ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 32 (3)
Cilt: 32  Sayı: 3 - 2018
ORIGINAL ARTICLE
1.
İNTERSTİYEL AKCİĞER HASTALIĞINDA YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE MEKANİK VENTİLASYON
MECHANICAL VENTILATION OF PATIENTS WITH INTERSTITIAL LUNG DISEASE IN ICU
Fatma ÇİFTCİ, Ahmet Onur DAŞTAN, Serhat EROL, Aydın ÇİLEDAĞ, Akın KAYA
Sayfalar 141 - 151
Amaç: İnterstisyel akciğer hastalığı (İAH) olan ve akut solunum yetersizliği nedeniyle yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) tedavi edilen hastaların prognozu hakkında veriler kısıtlıdır. YBÜ’ nde mekanik ventilatör ile solunum destek tedavisi alan İAH olgularının özellikleri ve mortaliteyi etkileyen risk faktörleri değerlendirildi. Yöntem ve Gereç: Tek merkezli, prospektif araştırmaya Ocak 2013- Ağustos 2017 tarihleri arasında 65 hasta (29 K, 36 E) dahil edildi. Olguların YBÜ’ ne alındıklarındaki klinik bulguları, takiplerinde ventilasyon destek tedavilerinin (NIV, IMV) mortalite üzerindeki etkileri incelendi. Bulgular: Tanıları 34 hastada IPF, 13 kollajen doku hastalığı, 10 akut interstisyel pnömoni, 3 Wegener granulomatozu, 2 sarkoidoz, 1 kronik hipersensitivite pnömonisi, 1 ilaca bağlı akciğer hastalığı, 1 hastada plöroparankimal fibroelastozis bulundu. 43 (%66,1) hasta YBÜ’ nde ex oldu. YBÜ takibi sonunda yaşayan ve yaşamayan hasta grupları karşılaştırıldığında PaO2/FiO2 oranı ve GKS yaşayan grupta anlamlı yüksek bulundu. Tek değişkenli Cox regresyon analizinde GKS (HR 1,225; 95% CI: [0,783-1,550]; p=0,052), APACHE II (HR 2,845; 95% CI: [1,431-3,751]; p=0,006), PaO2/FiO2 (HR 1,753; 95% CI: [1,169-1,932]; p=0,012), sPAP (HR 1,601; 95% CI: [0,263-1,710]; p=0,031), ve IMV ihtiyacının (HR 8,441; 95% CI: [3,225-12,632]; p<0,001) YBÜ’ nde mortalite riskini arttırdığı görüldü. Çok değişkenli analiz sonuçlarına göre PaO2/FiO2 (HR 1,224; 95% CI: [0,832-1,705]; p=0,015), APACHE II (HR 1,956; 95% CI: [1,031-4,216]; p=0,010), ve IMV ihtiyacı (HR 7,473; 95% CI: [3,028-9,243]; p<0,001) mortalitenin bağımsız risk faktörleriydi. Sonuç: İAH bağlı akut solunum yetersizliği nedeniyle YBÜ’ ne alınan hastalarda mortalite yüksektir ve PaO2/FiO2, APACHE II ve IMV ihtiyacı mortalitenin en önemli risk faktörleridir.
Aim: A limited number of studies have investigated the prognosis of patients with interstitial lung disease (ILD) who are treated for acute respiratory failure in the intensive care unit. This study aimed to evaluate the outcome of patients with ILD in ICU. Material and Methods: A total of 65 patients with ILD (29 females, 36 males) were enrolled in this single-center study between January 2013 and August 2017. Survivor and non-survivor groups were compared according to characteristics and treatment needs (NIV and IMV) during their follow up in the ICU. Baseline characteristics and effects of ventilatory supports (NIV,IMV) on mortality were evaluated. Results: The type of ILD was IPF in 34 patients, collagen tissue disease in 13, interstitial pneumonia in 10, Wegener granulomatosis in 3, sarcoidosis in 2, chronic hypersensitivity pneumonitis in 1, druginduced ILD in 1 and pleuroparenchymal fibroelastosis in 1. Forty-three (66.1%) patients died during their treatment in the ICU setting and were grouped as non-survivors. PaO2/FiO2 rate and GCS .were lower and APACHE II score was higher in the non-survivor group than the survivor group. A univariate cox regression analysis revealed that GCS (HR 1.225; 95% CI: [0.783-1.550]; p=0.042), APACHE II (HR 2.845; 95% CI: [1.431-3.751]; p=0.006), PaO2/FiO2 (HR 1.753; 95% CI: [1.169- 1.932]; p=0.012), sPAP (HR 1.601; 95% CI: [0.263- 1.710]; p=0.031), and IMV need (HR 8.441; 95% CI: [3.225-12.632]; p<0.001) were significantly correlated to mortality in the ICU. A multivariate analysis showed that PaO2/FiO2 (HR 1.224; 95% CI: [0.832-1.705]; p=0.015),, APACHE II (HR 1.956; 95% CI: [1.031-4.216]; p=0.010), and IMV need (HR 7.473; 95% CI: [3.028-9.243]; p<0.001) were the significant independent predictors of mortality. Conclusion: PaO2/FiO2, APACHE II, and IMV need are the most important risk factors for mortality among patients with ILD and ARF who are admitted to ICU.

