ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 32 (2)
Cilt: 32  Sayı: 2 - 2018
ORIGINAL ARTICLE
1.
GRUP A KOAH’LI HASTALARDA VİTAMİN D EKSİKLİĞİNİN TEDAVİSİNİN ANKSİYETE VE DEPRESYONA ETKİSİ
THE EFFECT OF TREATMENT FOR VITAMIN D DEFFICIENCY ON ANXIETY AND DEPRESSION IN GROUP A COPD PATIENTS
Sami DENİZ, Aslı Tuğba ÖZBODUÇ, Filiz SERTPOYRAZ, Gülru POLAT, Dursun ALİZOROĞLU
Sayfalar 75 - 81
Giriş: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olan hastalarda vitamin D eksikliği ve bu durum ile ilişkili olarak depresyon gelişebileceği son yıllarda yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Grup A KOAH’lı hastalarda vitamin D eksikliğinin sıklığı ve replasman tedavisinin anksiyete ve depresyon üzerine olan etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereç: Çalışma prospektif vaka serileri olarak düzenlenmiştir. Hastaların demografik verileri, solunum fonksiyon testleri (tümü Grup A), St. George's Solunum Anketi (SGRQ), altı dakika yürüme testi (6DYT), hastane anksiyete ve depresyon (HAD) skorları ile değerlendirildi. Psikiyatri Uzmanı tarafından anksiyete ve depresyonun değerlendirilmesi amacıyla Hamilton Depresyon Ölçeği kullanıldı. Fizik Tedavi Uzmanı tarafından vitamin D eksikliğinin saptanarak yerine koyma tedavisi verildi ve normal sınırlara gelindiğinde (ortalama 3 ay) hastalar tüm bazal değerler açısından tekrar değerlendirildi. Bulgular: Tümü erkek hastalardan oluşan, toplam 43 Grup A KOAH’lı hasta çalışmaya dahil edildi. Ortalama yaş 54.7±7.2, FEV1(%) 81.4±1.5, 6DYT 483±88m, toplam SGRQ skoru 40.2±18.7, HAD skorları sırayla; 7.6±4.6 ve 4.4±3.8, hamilton anksiyete ve depresyon skorları sırayla; 10.3±8.8 ve 8.3±7.8, vitamin D düzeyleri 13.9±5.4 idi. Yerine koyma tedavisi sonrası; egzersiz kapasitesinde ve SGRQ skorlarında değişim saptanmadı. Hamilton ve HAD skorlarında anlamlı değişim belirlendi (p<0.05). Sonuç: KOAH’lı hastalarda vitamin D eksikliği tedavisinin anksiyete ve depresyon skorlarında iyileşme sağlayabileceği sonucuna varılmıştır.
Aim: It has been shown in recent years studies which have been published that vitamin D deficiency and associated with this condition, depression may develop in patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD). The aim of this study was to investigate the frequency of vitamin D deficiency and the effect of replacement therapy on the quality of life in COPD patients. Material and Methods: The study was designed as prospective case series. The demographic data of the patients were evaluated with pulmonary function tests (all group A), SGRQ, six minute walking test (6MWT), hospital anxiety and depression (HAD) scores. It was evaluated by the psychiatrist with the Hamilton scoring system. Vitamin D deficiency was assessed by a physical therapy specialist and all baseline values when they reached normal limits (mean 3 months). Results: A total of 43 patients with COPD, all of whom were male, were included in the study. The mean age was 54.7 ± 7.2, FEV1 (%) was 81.4 ± 1.5, 6MWT was 483 ± 88m, total SGRQ score was 40.2 ± 18.7, HAD scores were; 7.6 ± 4.6 and 4.4 ± 3.8, hamilton anxiety and depression scores respectively; 10.3 ± 8.8 and 8.3 ± 7.8, vitamin D levels were 13.9 ± 5.4. After replacement therapy; no change in exercise capacity was found. Significant change was determined in HAD scores and hamilton scores (p <0.05). Conclusion: Vitamin D deficiency is common in patients with COPD, and it has been concluded that substitution therapy may improve anxiety and depression scores.

