ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 30 (2)
Cilt: 30  Sayı: 2 - 2016
ORIGINAL ARTICLE
1.
KOAH'LI OLGULARDA ANEMİNİN, KLİNİK VE FONKSİYONEL PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ
THE ASSOSIATION OF ANEMIA WITH CLINICAL AND FUNCTIONAL PARAMETERS IN PATIENTS WITH COPD
Dicle KAYMAZ, Pınar ERGÜN, Ezgi UTKU, Pervin DEMİR, İpek CANDEMİR, Nilgün MENDİL, Filiz TAŞDEMİR
Sayfalar 67 - 73
Amaç: KOAH'ı olan olgularda daha çok polisitemi olduğu bilinmekle beraber son zamanlardaki yayınlarda anemi prevelansının da yüksek olduğu belirtilmektedir. Anemi ile dispne arasındaki ilişki biliniyor olmasına rağmen, diğer klinik durumlarla arasındaki ilişki net değildir. Bu çalışmada pulmoner rehabilitasyon merkezine başvuran KOAH'lı olgulardaki aneminin klinik ve fonksiyonel parametrelerle arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Yöntem ve Gereç: Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi Pulmoner Rehabilitasyon merkezinde Ocak 2008- Aralık 2011 tarihleri arasında, pulmoner rehabilitasyon programına yönlendirilen 507 KOAH'ı olan olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Anemiye neden olacak hastalığı olan olgular dışlandı. Kalan 176 olgu DSÖ kriterlerine göre anemik, polisitemik, normal hemoglobin düzeyi olanlar olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Olguların; dispne algısı Medical Research Council (MRC) dispne skalası ile, sağlıkla ilişkili yaşam kaliteleri St. George's solunum anketi ile, vücut kompozisyonları biyoelektriksel impedans yöntemi ile, egzersiz kapasiteleri artan hızda mekik yürüme testi ve endurans mekik yürüme testi ile, psikososyal durumları ise Hastane Anksiyete Depresyon Skalası ile değerlendirildi. Bulgular: 14 (%8) olguda anemi, 24 (% 14) olguda ise polisitemi saptandı. Anemik olguların normal hemoglobin düzeyi olan olgulara göre MRC dispne skalası skorları istatistiksel olarak daha yüksek (p=0.011), vücut kitle indeksi, yağsız vücut kitlesi, yağsız vücut kitle indeksi, değerleri ise polisitemik ve normal hemoglobin düzeyi olan olgulara göre daha düşük saptandı. Ayrıca polisitemik olguların normal hemoglobin düzeyi olan olgulara göre endurans zamanı istatistiksel olarak daha kısaydı (p=0.036). Sonuç: Anemi oranı stabil KOAH'ı olan olgularda %8 olarak saptandı. Anemi artmış dispne ve kötü nutrüsyonel durum ile ilişkiliydi. Pulmoner rehabilitasyon programına başvuran KOAH'ı olan olgular anemi yönünden değerlendirilmelidir, Çünkü anemi pulmoner rehabilitasyon program sonuçlarını etkileyebilir.
Aim: Polycytemia is commonly associated with COPD but recent reports suggest that anemia is also prevalent. Though the associations between anemia and dyspnea, are generally well established the relation with the other clinical manifestations is unknown.The aim of this study was to determine the assosiation of anemia with clinical and functional parameters in patients with COPD who referred to pulmonary rehabilitation (PR) program Material and Methods: 507 COPD patients who referred to Atatürk Chest Disease and Chest Surgery Training Hospital PR Center between January 2008 December 2011 were evaluated retrospectively. Patients who had diseases likely to cause anemia were excluded and the remaining 176 patients were divided into three groups according to WHO criteria as anemia,normal,and polycythemia patients. Dyspnea was assessed with the Medical Research Council(MRC)scale;health related quality of life was assessed with St. George's respiratory questionnaire. Exercise capacity was measured using the incremental shuttle walk test,endurance shuttle walk test, body composition was assessed with bioelectirical impedance, anxiety and depression were assessed with the Hospital Anxiety Depression Scale. Results: Anemia was present in 14(8%)patients and polycythemia in 24 (14%).Anemia patients had significantly higher MRC scale scores than the normal patients(p=0.011),whereas had lower body mass index,fat-free mass index,and fat-free mass values as compared to polycythemia and normal patients.Endurance time was shorter in polycythemia patients than the normal patients (p=0.036). Conclusion: The rate of anemia was found approximately 8% in the patients with stable COPD and associated with increased dyspnea and poor nutritional status.COPD patients who referred to the PR programs should be assessed for anemia;because anemia could affect the PR program results.

