ORIGINAL ARTICLE | |
1. | ASTIMLI HASTALARDA TEDAVİ UYUMSUZLUĞU SIKLIĞI VE NEDENLERİ THE FREQUENCY AND REASONS OF TREATMENT NONADHERENCE IN PATIENTS WITH ASTHMA Seçil KEPİL ÖZDEMİR, Selcan ÖZGÜÇLÜSayfalar 125 - 133 Amaç: Astım kontrolünün sağlanamamasının önemli nedenlerinden biri hastaların tedaviye uyumsuzluğudur. Bu çalışmada astımlı hastalarda tedavi uyumsuzluğu sıklığı ve nedenlerini araştırmak amaçlandı. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya en az üç aydır astım tanısı olan ve düzenli kontrol edici tedavi önerilen 103 astımlı hasta alındı. Hastaların son üç ay içindeki tedavi uyumu hasta bildirimleri ve eczane kayıtları kullanılarak değerlendirildi. Hastanın alması gereken kontrol edici ilacın ?%80’ini alması durumu ‘‘tam uyum’’, <%80’ini alması ise ‘‘tedavi uyumsuzluğu’’ olarak sınıflandı. Tedavi uyumsuzluğu olması durumunda nedenler sorgulandı. Bulgular: Hasta bildirimine dayalı tedavi uyumsuzluğu sıklığı %47.6, eczane kayıtlarına dayalı tedavi uyumsuzluğu sıklığı %48.5 saptandı. Hasta bildirimleri ve eczane kayıtları birlikte değerlendirildiğinde tedavi uyumsuzluğu sıklığı %56.3 bulundu. En sık bildirilen tedavi uyumsuzluğu nedenleri ‘‘İlacımı almayı unutuyorum’’ (%43.1), ‘‘İlaç yan etkilerinden korkuyorum’’ (%39.7), ‘‘Düzenli ilaç kullanmam gerektiğini düşünmüyorum’’ (%29.3) idi. Tedavi uyumsuzluğu olan hastaların %75.9’unda bilinçli uyumsuzluk, %43.1’inde düzensiz uyumsuzluk, %22.4’ünde istemsiz uyumsuzluk saptandı. Ek atopik hastalık varlığı ve GINA kriterlerine göre tam kontrol oranları, tedavi uyumu iyi olan grupta, tedavi uyumsuzluğu olan gruba göre daha yüksek bulundu. Sonuç: Astım hastalarının yarısından fazlasında kontrol edici tedaviye uyumsuzluk mevcuttur. Tedavi uyumunun, hem hastaya sorularak hem de eczane kayıtlarının incelenmesi gibi objektif bir yöntemle değerlendirilmesi, tedavi uyumsuzluğunun saptanma oranlarını arttırmaktadır. |
2. | PULMONER EMBOLİDE TROMBOLİTİK TEDAVİ VE KONVANSİYONEL TEDAVİ ETKİNLİĞİNİN 10. GÜNDE KARŞILAŞTIRILMASI COMPARISON OF THROMBOLYTIC AND CONVANSIONAL TREATMENT EFFICIENCY IN PULMONARY EMBOLISM ON THE 10TH DAY OF TREATMENT Gökhan AYKUN, Mükremin ER, Ayşegül KARALEZLİ, H.Canan HASANOĞLUSayfalar 135 - 144 Amaç: Trombolitik tedavinin hastaya sadece ilk birkaç gün fayda sağladığı, 1. haftadan sonra ise sadece antikoagülan tedavi alanların da benzer trombüs erime oranlarına sahip oldukları düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı trombolitik tedavinin 10. gününde hastaların klinik parametrelerine ve Pulmoner Arter BT Obstrüksiyon İndeksi açılma oranlarına etkisinin olup olmadığının araştırılmasıdır. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya pulmoner tromboemboli tanısı konmuş 28 olgu alındı. Trombolitik tedavi verilmesinin uygun görüldüğü 15 hasta çalışma grubuna (grup 1), kalan 13 hasta ise konvansiyonel tedavi(antikoagülan tedavi) grubuna (grup 2) alındı. Tedavinin semptomların başlamasından sonraki ilk 14 günde başlandığı hastalardan trombolitik (r-TPA) verilenler grup 3, verilmeyenler grup 4 olarak planlandı. Çalışma grubundaki hastalara tanı konulduğu anda protokole göre trombolitik tedavi uygulandı ve ardından antikoagülan tedavi ile devam edildi. Kontrol grubundaki hastalara sadece antikoagülan tedavi verildi. Geliş sırasında ve 10. günde pulmoner BT anjiyografi, transtorasik