2.
SİGARA İÇEN VE İÇMEYEN KOAH’LI KADINLARDA ATOPİ VE DİĞER RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF ATOPY AND OTHER RISK FACTORS FOR SMOKER AND NON-SMOKER WOMEN WITH CHRONIC OBSTRUCTIVE LUNG DISEASE
Elif Yelda NİKSARLIOĞLU, Gül KARAKAYA, Ahmet Uğur DEMİR, Ali Fuat KALYONCU
Sayfalar 153 - 161
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ilerleyici ve kısmen geri dönüşlü hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize bir hastalıktır. Etiyolojide en önemli risk faktörü sigara olmakla birlikte diğer pek risk faktörü bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı sigara içen ya da içmeyen KOAH tanılı kadın olgularda atopy ve risk diğer risk faktörlerini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya KOAH nedeniyle takip edilen veya yeni tanı alan 96 kadın hasta dahil edildi. Sigara içmeyenler grup I (n=42), içenler grup II (n=54) olarak kabul edildi. Bulgular: Grup I’in yaş ortalaması grup II’den daha yüksekti (64.5±10.7 ve 58.4±9.5; p=0.04). Grup I ve II arasında kişisel atopik hastalık öyküsü, aspirin/analjezik intoleransı, deri prik testi pozitifliği, kan eozinofil yüzdesi, serum total IgE ve ?1-AT düzeyleri açısından fark yoktu. Bronş hiperreaktivitesi oranı grup I ve grup II için sırasıyla %85.7 ve %75.9 idi (p>0.05). Grup I’nin ortalama mutlak FEV1 değerinin grup II’den daha düşük (1.2±0.4 ve 1.4±0.5L; p=0.015) olduğu saptandı. Tüm hastalarda serum total IgE (ln IgE) düzeyi yükseldikçe beklenen FEV1 düzeyinde düşme izlendi. Ancak grup I ve II’ye tek tek bakıldığında benzer eğilim izlenmekle birlikte aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Sonuç: KOAH’lı kadın hastalarda IgE düzeyi ile tanımlanan atopi ile solunum fonksiyon testi arasında ilişki saptanırken, sigara içen ve içmeyenler arasında benzer bir ilişki izlenmemiştir. Hastalardaki bronş hiperreaktivitesi öyküsünün ve serum total IgE düzeyi ile FEV1 arasındaki korelasyonun Dutch hipotezini destekler bir bulgu olabileceği düşünülmüştür.
Aim: Chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is mainly characterized by progressive and not fully reversible airflow limitation. Cigarette smoking is the main cause of COPD and there are many other known risk factors. The aim of our study was to investigate the presence of atopy and other risk factors for smoker and non-smoker women with COPD. Material and Methods: Ninety six women who have been followed up or newly diagnosed as COPD were enrolled to this survey for a period of 14 months. Nonsmokers were accepted as group I (n=42) and smokers as group II, (n=54). Results: Mean ages were higher in group I than group II (64.5±10.7 vs 58.4±9.5, p=0.04). No significant differences were detected between group I and II in personal atopy history, aspirin/analgesic intolerance, skin prick test positivity, blood eosinophils percentage, serum total IgE and ?1-antityripsin levels. Bronchial hyperreactivity rate was %85.7 in group I and %75.9 in group II (p>0.05). The mean FEV1 value was lower in group I compared to that of group II (1.2±0.4 vs.1.4±0.5L; p=0.015). Elevated serum total IgE (ln IgE) level was correlated with FEV1 decline in all patients; but there was no correlation when groups I and II were analyzed separately. COPD patients were analyzed separately. Conclusion: Atopy was related to pulmonary function tests in women with COPD, but there was no similar relationship between smokers and nonsmokers groups. We think that bronchial hyperreactivity rate and relation between increase in serum total IgE and decline of FEV1 might support Dutch hypothesis.