2.
MALİGN PLEVRAL HASTALIKLARDA KAPALI PLEVRA BİYOPSİSİ VE PET/CT'NİN TANISAL DEĞERİ
DIAGNOSTIC VALUE OF BLIND PLEURAL BIOPSY AND PET/CT IN MALIGNANT PLEURAL DISEASES
Kemal Can TERTEMİZ, Aylin ÖZGEN ALPAYDIN, Volkan KARAÇAM, Atila AKKOÇLU
Sayfalar 75 - 80
Amaç: Bu çalışmada malign plevral efüzyon ön tanısı olan olgularda kapalı plevra biyopsisinin tanıya olan katkısını ve PET/CT nin malign-benign ayrımındaki rolünü ortaya koymayı amaçladık. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya eksudatif plevral efüzyonu olan ve sitolojik inceleme ile tanıya ulaşılamayan ve ikinci tanısal basamak olarak kapalı plevra biyopsisi yapılan olgular dahil edildi. Olguların klinik özellikleri, PET/CT ve patolojik sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Bu olgulardan tanısal amaçlı VATS uygulanan olgularda kapalı plevra biyopsisi ile olan tanısal korelasyonu araştırıldı. Bulgular: Toplam 98 hasta çalışmaya dahil edildi. Kapalı plevra biyopsisi sonucunda 62 (%63.2) hastada benign, 24 (%25.9) hastada malign ve 12 (%12.9) hastada ise yetersiz patolojik sonuç saptandı. Kapalı plevra biyopsisinin sensitivitesi %16, spesifitesi %100, pozitif prediktif değeri %100, negatif prediktif değeri %52.2 ve tanısal geçerliliği %56.2 saptandı. PET-CT de plevral tutulum olmayan 16 hastanın 7‘sinde malignite tanı saptandı. Buna göre PET/CT'nin sensitivitesi %78.7, spesifitesi %56.2, pozitif prediktif değeri %78.7, negatif prediktif değeri %56.2 ve tanısal geçerliliği %71.4 saptandı. Sonuç: Plevral effüzyon tanısında kapalı plevra biyopsisinin tanısal değerinin malign patolojilerde düşük olması nedeni ile torakoskopik cerrahi biyopsiler ön planda düşünülmelidir. Genel durumu bozuk olan olgularda kapalı plevra biyopsisi ilk basamak tetkik olarak kullanılabilir ancak sensitivitesinin oldukça düşük olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle akciğer dışı malignitesi olan olgularda PET/CT'nin plevral tutulumu göstermede negatif prediktif değerinin düşük olması nedeni ile PET/CT tutulumu olmayan olgularda da ileri tanısal cerrahi işlemler yapılmalıdır.
