hastalığın seyri ve sonucu değişken olabilmektedir. Nefes darlığı, öksürük, hemoptizi, göğüs ağrısı, ateş, akciğer konsolidasyonları ve ardından lezyonların pnömotoseller oluşturarak kaviteleşmesi ile karakterizedir. Akut psödoenfeksiy öz bir durum olarak açıklansa da süperenfeksiyonlar eşlik edebilmektedir. Tedavide kortikosteroid ve antibiyotikler kullanılır. Burada mazot aspirasyonuna bağlı gelişen nadir görülen ve değişik radyolojik patern gösteren 50 yaşında pnömoni olgusu sunulmuştur. Olgumuzda klinik ve radyolojik tablonun başlangıçta hızlı ilerlemesi, konsolidasyon alanlarının yaygınlığı ve erime alanlarının oluşması, ampiyem gelişmesi dikkat çekicidir.

7. 
MYELOMATÖZ PLEVRAL EFFÜZYON
MYELOMATOUS PLEURAL EFFUSION
Sibel AYIK, Aydan MERTOĞLU, Ayşe ÖZSÖZ, Ercan ÇİL, Zekiye AYDOĞDU DİNÇ
Sayfalar 119 - 123
Multipl myelomada malign myelomatöz plevral efüzyon görülmesi çok nadirdir. Özellikle hastalığın başlangıcında saptanan malign myelomatöz efüzyon kötü prognostik faktördür ve agresif tedavi gerektirir. Elli dokuz yaşında kadın hasta sırtında sol supraskapular bölgede ağrı yakınması ile başvurdu. Toraks tomografisinde sol akciğer apikoposteriorda plevra tabanlı komşu kostalarda destrüksiyon oluşturan kitlesel lezyon, sol hemitoraksta plevral efüzyon, paravertebral alanda 10.torakal vertebranın sağ yarısında yumuşak doku artışı ve vertabral kortekste orta düzeyde düzensizlik gözlendi. Plevral sıvı ve kitle lezyonunun sitolojik örneklenmesinde Wright-Giemsa ile ekzantrik nülleuslu sitoplazmaları bazofilik boyanan plazma hücreleri görüldü. Protein elektroforezinde gama zincir oranı %30 olarak (momoklonal gamopati) saptandı. Olgu malign myelomatöz efüzyonun multipl myelom seyrinde nadir görülmesi nedeniyle sunuldu.

8. 
AĞIR KLİNİK TABLO İLE SEYREDEN LEGIONELLA PNÖMONİSİ
A CASE OF LEGIONELLA PNEUMONIA WITH SERIOUS CLINICAL PROCESS
Özlem YILDIZ, Ebru ÇAKIR EDİS, Erhan TABAKOĞLU
Sayfalar 125 - 128
Legionella pneumophila ağır klinik tablo ile seyredebilen mortalitesi yüksek bir atipik pnömoni etkenidir. 41 yaşında bayan hasta, üç gündür devam eden halsizlik, ateş, öksürük, balgam, nefes darlığı ile acil servise başvurdu. İki aydır primer pulmoner hipertansiyon nedeniyle takip edilen hastanın vasoreaktivite testi için bir hafta önce koroner yoğun bakımda yatış öyküsü mevcuttu. Fizik bakıda; ateş (39ºC), takipne (30/dakika), hipotansiyon (90/60 mHg) ve siyanoz mevcuttu. Akciğer grafisinde solda daha belirgin bilateral konsolidasyon ve toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral yamalı konsolidasyon ve buzlu cam görünümü izlendi. Solunum yetmezliği ile yoğun bakıma alınan hastaya piperasilin-tazobaktam ve klaritromisin başlandı. Balgamda direkt floresan antikor (DFA) ile L. pneumophila saptanmas ı üzerine tedaviye rifampisin eklendi. Mekanik ventilasyon desteğine rağmen hasta tedavisinin ikinci gününde kaybedildi. Bu olguyu uygun antibiyoterapiye ve yoğun bakım koşullarında beklenenden farklı olarak, invaziv mekanik ventilasyon desteğine rağmen L. pneumophila'nın mortal seyredebileceğini vurgulamak amacıyla sunduk.