3.
UYANIK HASTADA SPONTAN SOLUNUM ALTINDA BÖLGESEL ANESTEZİ VE SEDASYON İLE UYGULANAN VİDEOTORAKOSKOPİK CERRAHİ GİRİŞİMLER
AWAKE VIDEOTHOROSCOPIC SURGERY UNDER SPONTANEOUS VENTILATION WITH REGIONAL ANESTHESIA AND SEDATION
Ezel ERŞEN, Burcu KILIÇ, Hasan Volkan KARA, Mehlika İŞCAN, İsmail SARBAY, Cem SAYILGAN, Akif TURNA, Kamil KAYNAK
Sayfalar 163 - 170
Amaç: Kliniğimizde Ocak 2015-Şubat 2018 tarihleri arasında bölgesel anestezi ve sedasyon altında videotorakoskopik cerrahi (VATS) uyguladığımız hastaların verilerini irdeleyerek, bu yöntemin uygulandığı hastaların klinik özelliklerini ve tedavi sonuçlarını ortaya koymayı planladık. Yöntem ve Gereç: Ocak 2015 - Şubat 2018 tarihleri arasında toplam 25 hastaya (Erkek:11hasta, Kadın:14 hasta) bölgesel anestezi ve sedasyon altında VATS uygulandı. Hastaların ameliyat öncesi özellikleri, ameliyat süreleri, yapılan işlem tipi, postoperatif takip özellikleri, komplikasyonları, mortalite oranları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların postoperatif ağrı değerlendirmesi için görsel analog skala (vizüel analog skala; VAS) kullanıldı ve veriler kayıt edildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 58.9 ±18.1 olarak saptandı (27–85 yaş arası). İki hastaya mediastinal kitle biyopsisi, 12 hastaya plevral effüzyon drenajı ve plevra biyopsisi, 6 hastaya interstisyel akciğer hastalığı şüphesi ile wedge rezeksiyon, 2 hastaya akciğer tümör şüphesi olan kitle biyopsisi, 3 hastaya ise ampiyem drenajı amacı ile VATS uygulandı. Operatif mortalite görülmedi ve hiçbir hastada entübasyon ihtiyacı olmadı. Ortalama operasyon süresi 27.7 ±16.4 dakika olarak saptandı. Hastanede kalış süresi ortalama 2.2 gün, ortalama dren kalış süresi 1.2 gün olarak hesaplandı. Ortalama peroperatif ve postoperatif drenaj miktarları sırasıyla 761 ±103 ml ve 679 ±109 ml ve komplikasyon oranı %4.3 olarak saptandı (aritmi 2 hasta ve cilt altı amfizem 1 hasta). 24 saat ortalama VAS değeri ise 2.1 olarak saptandı. Sonuç: Bölgesel anestezi ve sedasyon ile VATS birçok endikasyon için güvenli ve etkili bir yöntemdir. Elde edilen sonuçlar bu yöntemin düşük mortalite ve morbidite ile uygulanabileceğini göstermektedir.
Aim: We aimed to investigate the data of patients undergoing videothoracoscopic surgery (VATS) under regional anesthesia and sedation between January 2015 and February 2018 in our clinic, and to reveal the clinical characteristics and treatment outcomes of these patients. Material and methods: Between January 2015 and February 2018, 25 patients (Male: 11, Female: 14) underwent VATS under regional anesthesia and sedation. Preoperative characteristics, operative time, type of operation, postoperative follow-up, complications and mortality rates of the patients were retrospectively evaluated. A visual analogue scale (VAS) was used for postoperative pain assessment of the patients and the data was recorded. Results: The mean age of the patients was 58.9 ±18.1 (27-85 years). Mediastinal mass biopsy was performed in two patients, pleural effusion drainage and pleural biopsy in 12 patients, wedge resection for interstitial lung disease in 6 patients, tumor biopsy in 2 patients, and empyema drainage in 3 patients. No operative mortality was seen and no patient required intubation. The mean duration of operation was 27.7 ± 16.4 minutes. The average length of hospital stay was 2.2 days and the average duration of drainage was 1.2 days. The mean perioperative and postoperative drainage volumes were 761 ±103 ml and 679 ±109 ml, respectively, and the complication rate was 4.3% (2 arrhythmias and 1 subcutaneous emphysema). The mean 24 hour VAS value was 2.1. Conclusion: VATS under regional anesthesia and sedation, is a safe and effective method for many surgical indications. The outcomes show that this method can be applied with low mortality and morbidity.