Aim: In this study we aimed to find out diagnostic value of blinded pleural biopsy and the role of PET/CT for distinction malingant or benign in patients with suspected malignant pleural effusion. Material and Methods: Blinded pleural biopsy performed cases who are not able to diagnosed with cytologic examination with exudative pleural effusion are included to the study. Clinical properties, PET/CT and pathological results of the cases are analysed retrospectively. Diagnostic correlation of blinded pleural biopsy is evaluated in VATS biopsy performed cases. Results: Ninty-eight cases are included to the study. As the results of blinded pleural biopsy; 62(63.2%) patients were diagnosed as benign, 24(25.9%) patients diagnosed as malignant, and 12(12.9%) patients as non-diagnostic sample. The sensitivity was 16%, spesifity was 100%, positive predicted value was 100%, negative predictive value was 52.2% and diagnostic accuracy was 56.2% for the blinded pleural biopsy. Malingancy was detected in 7 cases of PET/CT negative 16 cases. According to this findings the sensitivity was 78.7%, spesifity was 56.2%, positive predicted value was 78.7%, negative predictive value was 56.2% and diagnostic accuracy was 71.4% for PET/CT. Conclusion: According to low diagnostic value of the blinded pleural biopsy in malignant pleural effusions thoracoscopic surgical biopsy should be performed as a first line diagnostic procedure in these cases. Blinded pleural biopsy should be used in cases with low clinical status cases and has in mind the low diagnostic sensitivity. PET/CT has low negative predictive value especialy in cases with extrathorasic malignancies for pleural invasion. So surgical biopsies should be performed also PET/CT negative cases.

3.
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINA EŞLİK EDEN DEPRESYON VE ANKSİYETENİN YAŞAM KALİTESİ VE EGZERSİZ PERFORMANSINA ETKİSİ
EFFECT OF DEPRESSION AND ANXIETE ON QUALITY OF LIFE AND EXERCISE TOLERANCE IN COPD
Muammer YILDIZ, Arzu MİRİCİ, Uğur GÖNLÜGÜR, Dilek ÜLKER CAKIR, Demet GÜLEÇ ÖYEKÇİN, Burhan AKBAŞ
Sayfalar 81 - 87
Kronik Obstüktif Akciğer Hastalığı (KOAH), dispne ile seyreden ve eşlik eden hastalıklar yönünden de incelenen bir hastalıktır. Özellikle depresyon/ anksiyetenin eşlik ettiği olgularda tedavi uyumu ve yaşam kalitesinin etkilendiği ileri sürülmektedir. Bu nedenle çalışmamızda hastaların depresyon/ anksiyete semptomları ile KOAH semptomları, yaşam kalitesi ve egzersiz performansı arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık Bu çalışmada 90 stabil KOAHlı hastada hastane depresyon anksiyete ölçeği (HADS) skorları ile hastaların dispne dereceleri (MRC) ve yaşam kalitesi (SGRQ) skorları arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Genel değerlendirmede anlamlı bir ilişki yokken, hastalar yaşlarına ve hastalığın şiddetine göre gruplara ayrıldığında evreII (orta derecede) KOAH'ta; orta (53-66) ve ileri yaş (67-78) grubunda depresyon semptom varlığının yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği, aynı şekilde evre II de depresyon ve anksiyete düzeyinin dispne derecesi ve egzersiz kapasitesi ile anlamlı ilişkisi olduğu gösterilmiştir. KOAH'lı hastalarda eşlik eden anksiyete ve depresyon semptomlarının araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD)is an illness that presents with dyspnea and its comorbidities also. Especially, existence of depression/anxiety as an comorbidity leads therapeutic incompliance and impairments on quality of life. In this study, we evaluated the relationships between HADS scores and level of dyspnea and SGRQ scores at ninety patients with COPD. We could not find any relationship between these parameters at all patients. When we separated into groups according to their ages and disease severity, it was found that depression symptoms affected to quality of life at especially stage II and middle / older age groups. At the same time, it was shown that there is relationship between depression/anxiety symptoms and dyspnea level and exercise capacity. We think that should investigate symptoms of depression and/or anxiety as comorbidity should be investigated in COPD.

4.