2.
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ’NDE PROFİLAKTİK KRANİYAL RADYOTERAPİ SONRASI KRANİYAL YİNELEMEDE REİRRADYASYON SONUÇLARIMIZ-TEK MERKEZ DENEYİMİ
THE ROLE OF REIRREDATION IN RECURRENCES AFTER PROPHYLACTIC CRANIAL IRRADIATION IN SMALL CELL LUNG CANCER: IS IT NECESSARY?
Esra Korkmaz KİRAKLİ, Mine GAYAF, Sami DENİZ, Tülin BOZKURT, Ufuk YILMAZ, Berna KÖMÜRCÜOĞLU
Sayfalar 83 - 89
Amaç: Profilaktik kranyal ışınlama (PKI) sonrası beyin metastazı gelişme riski vardır ve tedavi seçeneği en iyi destek tedavi veya palyatif kranyal reirrediasyon (K-rIR) ile sınırlıdır. Bu konuda literatürde veri oldukça sınırlıdır ve çalışmalardaki olgu sayıları azdır. Bu çalışmada, küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) tanılı, PKI sonrası kranyal yinelemelerinde K-rIR uygulanmış olguların sonuçlarının incelenmesi planlanmıştır. Yöntem ve Gereç: Ocak 2012-Haziran 2017 tarihleri arasında kliniğimizde PKI sonrası kranyal yineleme nedeniyle K-rIR uygulanan KHAK tanılı olguların tıbbi bilgileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Kranyal yineleme sonrası genel sağkalım (GS) bu çalışmanın birincil sonlanım noktası iken, kranyal yenilemeye kadar geçen süre, K-rIR'un palyasyon etkisi, RT toksisitesi, lezyonların yerleşim bölgeleri ikincil sonlanım noktalarıdır. Bulgular: PKI yapılan 217 olgunun 22’sinde (%10) beyin metastazı nedeniyle K-rIR uygulanmıştır. Olguların %50’si RPA sınıf II, %36’sı RPA sınf III’dü.PKI sonrası beyinde yinelemeye kadar geçen süre ortanca 13 aydı (%95CI:10-16ay).K-rIR, tedavisini tamamlayan 10 olguda 10X250cGy, 7 olguda 10X200cGy, tüm beyin olarak uygulanmıştı. Olguların %76’sında klinik semptom stabilizasyon veya regresyonu ve/veya radyolojik regresyon saptandı. K-rIR sonrası GS ortanca 4aydı (%95CI:3-5ay). Olguların %22’sinde yineleme sırasında hipokampal (HP) bölge tutulumu saptandı. PKI sonrası beyin metastazı gelişmesine kadar geçen süre ile GS arasında pozitif korelasyon mevcuttu (p<0.001-korelasyon katsayısı: 0.71). Beyin metastazı gelişmesine kadar geçen sürenin uzun olması (HR: 0.7, %95CI:0.6-0.9), (p:0.001) ve RPA sınıf III olması (HR: 6.7, %95CI: 1.5-29.3), (p:0.011) bağımsız risk faktörleri olarak bulundu. Sonuç: PKI sonrası kranyal yinelemede sağkalım oldukça kötüdür, ancak K-rIR tolere edilebilir yan etki profili ile iyi klinik yanıt sağlamaktadır. HP bölgesinde yineleme nadir değildir.