ekokardiyografi, arteryel kan gazı çalışıldı. PABTOİ hesaplandı. Veriler tedaviden önce ve tedaviden sonra 10. günde gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Gruplar arasında başlangıç kriterlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Grup 1’de 10. günde %52.8±25.5’lük açılma oranı elde edilirken, grup 2’de bu oran %42.5±20.0 olarak saptandı. Grup 3’de10. günde açılma oranı %58.4±24.5’e ulaşırken, grup 4‘de bu oran %42.2±22.2 bulundu. Tedavinin 10. gününde grup 3’deki hastalarda grup 4’e göre PO2, SaO2 ve PAB değerlerinde anlamlı düzelme bulundu (p<0.05). Sonuç: Sonuç olarak, pulmoner embolinin akut döneminde yararı bilinen trombolitik tedavinin, yalnız konvansiyonel antikoagülan verilen gruba göre daha iyi BT açılma oranları, AKG ve EKO bulgularının olması tedavinin 10. gününde bile yararlı olduğunu göstermiştir. |
3. | KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA KOMORBİDİTE DURUMU COMORBIDITY STATUS IN CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE Kadir SOYKÖK, Sulhattin ARSLAN, Yeltekin DEMİRELSayfalar 145 - 155 Amaç: KOAH‘da en sık görülen komorbiteler; iskelet kas anormallikleri, hipertansiyon, diabet, koroner arter hastalıkları, kalp yetmezliği, kanser, pulmoner vasküler hastalıklar ve serebro vasküler hastalıklardır. KOAH’ta en sık rastlanan komorbid hastalıkları tespit ederek, komorbit sıklığın KOAH ta cinsiyet, inflamasyon ve şidetlle olan ilşkisini araştırdık. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya 179 KOAH hastası alındı. Hastaların solunum fonksiyon testi (SFT), arteryel kan gazı (AKG), C-reaktif protein (CRP), hemoglobin (Hgb), hemotokrit (Htc) ve ortalama eritrosit hacmi (MCV) değerleri kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 64.51±11.04 idi. Hastaların %64.8’inde en az bir komorbidite vardı. Olgularda en sık görülen komorbiditeler (%60.9) hipertansiyon (HT), (%27.4) diyabet (DM), (%33) koroner arter hastalığı (KAH), (%20.1), konjestif kalp yetmezliği (KKY), (%8.4) serebro vasküler hastalık (SVH), (%19.6) depresyon, (%13.4) anemi, (%11.2) peptik ülser, (%15.6) gastro özefagial reflü (GÖR), (%3.4) akciğer kanseri, (%15.6) osteoporoz, (%8.9) obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS), (%4.5) kronik böbrek yetmezliği (KBY), (%9.5) periferik damar hastalığı (PDH), (%4.5) pulmoner hipertansiyon (PHT) idi. Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda en sık rastlanan komorbiditelerin hipertansiyon, koroner arter hastalığı ve diabet olduğu saptandı. |
4. | EKSÜDA TRANSÜDA AYIRIMI PLEVRAL SIVI STANDART BİYOKİMYASAL PARAMETRELERİN ÖLÇÜMÜ İLE MÜMKÜN MÜDÜR? IS IT POSSIBLE TO DIFFERENTIATE BETWEEN EXUDATE AND TRANSUDATE ONLY BY STANDARD BIOCHEMICAL PARAMETERS IN PLEURAL FLUID? Ülkü AKA AKTÜRK, Dilek ERNAM, Nagihan DURMUŞ KOÇAK, Makbule Özlem AKBAYSayfalar 157 - 164 Amaç: Plevral sıvılar sık karşılaştığımız tanısal ve klinik bir problemdir. Tanı aşamasında ilk basamak eksuda transüda ayırımının yapılmasıdır.Bu çalışmada amacımız transüda eksüda ayırımında sadece plevral mayide bakılan biokimyasal parametrelerin kullanılabilirliğini değerlendirmektir. Yöntem ve Gereç: Hastane kayıtlarından 1 Mayıs 2013-1 Mart 2015 tarihleri arasında plevral sıvı analizi yapılan hastaların verilerine ulaşıldı. İleri tetkik ve invaziv işlemler sonucu son tanısı konanlar