HASTALARIN SOLUNUM EGZERSİZİ UYGULAMALARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE HEMŞİRELERİN ROLÜ
FACTORS THAT AFFECT PATIENTS' PRACTICES OF BREATHING EXERCISES AND NURSES' ROLE
Sacide YILDIZELİ TOPÇU
Sayfalar 89 - 96
Amaç: Ameliyat sonrası solunum komplikasyonlarının önlenmesi için derin solunum ve öksürme egzersizleri ile spirometre kullanımının ameliyattan 48-72 saat önce başlatılması ve hastaların egzersizleri doğru ve yeterli uygulamalarının sağlanması önemli hemşirelik girişimleridir. Cerrahi girişim geçiren hastaların solunum egzersizi uygulamalarını etkileyen faktörler ve hemşirelerin bu uygulamalardaki rollerini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu araştırma akciğerler ilişkin cerrahi girişim uygulanan 60 hasta ile yürütüldü. Verilerin toplanmasında, araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesi sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, t-testi, varyans ve korelasyon analizleriyle değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların %71.7'sinde solunum egzersizleri eğitiminin ameliyat öncesinde ve %96.7 hemşireler tarafından verildiği, hastaların %83.7'sinin ameliyat öncesi dönemde egzersizleri uyguladığı, ilk solunum egzersizlerini ameliyattan 0.53±0.50 gün sonra ve günlük ortalama 6.01±2.06 kez uyguladıkları, solunum egzersizlerinin ilk uygulama gününü ağrı varlığı ve solunum egzersizleri eğitim zamanının etkilediği ve ameliyat sonrası trifloda kaldırılan top sayısının ameliyattan sonrasi ilk mobilizasyon zamanıyla ilişkili olduğu bulundu. Sonuç: Solunum egzersizleri çoğunlukla ameliyat öncesinde ve hemşireler tarafından öğretilmekte ve ağrı varlığı egzersiz uygulamalarını etkilemektedir. Ameliyat sonrası erken ayağa kalkma solunum fonksiyonlarını olumlu etkilemektedir. Solunum egzersizlerinin ameliyat öncesi dönemde öğretilmesi ve solunum egzersizlerin iyileşmedeki önemini ortaya koyacak hemşirelik çalışmalarının yapılması önerilmektedir.
Aim: In order to prevent postoperative respiratory complications, starting breathing exercises 48-72 hours earlier from the surgery and efficiently practicing of the exercises are important. The aim of this study is to determine the factors that affected breathing exercises of the patients' who have undergone a surgical intervention and nurses' roles on these practices. Material and Methods: This descriptive research was carried out with 60 patients who have undergone thoracic surgery. A questionnaire developed by the researchers was used in data collection. The data was evaluated by mean, frequency, percentage, t-test, variance and correlation analyses. Results: It was found that 71.7% of the patients received the breathing exercise training and 83.7% of them applied the exercises preoperatively, 96.7% of them were trained by the nurses. It was detected that patients applied the first breathing exercises 0.53±0.50 days and 6.01±2.06 times in a day after the surgery, starting day of the breathing exercises was affected the pain and training time and that the number of the balls in trifle was related to the first mobilization day. Conclusion: Breathing exercises are mostly taught by the nurses before the surgery and the pain affects the exercise practices. Early mobilization affects the respiratory functions positively. It is suggested that breathing exercises should be taught preoperatively and studies that prove the importance of breathing exercises in recovering process should be carried out.

5.
İKİNCİ BASAMAK DEVLET HASTANESİNDE TORAKS TRAVMASI ANALİZİ
ANALYSES OF THE THORACIC TRAUMA IN THE SECOND LEVEL STATE HOSPITAL
Onur AKÇAY, Ahmet SIZLANAN
Sayfalar 97 - 104
Amaç: İkinci basamak devlet hastanesinde değerlendirilen toraks travmalı hastalar analiz edilmiştir. Yöntem ve Gereç: Temmuz 2014 - Kasım 2015 tarihleri arasında toraks travması nedeni ile başvurmuş veya transfer edilmiş 281 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 235'i erkek (%83,6) 46'sı kadın (%16,4) olup çalışma grubunun yaş ortalaması 38,4+19,5 (median 35, 3-88) idi. 206 (%73,3) hasta künt toraks travması (KTT) grubunda, 75 hasta (%26,7) ise penetran toraks travması (PTT) grubunda yer aldı. Hastanede ortalama kalış süresi 5,31+3,83 gündü. KTT grubunda 5,09+3,83 gün, PTT grubunda 5,97+3,78 gün (p=0,106). Ölüm oranları KTT grubunda %7,3, PTT grubunda %14,7 idi (p=0,053). Sonuç: Toraks travmaları hayatı tehdit eden yaralanmalar olduğundan dolayı hızlı bir şekilde eşlik eden sistem yaralanmaları ile birlikte tanısı konulup vakit kaybetmeden tedavi sürecine başlanmalıdır.