4.
RENAL TRANSPLANTASYON ADAYLARINDA PREOPERATİF PULMONER DEĞERLENDİRME
E PREOPERATIVE PULMONARY EVALUATION IN RENAL TRANPLANT CANDIDATES
Elif TORUN PARMAKSIZ, Ergün PARMAKSIZ, Zuhal DOĞU, Seda Beyhan SAĞMEN, Ali FİDAN, Nesrin KIRAL, Sevda CÖMERT, Coşkun DOĞAN, Mehmet YILDIRIM
Sayfalar 171 - 175
Amaç: Vücutta asit-baz dengesinden sorumlu organlar akciğer ve böbreklerdir. Son dönem böbrek hastalığı(SDBH) pulmoner ödem, plevral efüzyon, pulmoner hipertansiyon, metastatik kalsifikasyon, pulmoner fibrozis gibi komplikasyonlara neden olabilir. Ayrıca nakil sonrası immunsupresyon nedeni ile tüberküloz başta olmak üzere enfeksiyon riski artmaktadır. Transplantasyon planlanan hastalar rutin olarak hem pulmoner fonksiyonlar hem latent tübeküloz açısından değerlendirilmektedir. Böbrek nakli adayı olarak preoperatif pulmoner değerlendirme için başvuran olguları değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem ve Gereç: Ocak 2016-Aralık 2016 arasında Göğüs Hastalıkları polikliniğinde renal transplant açısından değerlendirilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Bir yıllık süreçte polikliğimize başvuran nakil adayı olgular değerlendirildi. Çalışmaya yaş ortalaması 52(21-75) olan 122(%51.3) erkek, 114 (%48.7) kadın olmak üzere toplam 234 olgu dahil edildi. Sigara öyküsü 62 adayda mevcuttu, bunların 40’ı 20 paket.yıldan fazla idi. Solunum fonksiyon testleri ile 14(%6) olguda obstrüktif, 31 olguda (%13.2) restriktif bozukluk saptandı. Tüm adaylara tüberkülin cilt testi yapıldı; 135 olguda 5 mm’nin, 104 olguda 10 mm’nin üstünde bulundu. Bu olgulara latent tüberküloz tedavisi önerildi. Tüm adaylara akciğer grafisi çekildi. Akciğer grafisi şüpheli bulunan 68 olguya BT çekildi; 21 olguda normal, 29 olguda sekel değişiklikler izlendi. Sonuç: SDBH 'nın altın standart tedavisi böbrek naklidir. Nakil adayı olgular değerlendirilirken SDBH'nın pulmoner komplikasyonlarının da değerlendirilmesi önemlidir. Operasyona bağlı risk faktörleri yanında nakil sonrası gelişebilecek akciğer problemleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Aim: The renal and respiratory systems work together to maintain the acid-base equilibrium in the body. End stage rena disease (ESRD) patients may present with various complications such as pulmonary edema, pleural effusion, pulmonary hypertension, metastatic calcification or pulmonary fibrosis. Following transplantation, recipients are prone to infections, mainly tuberculosis, due to immunosupression. The candidates for transplantation are routinely evaluated for lung functions as well as latent tuberculosis. We aimed to analyse renal transplant candidates who applied for preoperative pulmonary evaluation. Material and Methods: The files of renal transplant candidates evaluated in Chest diseases outpatient clinic between January 2016-December 2016 were retrospectively evaluated. Results: The clinical data of renal transplant candidates were recorded from their files. The mean age of 120 male and 114 female cases was 52(21-75). Smoking history was present in 62. Tuberculin skin test was applied to all, it was above 5 in 135 and above 10 in 104. All subjects underwent chest radiographs; 68 cases with abnormal chest radiographs underwent thoracic CT; it was normal in 21 Conclusion: Renal transplantation remains the gold standard therapy for chronic renal failure. It is important to look at the possible pulmonary complications of ESRD during preoperative evaluation.

5.