Aim: OS following brain reirradiation after PCI is dismal. But cranial reirradiation provides good palliation with tolerable toxicity profile. Recurrences in hippocampal region is not rare. Material and Methods: Medical records of SCLC patients who received CR after PCI because of brain metastases between January 2012-June 2017 were revieved retrospectively. While overall survival (OS) after reirradiation was the primary end-point, time interval between PCI and the developement of brain metastases, palliative role of reirradiation, toxicity, locations of metastatic lesions were the secondary end-points. Results: There were 217 patients who received PCI, among them 22 developed brain metastases during follow-up and receieved whole brain reirradiation.50% of them was in RPA classII, 36% was in RPA classIII. The time inerval between PCI and the developement of brain metastases was median 13 months. Reirradiaiton schedule was 10X250cGy in 10, 10X200cGyin 7 patients who completed their treatments. In 76% of patients, there was symptom stabilization or regression and/or radiologic regression. OS after reirradiation was 4 months. In 22% of patients hippocampal region was involved with metastatic foci. There was a positive correlation between OS and time interval between PCI and reirradiation (p<0.001). Longer time interval between PCI and reirradiation and being in RPA class III were found to be independent risk factors. Conclusion: OS following brain reirradiation after PCI is dismal. But cranial reirradiation provides good palliation with tolerable toxicity profile. Recurrences in hippocampal region is not rare.

3.
ACİL SERVİSTE TÜP TORAKOSTOMİ YERLEŞTİRME HATALARI VE KOMPLİKASYONLARI
ERRORS AND COMPLICATIONS IN TUBE THORACOSTOMY PLACEMENT IN EMERGENCY SERVICE
Miktat Arif HABERAL, Özlem Şengören DİKİŞ, Erkan AKAR, Gökhan ÖZTÜRK, Halil KAYA
Sayfalar 91 - 96
Amaç: Tüp torakostomi acil servislerde sıklıkla uygulanan cerrahi işlemlerden biridir. İşleme ait %2-25 oranında komplikasyon riski vardır. Bu çalışmada acil servis uzman ve asistanları tarafından yapılan tüp torakostomi işlemindeki komplikasyonların insidansını belirlemektir. Yöntem ve gereç: Hastanemizin acil servisinde çalışan acil uzman ve asistanları tarafından Mayıs 2013-Nisan 2016 tarihleri arasında tüp torakostomi uygulanan 240 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Demografik veriler, tüp torakostomi endikasyonları ve oluşan komplikasyonları kaydedildi. Bulgular: İki yüz kırk olgunun, 160’ı (%67.7) spontan pnömotoraks, 53’ü (%22.2) travmatik pnömotoraks, 27’si ise (%11.1) travmatik hemotoraks idi. Seksen (%33) olguda hatalı tüp torakostomi uygulandığı, bunların 33 (%41.25)’ünde de komplikasyon geliştiği tespit edildi. En sık rastlanan komplikasyon 15 hasta (%45.45) da tespit edilen tüpün malpozisyonu iken, en az rastlanan komplikasyon 1 hastada (%3.03) da tespit edilen tüpün batın içerisine takılmasıydı. Sonuç: Acil servislerde tüp torakostomi işlemi hayat kurtarır. Acil servis uzman ve asistanların bu işlemi uygulayabilmeleri tedavide zaman kaybetmeden müdahalede bulunulması açısından çok önemlidir. Ancak oluşan komplikasyonların oranlarında azalma olması için verilecek eğitimlerin önemi büyüktür.
Aim: Tube thoracostomy is one of the most common surgical procedures performed in routine clinical practice. The overall complication rate associated with this procedure is between 2% and 25%. The present study aimed to define the incidence for complications of tube thoracostomy carried out by emergency physicians and resident physicians. Material and Methods: Data of 240 patients whose chest tubes placed exclusively by emergency physicians and resident physicians at our emergency department between May 2013 and April 2016 was collected retrospectively. Demographic data, tube thoracostomy indications and complications were recorded. Results: Of the 240 patients, 160 had (67.7%) spontaneous pneumothorax, 53 had (22.2%) traumatic pneumothorax and 27 had (11.1%) traumatic hemothorax. We identified tube thoracostomy errors in 80 patients (33%) and 33 of them had complications (41.25%). The most common complication was malposition of the chest tube in 15 patients (45.45%) whereas the least common was intraabdominal insertion of chest tube in 1 patient (%3.03). Conclusion: Tube thoracostomy is a lifesaving procedure. Tube thoracostomy carried out by emergency physicians and resident physicians has a great importance as its time sparing effect on treatment. Education and practice is crucial in order to lower the complication rates.