Aim: Patients who has thoracic trauma was evaluated in second level state hospital was analyzed. Material and Methods: Between July 2014- and November 2015, 281 patients records which have been applied or transeferred by thoracic trauma, were investigated retrospectively. Results: The group had 235 male (%83,6) and 46 female (%16,4), and the mean age was 38,4+19,5 (median 35, 3-88). There were 206 (%73,3) patients with blunt thoracic trauma group and 75 (%26,7) patients with penetrating thoracic trauma group. Mean hospitalization time was 5,31+3,83 days. Mortality rate was %7,3 with blunt thoracic trauma group and %14,7 penetrating thoracic trauma group. There was no statistically significant (p=0,053). Conclusion: It is important that thoracic traumas are life-threatening injuries, they and accompanying other systemic injuries shuld immediately be diagnosed and managed.

6.
KRONİK POSTTORAKOTOMİ AĞRI SENDROMU; DERLEME
CHRONIC POSTTHORACOTOMY PAIN SYNDROME, A REVIEW
Fazlı YANIK, Yekta Altemur KARAMUSTAFAOĞLU
Sayfalar 105 - 111
Kronik post torakotomi ağrı sendromu (KPAS); torakotomiden 2 ay sonra, devam eden kronikleşmiş ağrı olarak ifade edilmektedir. Minimal invaziv tekniklerin gelişmesiyle son yıllarda insidansında azalma olmakla birlikte, torakotomi geçiren olguların yarıya yakınında görülür. Hastaların günlük yaşamını ve yaşamsal fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyen, etyolojisi tam olarak aydınlatılamamış bir problemidir. Etyolojide en çok torakotomi sırasında ekartör basısı ve kot fraktürü oluşumu suçlanmaktadır. Bu yüzden amaca en uygun ve en az travmatik cerrahi yöntem seçilmelidir. Sendrom klinikte önemli bir hasta populasyonunu etkilemektedir. Tedavi birinci basamak tedavilerden, nöromodülasyon ve sinir bloklarına kadar uzanan geniş bir yelpazede multimodal olarak değerlendirilmelidir ve mutlaka kişiselleştirilmelidir.
Chronic postthoracotomy pain syndrome (CPPS); can explain as persisting chronic pain during two months after thoracotomy. In last years, CPPS is seen in approximately half of patients after thoracotomy although the decrease in incidence with the development of minimally invasive techniques. The pain affects the patient's daily lives and vital functions in a negative way. The exact mechanism for the pathogenesis of CPPS is still not clear. Most common etiological factors are retractor compression during thoracotomy and rib fracture formation. For this reason the most appropriate and least traumatic surgical procedure should be selected. The Syndrome affects a significant patient population in clinical. Therapy should be considered as multimodal which is varies from primary treatment to neuromodulation and nerve blocks in wide range and the treatment should be personalized.

7.