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN NARGİLE KULLANIMINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ
DETERMINING FACTORS AFFECTING THE USE OF NARGHILE BY UNIVERSITY STUDENTS
Rahşan ÇEVİK AKYIL, Ayşegül KAHRAMAN, Neşe ERDEM
Sayfalar 177 - 184
Amaç: Nargilenin, sağlığa zararları konusunda yeterli bilgiye sahip olunmamasının yanı sıra tat, koku, rahatlatıcı etkiler ve arkadaşlarla sosyalleşme fırsatı oluşturması gençler arasında nargileyi cazip hale getirmektedir. Bu çalışma, üniversite öğrencilerinin nargile kullanımını etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmaya, 19.12.2016-30.12.2016 tarihleri arasında nargile içen toplam 110 öğrenci dâhil edilmiştir. Bulgular: Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, en fazla nargile içen öğrenci grubunu hemşirelik bölümü öğrencileri oluşturmuştur. Çalışmaya katılan öğrencilerin en fazla rahatlamak ve sosyalleşmek için nargile içtikleri, %70.9’unun nargileden keyif aldığı, %63.6’sının daha az zararlı olduğunu düşündükleri aromatik nargile kullanımını tercih ettikleri, %66.4’ünün bir seansta 1 saat ve üzerinde nargile içtikleri saptanmıştır. Öğrencilerin %42.7’si her gün içmeyip ara sıra içildiğinde nargilenin zararlı olmadığını, %42.7’si de nargilenin bağımlılık yapmadığını, %41.8’i nargilenin sigaradan daha zararlı olduğunu, %62.7’si nargilenin akut fizyolojik ve sağlık sorunlarına neden olabileceğini ifade etmişlerdir. Sonuç: Üniversite öğrencileri genel olarak nargilenin sağlığa olan etkileri hakkında yüzeysel bilgilere sahiptirler. Hemşirelerin nargilenin sağlık üzerine etkileri konusunda daha fazla bilgi düzeyine sahip olmalarına rağmen daha çok kullanmaları nargilenin sosyal içicilik rolünün popülaritesini doğrulamaktadır.
Objective: In addition to not having sufficient knowledge about the health hazards of water pipe, it also makes water pipe more attractive for young people to have the opportunity to socialize with their friends and to taste, smell and relaxing effects. This study was conducted in order to determine the factors that affects the use of water pipe by university students. Materials and Methods: A total of 110 students who participated in the narrative study between 19.12.2016-30.12.2016 were included in this descriptive study. Results: According to the findings obtained from the study, the students who had the most water pipe were the students of the Nursing Faculty. It was determined that the students who participated in the study were mostly smoking hookahs to relax and socialize, 70.9% of them enjoyed the water pipe, 63.6% prefer to use aromatic water pipe, which they think is less harmful, 66.4% of them had been smoking a water pipe for 1 hour or more. 42.7% of the students stated that they do not smoke every day and when they occasionally smoke it is not harmful, 42.7% said it is not addictive, 41.8% said it is more harmful than cigarettes and 62.7% said it could cause acute physiological and health problems. Conclusion: University students generally have superficial knowledge about the effects of hookah on health. Although nurses have more knowledge about the effects of narghile on health, more use of narghile has confirmed the popularity of water pipe's social smoking role.

6.
YOĞUN BAKIMDA KOLLOİD KULLANIMI
COLLOID USE IN INTENSIVE CARE
Uğur KOCA
Sayfalar 185 - 196
Starling Denklemi transkapiller sıvı akımını belirler. Starling denklemindeki σ: Staverman refleksiyon katsayısı moleküllerin membranlardan geçişini belirler. Kolloid sıvıların moleküler ağırlıkları düştükce daha az onkotik etki, daha az vizkozite, ve daha kısa süreli dolaşımda kalış gösterirler. Kolloid sıvıların moleküler ağırlıkları arttıkça daha fazla onkotik etki ve daha uzun süre dolaşımda kalış gösterirler. Surviving Sepsis Campaign rehberleri (2012,2016), amaca yönelik sağaltımda kristaloid kullanımını önerirken kolloid kullanımını önermemektedir. Liberal sıvı tedavisinden kaçınılmalıdır. Sıvı tedavisinin zamanlaması önemlidir (ilk 6 saat). Sıvı tedavisi monitörize edilmelidir (CVP, PCWP gibi basınç parametreleri yerine stroke volüm ve pulse pressure variation gibi dinamik parametreler ile). Kardiyak debinin artırılması her zaman mikrovasküler kan akımının artması ile sonuçlanmadığından, mikrosirkülasyonun monitörize edilmesi önem kazanmaktadır. Hiperonkotik böbrek yetmezliğinden kaçınmak için yeterli dengeli kristaloid verilmelidir. Hiperkloreminin renal afferent arteriyoler vazokonstriksiyonun mediyatörü olduğu unutulmamalıdır. Diyastolik disfonksiyonda agresif sıvı yüklemesi venöz dönüşü azaltır. Diyastolik disfonksiyonda minimal sıvı yüklemeleri natriüretik peptidlerin artışına neden olur. Agresif sıvı tedavisi tek başına diyastolik disfonksiyon ile sonuçlanabilir. Agresif sıvı verilmesi ile artan kardiyak dolum basınçları natriüretik peptid salımını artırır. Natriüretik peptidler endoteliyal glikokaliksin membrana bağlı proteoglikanlarını ve glikoproteinlerini ayırır. Bu glikokaliks hasarı endoteliyal geçirgenliği artırır. Makromoleküllere geçirgenlik ve doku ödemi artar. Düşük molekül ağırlıklı kolloidlerin kullanımı ve güvenli dozları için ileri çalışmalara gerek vardır.