çalışmaya dahil edildi. Son tanılar esas alınarak eksuda transüda ayırımında plevral LDH total protein ve ADA için cut-off değerler belirlendi, sensitivite ve spesifiteleri hesaplandı.Light kriterleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Toplamda hastane kayıtlarından dahil edilme kriterlerine uyan 1433 hasta çalışmaya dahil edildi. Son tanıları esasa alındığında hastaların %75.1'i eksuda, %24.9'u ise transuda vasfında sıvıya sahipti. Plevral sıvı LDH için 171 IU/L ve protein için 3.2 g/L cut-off değer olarak ele alındığında eksuda vasfındaki sıvıları ayırt etmede sensitivite, spesifite, PPD ve NPD sırası ile 95.0%, 64.4%,88.9% and 81.0% olarak saptandı. Öte yandan Light kriterleri için eksuda tarnsüda ayırımında sensitivite, spesifite, PPD ve NPD sırası ile %96.0, %75.0, %92.0 and %85.9 olarak tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmada eksuda transuda ayırımında belirli cut-off değerlerinde plevral LDH ve protein kombinasyonunun sensitivite ve spesifite değerlerinin Light kriterleri ile karşılaştırılabilir olduğu görülmüştür. Klinik pratikte eksuda transüda ayırımında laboratuar imkanlarının kısıtlı olduğu durumlarda daha kolay ve ucuz olması nedeniyle sadece plevral sıvı parametrelerinin kullanımı akılda tutulabilir. |
5. | AĞIR ALLERJİK ASTIMDA 1 YILLIK ANTİ-IGE (OMALİZUMAB) DENEYİMİMİZ OUR ANTI-IGE (OMALIZUMAB) EXPERIENCE IN SEVERE ALLERGIC ASTHMA: 1ST YEAR EXPERIENCE Ferda BİLGİR, Bilge ÖZDEMİR, Papatya DEĞİRMENCİ, Bahadır DEDE, Cengiz KIRMAZSayfalar 165 - 172 Amaç: Standart tedavilere yanıtsız orta ve ağır alerjik astımda anti IgE (Omalizumab) tedavisinin etkili ve yararlı olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada omalizumab tedavisi uyguladığımız alerjik astımlı hastalarımızın verilerinin paylaşılması amaçlandı. Yöntem ve Gereç: Kliniğimizde omalizumab tedavisi uygulanan ağır alerjik astımlı 23 hastanın dosya kayıtları ve bilgi formları retrospektif olarak incelendi. Allerjen duyarlılığı deri prik testi ile saptandı. Omalizumab tedavisi öncesi ve tedavinin 1.yılı sonundaki serum total IgE, Astım Kontrol Testi, kullanılan ilaç sayısı, acil başvurusu, FEV1, FEV1/FVC değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 45.78±10.71 yıl, hastalık süresi ortalaması 13.69±9.04 yıl olan 23 hastanın %69.6’sı kadın (n=16) idi. Astıma ek olarak hastaların %65.2’sinde alerjik rinit, %34.8’inde ürtiker, %13’ünde ilaç allerjisi, %8.7’sinde gıda allerjisi, %4.3’ünde latex allerjisi vardı. Ev tozu akarı duyarlılığı %78.3, ev tozu akarı + diğer inhalan allerjen duyarlılığı %21.7 idi. Omalizumab tedavisinin 1.yılı sonunda kullanılan astım ilaçları sayısında, acil başvurusunda, serum total IgE ve FEV1/FVC’de azalma (P<0.05), astım kontrol testi puanlarında artma (P<0.05) saptandı. Sonuç: Hastalarımızda omalizumab tedavisinin etkili ve güvenli olduğu, iyi tolere edildiği görüldü. Standart tedavilerle kontrol sağlanamayan ağır alerjik astımlı hastalarda omalizumab tedavisinin yararlı olduğunu düşünmekteyiz. |