TÜP TORAKOSTOMİ SONRASI GELİŞEN REEKSPANSİYON ÖDEMİ
PULMONARY REEKSPANSION EDEMA AFTER TUBE THORACOSTOMY
Esra YAMANSAVCI ŞİRZAİ, Ali Ata ÖZTÜRK, Soner GÜRSOY, Ahmet ÜÇVET
Sayfalar 113 - 116
Tek taraflı reekspansiyon akciğer ödemi (RAÖ), pnömotoraks, plevral efüzyon ya da atalektaziye sekonder kollabe akciğerin tedavisi sırasında gelişen nadir bir komplikasyondur. Akciğerin ekspansiyonu sırasında taşikardi, takipne, dispne ile ortaya çıkar. RAÖ, uzun süre kollabe akciğerden fazla miktarda hava yada sıvının tahliyesiyle hızlı reekspanse edildiğinde ortaya çıktğı inanılmasına rağmen, patogenezi net değildir ve muhtemelen multifaktöriyeldir. RAÖ'nün etyolojik süreci, uzun süreli kollaps, reekspansiyon tekniği, pulmoner vasküler geçirgenlik artışı, sürfaktan kaybı ve pulmoner arter basınç değişikliği ile ilişkilendirilmiştir. Kliniğimizde bilateral plevral efüzyonun tek taraflı drenajı sonrasında görülen reekspansiyon ödemi olgusu, klinik bulguları ve uygulanan tedavi basamakları ile gözden geçirilmiş ve ilgili literatür eşliğinde sunulmuştur.
Unilateral reexpansion pulmonary edema (RPE) is a rare complication of the treatment of lung collapse secondary to pneumothorax, pleural effusion or atelectasis. It occurs as tachycardia, tachypnea and dyspnea while the reekspansion of the lung. Although RPE generally is believed to occur only when a chronically collapsed lung is rapidly reexpanded by evacuation of large amounts of air or fluid. The pathogenesis of RPE is not clear and is probably multifactorial. Implicated in the etiological process of RPE are chronicity of collapse, technique of reexpansion, increased pulmonary vascular permeability, loss of surfactant, and pulmonary artery pressure changes. We report here a case with reexpansion pulmonary edema due to the unilateral drainage of bilateral pleural effusion, is presented with clinical findings and treatment, under the light of the literature.

8.
SARKOİDOZİSİN EŞLİK ETTİĞİ SJÖGREN SENDROMU OLGULARI
CASES WITH SJOGRENS SYNDROME ACCOMPANIED BY SARCOIDOSIS
Ayşegül ŞENTÜRK, Hatice KILIÇ, Şükran ERTEN, Tuba ÖĞÜT, Habibe HEZER, H. Canan HASANOĞLU
Sayfalar 117 - 122
Sjogren sendromu (SS) ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonları ile seyreden kronik, otoimmün inflamatuvar bir hastalıktır. Keratokonjunktivitis sikka (kuru göz) ve kserostomi (kuru ağız ) ile karekterizedir. Tek başına gelişirse primer, kollajen doku hastalıkları ile ilişkili ise sekonder olarak adlandırılır. Romatoid artrit, daha nadir olarak SLE, polimyozit (PM), skleroderma gibi diğer romatolojik hastalıklara eşlik edebilir. Sarkoidoz ise nonkazeifiye granülomlarla karakterizedir. Etyolojisi ve patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Sıklıkla 20-40 yaşları arasında görülür. Sarkoidoz öncelikle akciğer olmak üzere tüm sistemleri etkileyebilir. Klinik belirtiler hastalığın süresine, tutulan organa, tutulumun yaygınlığına ve granülomatöz olayın aktivitesine bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Literatürde SS'nun sarkoidoz ile birlikteliği nadir görüldüğünden farklı klinik özellikteki üç olgu sunuldu.
Sjögren's syndrome (SS) is a rare autoimmune disease characterized by glandular and extraglandular organ involvement. It is characterized with keratoconjunctivitis sicca (dry eyes) and xerostomia (dry mouth). The disease develops a stand-alone primary, associated with connective tissue disease is referred to as the secondary and also associated with other rheumatic diseases (such as rheumatoid arthritis, rarely SLE, polymyositis etc.). Sarcoidosis is a disease characterized by non-caseous granulomas. The etiology and pathogenesis is not understood. It usually occurs between the ages of 20-40. Sarcoidosis can affect the entire system, including primarily the lungs. Clinical signs of disease duration, the structures involved, the extent of involvement and granulomatous event varies depending on the activity. Three cases with different clinical features are presented since coexistence of SS and sarcoidosis is a rare condition.