The Starling Equation determines transcapillary fluid flow. In the Starling equation, Staverman's reflection coefficient determines the transition of molecules from the membranes. The lower the molecular weights of colloidal liquids, the less oncotic effect, less viscosity, and shorter remaining in the circulation. As the molecular weights of colloid liquids increase, they show more oncotic effect and longer remaining in the circulation. The Surviving Sepsis Campaign guidelines (2012,2016) suggest the use of crystalloids, but not the use of colloid. Liberal fluid treatment should be avoided. The timing of fluid therapy is important (first 6 hours). Fluid therapy should be monitoirised (with dynamic parameters such as stroke volume and pulse pressure variation instead of pressure parameters such as CVP, PCWP). Since increasing cardiac output does not always result in increased microvascular blood flow, it is important to monitor the microcirculation. Sufficient balanced crystalloids should be given to avoid hyperoncotic renal failure. It should not be forgotten that hyperchloramine is the mediator of renal afferent arteriol vasoconstriction. Aggressive fluid overload in diastolic dysfunction reduces venous return. Minimal fluid loads in diastolic dysfunction lead to an increase in natriuretic peptides. Aggressive fluid therapy alone may result in diastolic dysfunction. Increased cardiac filling pressures with aggressive fluid administration increase natriuretic peptide release. Natriuretic peptides distinguish membrane-bound proteoglycans and glycoproteins of endothelial glycocalyx. This glycocalyx damage increases endothelial permeability. Permeability to macromolecules and tissue edema increase. Further work is needed to use low-molecular weight colloids and safe doses.

7.
PULMONER EMBOLİ GÖRÜNÜMÜ SERGİLEYEN BİR SİLİKOZİS OLGUSU
A CASE OF SILICOSIS WITH A RADIOLOGY OF PULMONARY EMBOLISM
Zühre SARP TAYMAZ, Türkan DİZDAR, Dursun ALİZOROĞLU, Ahmet Emin ERBAYCU
Sayfalar 197 - 202
Çevresel ve mesleksel maruziyet sonucu gelişen silikozis önlenebilir olmasına rağmen, ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde sorun olmaya devam etmektedir. Progresif masif fibrozis olarak da bilinen komplike silikozis; silika partiküllerinin genellikle 15 yıl gibi uzun yıllar inhalasyonu ile gelişir. Kronik silikozisde, silikotik nodüller birleşerek içinde kalsifikasyonların da olabildiği büyük yoğunluk artımlarına neden olur. Hiler lenf bezi tutulumu başta olmak üzere yaygın lenfadenomegali ve bu lenf bezlerinin periferinde gelişen yumurta kabuğu (egg-shell) kalsifikasyonlarla karakterize bir klinik tablo sergiler. Sunulan hastada mevcut silikozise bağlı radyolojik bulgular yanıltıcı şekilde pulmoner emboli görünümü sergilemiştir. Toraks bilgisayarlı tomografi kesitlerinin dikkatli yorumlanması ile ayırıcı tanının yapılması mümkündür.