6. | PNÖMONİK TIP ADENOKARSİNOM: HER İKİ AKCİĞERDE HAVA BRONKOGRAMLARI İÇEREN KONSOLİDE ALANLAR PNEUMONIC TYPE OF ADENOCARCINOMA: CONSOLIDATED AREAS WITH AIR BRONCHOGRAMS IN BOTH LUNGS Hıdır ESMESayfalar 173 - 180 Radyolojik olarak pulmoner adenokarsinoma sıklıkla soliter nodül şeklinde ortaya çıkar. Bununla birlikte pnömoniden ayırt edilemeyen sıklıkla hava bronkogramları ile birlikte yama tarzında, lober veya multilober infiltrasyon şeklinde de görülebilir. Pnömonik tip adenokarsinoma radyolojik ve klinik olarak sadece pnömoniye benzemez, aynı zamanda hipersensivite pnömonileri, bronşiolitis obliterans ve çeşitli vasküler hastalıklar gibi enfeksiyöz olmayan inflamatuar proçeslere de benzeyebilir. Ateş ve lokositozun yokluğu enfeksiyöz pnömonin tanısı hakkında şüphe uyandırmalıdır. Ampirik antibyotik tedavisi ve klinik bulguların yeniden değerlendirilmesi kabul edilir bir yaklaşımdır. Multilobar konsolidasyonlar değişmediğinde veya progrese olduğunda adenokarsinoma akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte biyopsi veya sitolojik inceleme diğer etyolojileri ekarte etmekte ve malignite tanısını koymakta tek yoldur. Bundan dolayı perkutan transtorasik biyopsi veya pulmoner wedge rezeksiyon antibyotik tedavisine cevap vermeyen hastalarda düşünülmelidir. Bu yazıda pnömonik tip adenkarsinom olgularına dikkat çekmek amacıyla adenokarsinomanın yeni sınıflaması ve radyolojik formları, olgularımız ve literatür eşliğinde sunuldu.ı |
7. | GÖĞÜS CERRAHİSİ KLİNİĞİNDE BİR EKSTRAMEDÜLLER HEMATOPEZ A CASE OF EXTRAMEDULLARY HEMATOPOIESIS IN A THORACIC SURGERY CLINIC Tuba ACAR, Şeyda KAYA ÖRS, Özgür SAMANCILAR, Alev Gülşah HACAR, Kenan Can CEYLANSayfalar 181 - 183 Ekstramedüller hematopez kemik iliği dışında kan hücrelerinin üretimi olup, talasemi, orak hücreli anemi, myelofibrozis, herediter sferositoz gibi hemoliz ile karakterize hematolojik hastalıklarda kompansatuar bir mekanizma olarak görülebilir. İntratorasik ekstramedüller hematopoez nadir görülen bir durumdur. Bu çalışmada, talasemi intermedia nedeni ile hematoloji kliniği tarafından izlenen ve takibinde posterior mediastende kitle saptanarak kliniğimize yönlendirilen, transtorasik ince iğne biyopsisi ile ekstramedüller hematopoez tanısı alan 22 yaşındaki kadın hasta sunulmaktadır. Hasta talasemi intermedia nedeni ile hematoloji kliniği tarafından takip altında idi. Olguya 8 yıl önce splenektomi yapılmıştı. Fizik muayenede anemik görünüm dışında bir özellik saptanmadı. Total bilirubin 3.08 mg/dl, direkt bilirübin: 0.58 mg/dl idi. Toraks BT ve toraks MR ‘da sağ paravertebral alanda düzgün konturlu, oval şekilde kitlesel lezyon izlendi. Olgunun talasemi intermedia öyküsü olması sebebi ile bu lezyonun ekstramedüller hematopoez olabileceği düşünüldü. Ekstramedüller hematopoezden kuşkulanarak transtorasik ince iğne biyopsisi yapıldı. Patolojik incelemede dev megakaryositler görüldü. Tanı ekstramedüller hematopoez olarak bildirildi. Bunun üzerine bir cerrahi girişim düşünülmeyen hasta hematoloji kliniği takibine bırakıldı. |
8. | MALİGN KİTLEYİ TAKLİT EDEN PULMONER AKTİNOMİKOZ: OLGU SUNUMU PULMONARY ACTINOMYCOSIS MIMICKING MALIGNANT MASS: CASE REPORT Mustafa Buğra, Savaş Sedat, AtilaSayfalar 185 - 188 Pulmoner aktinomikozis, aktinomiçes türlerinin neden olduğu akciğerde kitle saptanan nadir durumlardan biridir. Nonspesifik klinik ve radyolojik bulguları olması nedeni ile tanı konulmasında güçlük yaşanmakta birçok olgu malignite ön tanısı ile gereksiz cerrahiye gitmektedir. 38 yaş kadın hasta son 1 aydır devam eden öksürük, öksürükle birlikte pembe renkte balgam ve sırt ağrısı şikâyeti ile başvurdu. hastaya bronkoskopi ve EBUS yapıldı. Sonuç alınamadığından hasta operasyona verildi. Sağ üst lobektomi sonrası pulmoner aktinomikoz tanısı konuldu. |