9.
DÖKÜMCÜ ASTIMI VE KURŞUN MARUZİYETİNE BAĞLI SEKONDER OSTEOPOROZ MESLEK ANAMNEZİNİN ÖNEMİ
FOUNDRY ASTHMA AND OSTEOPOROSIS SECONDARY TO LEAD EXPOSURE THE IMPORTANCE OF OCCUPATIONAL HISTORY
Ayşe COŞKUN BEYAN
Sayfalar 123 - 127
Metal döküm işlemi ısı ve kimyasal ajanlar kullanılarak metal ve alaşımlarının ayrıştırılması işlemidir. Bu işlemler sırasında sülfürdioksit ve florid gazlar, karbon monoksit ve metan gazları gibi birçok kirletici çalışma ortamına salınmaktadır. Bunun yanında döküm dumanı kurşun ve diğer ağır metalleri de içermektedir. Döküm işçilerinde pulmoner alüminozis, pulmoner alveolar proteinozis, metal duman ateşi, pulmoner fibrozis, astım ve astım benzeri sendromlar gelişebileceği tanımlanmıştır. Bu yazıda son 3 yıldır aluminyum döküm sektöründe calışmakta olguda gelişen dökümcü astımı ve kurşun maruziyetine bağlı sekonder osteoporoz sunulacaktır. Olgudan alınan ayrıntılı iş öyküsü ile meslek astımı ve sekonder osteoporoz tanılarının konulmuş olması ve maruziyetin kesilmesinin ardından şikayetlerin tama yakın düzelmesi önemlidir.
The metal foundry process is used heat and chemical reducing agent to decompose and the ore and leaving just the metal behind. During these process, a variety of pollutans like sulphur dioxide and fluorides, carbon monoxide and methane - are emitted into the workplace. On the other hand, foundry fume contains lead and the other heavy metals. Workers in the foundry industry were described pulmonary aluminosis, pulmonary alveolar proteinosis, metal fume fever, pulmonary fibrosis foundry asthma and asthma like syndrome. In this paper to present a case report with foundry asthma and osteoporosis secondary to lead exposure in who has been working as a foundry worker for 3 years. It is important that, he was diagnosed with occupational asthma and secondary osteoporosis by detailed work history and his complains were almost completely improvment after cessation of exposure.

10.
ERİŞKİN YAŞTA TESPİT EDİLEN SAĞ AORTİK ARK ANOMALİSİ
THE RIGHT AORTIC ARCH ANOMALIES DIAGNOSED IN ADULTHOOD
Ufuk TURHAN, Tuncer ÖZKISA, Mehmet AYDOĞAN, İnan KEMAL
Sayfalar 129 - 131
Konjenital aort anomalileri çoğunlukla hayatın ilk yıllarında semptomatik olmasına rağmen, bazen erişkin yaşlara kadar asemptomatik seyredebilmektedir. Sağ aortik ark anomalisi oldukça nadir görülen bir durum olup, aort anomalileri arasında en sık karşılaşılanıdır. Herhangi bir solunumsal yakınması olmayan 24 yaşında erkek hastanın öz ve soy geçmişinde önemli bir özellik yoktu. Fizik muayenesinde herhangi bir patoloji saptanmadı. Tam ve rutin biyokimya tetkikleri normaldi. Çekilen PA akciğer grafisinde üst mediyastende genişleme ve aort topuzu sağda izlendi. Bunun üzerine çekilen toraks BT tetkikinde, arkus aortanın trakeanın sağında seyir gösterdiği, sol subklavian arterin trakea ve özefagus arkasında aberran seyir gösterdiği tespit edildi. Diğer mediyastinal yapılar ve akciğer parankim alanları normal izlendi. Ek kardiak anomalileri araştırmak için yapılan ekokardiografik incelemede anormal bulgu saptanmadı. Aberran sol-subklavian arterli sağ aortik ark tanısı konulan hasta, herhangi bir semptomu olmadığı ve ek kardiyak malformasyon saptanmadığı için takibe alındı.