Though silicosis, caused by environmental and occupational exposure is an avoidable disease, it is still a problem in developing countries like our country. Complicated silicosis known as progressive massive fibrosis may occur by exposure of particle of silica over long about 15 years. In chronic silicosis, nodules may form large masses with calcification by combining together. The clinical feature includes dissemine lymphadenopathy especially hilar lymph node involvement and egg-shell calcification on the peripheral area of those lymph nodes. In the presented case, radiological signs those were caused by silicosis exposed a misleading sign of pulmonary embolism. It is possible to have the differential diagnosis by a careful evaluation of thorax computed tomography.

8.
PENETRAN YARALANMALARDA KONTRALATERAL HEMOTORAKS
CONTRALATERAL HEMOTHORAX IN PENETRATING INJURIES
Ezgi Çimen GÜVENÇ, Mehmet ÜNAL, Barış GÜLMEZ, Ahmet ÜÇVET, Soner GÜRSOY
Sayfalar 203 - 205
Hemotoraks, intraplevral boşlukta kan birikmesidir ve hayatı tehdit eden klinik tablolardan biridir. Hemotoraksa neden olan en sık etiyolojik faktör travmadır. Çoğunlukla travmanın erken döneminde görülürken nadiren geç dönemde de gelişebilir. Kırk bir yaşında bayan hasta, sırtın sol tarafından kesici delici alet yaralanması sonrası kliniğimize başvurdu. Sağda plevral sıvı saptanması üzerine torasentez yapıldı ve hemotoraks tanısı alan hastaya tüp torakostomi uygulandı. Ek cerrahi müdahaleye gerek duyulmayan hasta, drenajı 3. günde sonlandırılarak eksterne edildi. Bu sunumda, sol penetran toraks travması sonrası sağ hemotoraks gelişen bir olgu incelenmiş ve penetran toraks travmalarında kontralateral hemotoraks gelişebileceği , her iki hemitoraksın da yaralanabileceğinin vurgulanması amaçlanmıştır.
Hemothorax is accumulation of blood in the intrapleural space and is one of the life-threatening clinical pictures. The most common etiological factor causing hemothorax is trauma. It is mostly seen in the early trauma period; however, it may also develop rarely in the late period. A 41-year-old female patient presented to our department with a sharp object injury on the left side of the back. Thorasentesis was performed due to pleural fluid on the right, and the patient underwent tube thoracostomy due to hemothorax.without additional surgical intervention , the patient was discharged after the drainage was terminated on the 3rd day. In this presentation, a case of right hemothorax developing after penetrating trauma in the left chest was examined, and it was aimed to emphasize that contralateral hemothorax could develop in penetrating thoracic trauma and both hemithorax could be injured.

9.
SİNSİ SEYREDEN YABANCI CİSİM ASPİRASYONU
SNEAKY FOREIGN BODY ASPIRATION
Kadir Burak AKGÜN, Ecem Naz ERTÜRK, Mukadder ÇALIKOĞLU
Sayfalar 207 - 209
Krikoid kıkırdak distalinde yer alan alt solunum yollarından kaynaklanan kanamalar hemoptizi olarak tanımlanmaktadır. Etiyolojisinde bronşektazi, tüberkuloz, akciğer tümörü, pulmoner emboli, fungus topu, kardiyak hastalıklar, hematolojik bozukluklar, vasküler hastalıklar, ilaçlar, yabancı cisim, travma ve iyatrojenik kanamalar yer alır (1). Yabancı cisim aspirasyonları ise daha sık çocukluk yaş çağında görülebilmekle beraber yetişkinlerde mental retardasyon, alkol/sedatif kullanımı, nörolojik hastalıklarda da saptanabilmektedir (2). Yabancı cisim aspirasyonları sıklıkla acil servisl kliniklerinde karşımıza çıkmakla beraber bu olgu sunumunda aspirasyon sonrası ikinci yılında hemoptizi ile başvuran ve kendiliğinden yabancı cismi çıkaran bir hastayı paylaşmak istedik.
The hemorrhage from the lower respiratory tract located distal to the cricoid cartilage is defined as haemoptysis. The etiology includes bronchiectasis, tuberculosis, lung tumor, pulmonary embolism, fungus ball, cardiac diseases, hematological disorders, vascular diseases, drugs, foreign body, trauma and iatrogenic hemorrhages (1). Foreign body aspirations can be seen more frequently in childhood age, but also in adults with mental retardation, alcohol / sedative use, neurological diseases (2). Foreign body aspirations are frequently encountered in emergency department clinics. In this case report, we wanted to present a patient who presented with hemoptysis in the second year after aspiration and removed the foreign body spontaneously.

10.