9. 
İMMUN TROMBOSİTOPENİK PURPURADA İVİG SONRASI PULMONER TROMBOEMBOLİ GELİŞEN OLGUDA TROMBOLİTİK TEDAVİ KULLANIMI
THROMBOLYTIC TREATMENT IN A CASE OF PULMONARY THROMBOEMBOLISM SUBSEQUENT TO IVIG THERAPY FOR IMMUNE THROMBOCYTOPENIC PURPURA
Ebru ÇAKIR EDİS, Özlem YILDIZ, Muzaffer DEMİR, Tuncay ÇAĞLAR
Sayfalar 129 - 133
İmmun trombositopenik purpura (İTP), glikoprotein IIb/IIIa'ya karşı gelişen antikorla kaplı trombositlerin retikülo-endotelyal sistemde yıkımı ile karakterize otoimmun bir hastalıktır. İntraven öz immunglobulin (İVİG); yaşamı tehlikeye sokan kanamalı kronik İTP'de, etkin ve güvenli bir tedavi yöntemi olarak bilinmesine rağmen literatürde tedavi sonrası tromboz gelişen olgular bildirilmektedir. Kronik İTP tanısı ile takipli, bir ay önce İVİG uygulanmış 62 yaşında kadın hasta, alt extremitede şişlik ve nefes darlığı ile başvurdu. Alt ekstremite doppler ultrasonografisinde sol popliteal-femoral vende trombüs ve toraks tomografisinde bilateral pulmoner arterlerde trombüs izlendi. Hemodinamisi bozulan hastaya trombolitik tedavi yapma kararı verildi ancak trombositopenisi (38.000/mm3) mevcuttu. Trombosit transf üzyonu ile beraber rekombinan doku plazminojen aktivatör (t-PA 100mg) uygulandı. Komplikasyon gelişmeyen hastada tromboz etiyolojisine yönelik yapılan edinsel ve kalıtsal testlerde bir patoloji saptanmadı. Yalnızca etiyolojik ajan olarak İVİG kullanımı vardı. Olgumuz; İTP'da İVİG tedavisi ve tromboz birlikteliğine dikkat çekmek, yaşamı tehdit eden masif pulmoner tromboemboli durumunda kanama diyatezi açısından gerekli destek tedavi yapılarak trombolitik tedavi uygulanabilece ğini vurgulamak amacıyla literatür bilgileri eşli- ğinde sunulmuştur.

10. 
MEDİASTİNAL KİTLE NEDENİYLE SOLUNUM YETMEZLİĞİ GELİŞEN NÖROFİBROMATOZİS TİP 1 OLGUSU
NEUROFIBROMATOSIS TYPE 1 CASE WITH RESPIRATORY INSUFFICIENCY DUE TO MEDIASTINAL MASS
Emel TELLİOĞLU, Özlem ŞENGÖREN, Günseli BALCI, Rıfat ÖZACAR
Sayfalar 135 - 140
Nörofibromatozis, nörokuta nöz sendromlar içinde en sık görüleni olup 1/2000- 1/3000 doğumda bir sıklıkta ortaya çıkar. Doğuştan mental retarde olan 25 yaşında kadın hasta, akciğer radyogram ında mediastinal kitle lezyonu ve arteriyel kan gazında hipoksi saptanması üzerine hastaneye yatırıldı. İleri derecede dispne yakınması nedeniyle palyatif toraks radyoterapisi uygulandı. Hastanın toraks duvarındaki multipl nodülopapüller cilt lezyonlarından ve mediastinal kitle lezyonundan biyopsi yapıldı. Her iki biyopsi sonucu "nörofibrom"la uyumlu bulundu. Olgumuzda klinik ve histolojik olarak benign bir hastalık olan nörofibromatozis tip 1'e (Von Recklinghausen hastalığı) bağlı mediastinal kitle bulundu. Benign yapıda olmasına karşın mediastinal kitlenin yaptığı basıya bağlı solunum yetmezliği gelişen hasta, nörofibromatozis konusundaki literatür bilgileri eşliğinde sunuldu.

LookUs & Online Makale