Although congenital aortic anomalies are often symptomatic during the first years of life, it may be asymptomatic until adolescence. Right aortic arch (RAA) is a rare condition but it is the most frequently encountered anomalies of the aorta. Twenty four year-old male patient didn't have any respiratory symptom and there was no important feature in his medical and family history. Chest X-ray revealed RAA and enlargement of upper mediastinum. Thorax computed tomography demonstrated the aortic arch located on the right side of the trachea and aberrant left subclavian artery behind the oesophagus and trachea, with normal lung parenchyma. There was no abnormal findings on echocardiographic examination performed to investigate additional cardiac anomalies. We decided clinical follow-up for the patient diagnosed RAA with aberrant left subclavian artery due to the lack of additional cardiac malformations and symptom.

11.
WARFARİNLE İLİŞKİLİ LÖKOSİTOKLASTİK VASKÜLİT VE CİLT NEKROZLU OLGU
WARFARIN-INDUCED LEUKOCYTOCLASTIC VASCULITIS AND SCIN NECROSIS
Emel BULCUN, Aydanur EKİCİ, Mehmet EKİCİ, Ayşe ANIL KARABULUT, Ahu CERİT
Sayfalar 133 - 136
Oral antikoagülanlar venöz ve arteryal embolileri önlemede ve tedavisinde yaygın olarak kullanılan ajanlardır. Doku nekrozu ve lökositoklastik vaskülit (LV) warfarine bağlı cilt reaksiyonlarındandır. Biz burada warfarin kullanırken ortaya çıkan LV olgusunu sunduk. Altmış bir yaşında erkek hasta, kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH), kalp yetmezliği tanısı ile takip edilen ve 5 ay önce pulmoner emboli tanısı alan ve warfarin kullanan hasta son 2 haftadır artan nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde ayaklarında yer yer makülopapüler döküntüleri vardı. Hastanın takipte ayaklarında makülopapüler döküntüleri arttı ve ödemi gelişti, alt eksremitelerinde nekroze görünümler ve sırtında makülopapüler döküntüler ortaya çıktı. Warfarine bağlı cilt nekrozu ön planda düşünülen hastanın coumadini kesildi. Cleaxan tedavisine geçildi. Hastaya cilt biopsisi yapıldı. LV ile uyumlu olarak değerlendirildi. Kolşisin ve prednol 40 mg başlandı. Hastanın bilateral bacaklarındaki ve sırtındaki lezyonlarda belirgin gerileme izlendi. Sonuç olarak, warfarin kullanan hastalarda yeni gelişen cilt bulguları dikkatlice değerlendirilmeli ve warfarinin potansiyel yan etkileri göz önünde bulundurulmalıdır.
Oral anticoagulants are commonly used to prevent and treat venous and arterial embolism.Warfarin induced skin reactions include tissue necrosis and leukocytoclastic vasculitis (LV). Warfarin-induced LV case is presented here. 61 years old male patient. He has been followed-up for the diagnosis of chronic obstructive pulmonary disease (COPD), cardiac failure. He had been diagnosed as pulmonary embolism and started to use warfarin 5 months ago and admitted to hospital with the complaints of progressive dyspnea, cough, and phlegm in the last 2 weeks. According to the physical examination, he had sporadic maculopapular rash. Maculopapular rash increased in his feet during follow-up, and edema developed. After a while, necrosis signs in lower extremities and maculopapular rash in his back were occurred. Main diagnosis was considered as warfarin-induced skin necrosis, and coumadin was ceased. Low molecular weight heparine treatment was initiated. According to skin biopsy, it was compatible with LV. Colchicine, prednol 40 mg were initiated. Significant lesion improvement was observed on the bilateral legs and back of the patient. In conclusion, New skin signs should be evaluated carefully and potential side effects should be considered in the patients on warfarin.

LookUs & Online Makale