PULMONER ALVEOLER MİKROLİTİAZİS (4 OLGU NEDENİYLE)
PULMONARY ALVEOLAR MICROLITHIASIS (A REPORT OF FOUR CASES)
Nursel DİKMEN, Cenk BABAYİĞİT, Yusuf YÜMER
Sayfalar 211 - 216
Pulmoner alveoler mikrolitiazis (PAM), alveol boşluklarında kalsiyum fosfat çökeltilerinin (mikrolit) birikimi ile karakterize nadir bir hastalıktır. Etyolojisi tam olarak bilinmemekte, ancak genetik olduğu düşünülmektedir. Başlangıçta asemptomatik olup, ilerleyen dönemlerde nefes darlığı, öksürük ve göğüs ağrısı şikayetleri ortaya çıkar. Son dönem hastalarda solunum yetmezliğine neden olabilir. Tanı genellikle spesifik radyolojik bulgularla konmakla birlikte kesin tanı için patolojik inceleme yapmak gerekebilir. Bu yazıda 22, 29, 44 ve 45 yaşlarında olmak üzere 4 olgumuzu sunmayı amaçladık. Hastalar kronik öksürük ve eforla olan nefes darlığı şikayeti ile tarafımıza başvurdu. İki hastamıza patolojik, diğer iki hastamıza klinik radyolojik olarak PAM tanısı konuldu. Olgularımızın hepsi tedavisiz takibimize alındı.
Pulmonary alveolar microlithiasis (PAM) is a rare disease characterised by deposition of calcium phosphate concretions (microlit) within alveolar air spaces. Although diagnosis is usually based on specific radiological findings, pathological examination may be necessary for final diagnosis. In this case report, we aimed to present four patients who are 22, 29, 44 and 45 years old. The patients presented with cronic cough and effort dispnea. Two of the patients were diagnosed with pathological examination and the others were diagnosed according toradiologic and clinical findings. We have been following the all patients without treatment.

11.
KRONİK ÖKSÜRÜĞÜN NADİR NEDENİ: TRAKEAL FİBROEPİTELYAL POLİP
A RARE REASON OF CHRONIC COUGH: TRACHEAL FIBROEPITHELIAL POLPY
Ömer ZENGİN, Nesrin KIRAL, Coşkun DOĞAN, Seda Beyhan SAĞMEN, Şermin KÖKTEN ÇOBAN, Sevda ŞENER CÖMERT
Sayfalar 217 - 222
Fibroepitelyal polipler, solunum yollarında oldukça nadir görülen benign bir tümör tipidir. Trakeobronşiyal fibroepitelyal polipler inflamatuvar poliplerin bir türüdür ve etyolojisi kronik inflamatuar süreçler ile ilişkilidir. Elli yaşında erkek hasta göğüs hastalıkları kliniğimize nefes darlığı, öksürük ve sırt ağrısı şikayetleri ile başvurdu. Rutin biyokimyasal testlerde ve akciğer grafisinde patoloji saptanmadı. Toraks BT’de trakeada lümene protrüze olan lezyon tespit edildi. Fiberoptik bronkoskopi ile lezyon net bir şekilde görüldü ve hemen ardından rijit bronkoskopi ile lezyon tamamen çıkarıldı. Rezeksiyon yerine, Argon Plazma Koagülasyonu (APC) uygulandı. Histopatolojik olarak fibroepitelyal polip olarak tanımlandı. Çok nadir görülen bu trakeal fibroepitelyal polip olgusunu tanı ve tedavide farkındalık yaratmak amacıyla sunuyoruz.
Fibroepithelial polyps are an extremely rare type of benign tumor in the respiratory tract. Tracheobronchial fibroepithelial polyp is a kind of the inflammatory polyps and so etiology seems to be related to chronic inflammatory processes. This report describes a very rare case of a tracheal fibroepithelial polyp. A 50-year-old male patient admitted to our chest clinic with cough dyspnea and back pain. No pathology has been detected in routine biochemical tests and chest x-ray. Polypoid lesion extending into the trachea lumen detected in thorax CT. Fiberoptic bronchoscopy performed and lesion has seen clearly. Subsequently, the lesion was totally removed by rigid bronchoscopy. Instead of resection, Argon Plasma Coagulation (APC) have been applied. Histopathologically, it was confirmed as fibroepithelial polyp. We decided to report this case to discuss this rare condition and try to raise awareness of it’s diagnosis and treatment.

LookUs & Online Makale