9. | KONJENİTAL LOBER AMFİZEM-OLGU SUNUMU CONGENITAL LOBAR EMPHYSEMA-CASE PRESENTATION Saadet AKKUŞ, Elif TORUN PARMAKSIZ, Banu MUSAFFA SALEPCİ, Sevda Şener CÖMERT, Hatice ERYİĞİTSayfalar 189 - 191 Konjenital lober amfizem (KLA) etiyolojisi tam olarak bilinmeyen, alt solunum yollarının hiperiflasyonu ile karakterize gelişimsel bir anomalidir. Genellikle çocukluk çağında tanınan bu nadir patolojiyi, erişkin yaşta ortaya çıkan bir olgu ile sunmayı amaçladık. Sırt ağrısı ve dispne şikayetleriyle başvuran 28 yaşında erkek hasta sol akciğer alt lobda lokalize havalanma artışı izlenmesi üzerine ileri tetkik edildi. Dinamik bilgisayarlı tomografi KLA ve bronşial atrezi ile uyumlu olarak değerlendirildi. Hasta KLA ön tanısı ile göğüs cerrahisine yönlendirildi ve torakaskopik wedge rezeksiyon uygulandı. Nadir görülen bir hastalık olan KLA’nın erişkin yaşta tanı alması ise çok daha nadir görülen bir durumdur. |
10. | SCİMİTAR SENDROMU SCIMITAR SYNDROME Seda Beyhan SAĞMEN, Coşkun DOĞAN, Sevda CÖMERT, Elif TORUN PARMAKSIZ, Banu SALEPÇİ, Ali FİDANSayfalar 193 - 196 Scimitar sendromu sağ pulmoner venin, vena cava inferior veya sağ atriuma açılmasıyla karakterize nadir görülen bir pulmoner venöz dönüş anomalisidir. Sağ akciğer hipoplazisi, pulmoner sekestrasyon, atriyal septal defekt (ASD) ve kalbin dextropozisyonu eşlik eden diğer anomalilerdir. Olgu: 36 yasında bayan hasta halsizlik ve nefes darlığında 2 aydır artma şikayetiyle göğüs hastalıkları polikliniğimize başvurdu. Hastanın çocukluk çağından beri birkaç kez öksürük ve nefes darlığı ile hastaneye basvurusu olduğu öğrenildi. Hastanın başvurusunda yapılan fizik muayenesinde akciğer ve kalp sesleri normal olarak değerlendirildi. Çekilen akciğer filminde sağ akciğer parakardiyak alanda opasite artışı görüldü. Bilgisayarlı tomografik anjiyografide (BT anjografi) sağ alt ve üst pulmoner venlerin doğrudan hepatik ven- inferior vena cava düzeyine açıldığı görüldü. Olgu radyolojik olarak Scimitar Sendromu olarak tanı aldı. Nadir görülen bir pulmoner venöz dönüş anomalisi olması nedeniyle literatür eşliğinde sunuldu. |
11. | DİFFÜZPARANKİMAL AKCİĞER HASTALIĞINI TAKLİT EDEN ADENOKARSİNOM OLGUSU AN UNUSUAL CASE OF ADENOCARCINOMA OF THE LUNG PRESENTING LIKE DIFFUSE PARENCHYMAL LUNG DISEASE Nafiye YILMAZ, Elif YILMAZEL UÇAR, Ömer ARAZ, Adem KARAMAN, Metin AKGÜNSayfalar 197 - 199 Adenokarsinom tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık yarısını oluşturan, küçük hücreli dışı akciğer kanserinin de majör histopatolojik alt tipidir. 59 yaşında erkek hasta ilerleyici dispne ve nonproduktif öksürük şikâyetiyle başvurdu. Hasta sigara kullanmamış ve fizik muayenesi normal idi. Akciğer röntgeninde iki taraflı nodüler opasiteler ve akciğer tomografisinde multiple nekrobiyotik nodüller izlendi. Diffüz parankimal akciğer hastalığı veya pulmoner enfeksiyon şüphesi ile hastaya bronkoskopi yapıldı. Transbronşiyal biyopsi sonucu papiller adenokarsinom olarak geldi. Hasta klinik olarak evre 4 olduğu için kemoterapi uygulandı. Adenokarsinom alt tipleri nadir durumlarda atipik radyolojik ve klinik seyir gösterebilir. Akciğer adenokarsinomu radyolojik olarak buzlu cam dansitesi ve multiple nekrobiyotik nodüller şeklinde görülebilir. |