4.
MANİSA VE ÇEVRESİNDE YAŞAYAN ALLERJİK RİNİTLİ HASTALARDA DERİ PRİK TESTİ SONUÇLARI
RESULTS OF SKIN PRICK TESTS IN ALLERGIC RHINITIS LIVING IN MANISA AND ENVIRONMENT
Ferda BİLGİR, Bilge ÖZDEMİR, Papatya DEĞİRMENCİ, Bahadır DEDE, Cengiz KIRMAZ
Sayfalar 97 - 103
Amaç: Allerjik rinit (AR), allerjik hastalıklar içerisinde en sık görülenidir ve sıklığı giderek artmaktadır. AR sıklığının ve allerjen dağılımının bölgesel farklılık göstermesi patogenezde çevresel faktörlerin çok önemli olduğunu göstermektedir. Bu çalışma bölgemizde yaşayan AR’li hastalarda allerjen dağılımının belirlenmesi ve koruyucu tedbirlere katkıda bulunmak amacıyla planlandı. Yöntem ve Gereç: Merkezimize Ekim 2010-Aralık 2012 arasında AR semptomlarıyla başvuran 2100 hastanın deri prik testi (DPT) sonuçları ve bilgi formları retrospektif olarak incelendi. DPT sonuçları yaş ve cinsiyete göre değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 37.07±13.08 olan 2100 hastanın 1381’i (%65.8) kadın, 719’u (%34.2) erkekti. Hastaların %67.1’inde DPT’de inhalen allerjen duyarlılığı saptandı. Hastaların %17.8’inde tek alerjene duyarlılık varken %49.3’ünde birden fazla alerjene duyarlılık vardı. En sık çayır poleni (%43.2), ikinci sırada ev tozu akarları (%40.2), üçüncü sırada ağaç poleni (%39.6) duyarlılığı gelmekteydi. Sonuç: Bölgede sık karşılaşılan allerjenlerin bilinmesi koruyucu tedbirlere ve tedaviye katkıda bulunmaktadır. Polenlere karşı çevresel önlemler alınabilir, hastaların polenizasyon periyotları hakkında bilgilendirilmesi sağlanabilir.
Aim: Allergic rhinitis (AR) is the most common allergic disease and its frequency is increasing steadily. Regional differences in AR frequency and allergen distribution indicate that environmental factors are very important in pathogenesis. This study was planned to determine the distribution of allergens in AR patients living in our region and to contribute to preventive measures. Material and Methods: The results of skin prick test (SPT) and informational forms of 2100 patients with AR symptoms between October 2010 and December 2012 were reviewed retrospectively. Skin prick test results were evaluated according to age and sex. Results: The average age is 37.07 ± 13.08 of 2100 patients. There were 1381 (65.8%) women and 719 (34.2%) men. 67.1% of the patients had inhaled allergen sensitization in SPT. While 17.8% of the patients had single allergen sensitivity, 49.3% had more allergen sensitivities. The most frequent pollens were meadow pollen (43.2%), house dust mite (40.2%) and tree pollen (39.6%). Conclusion: Knowing of common allergens in the region has contributed to preventive measures and preventive therapies. Environmental measures against pollens can be taken and patients can be informed about the pollen periods.

5.
İATROJENİK PNÖMOTORAKSLAR: İNSİDANS AZALDI MI? NEDEN?
IATROGENIC PNEUMOTHORAX: IS ITS INCIDENCE DECREASE? WHY?
Özgür KATRANCIOĞLU, Şule KARADAYI, Ekber ŞAHİN, Nurkay KATRANCIOĞLU
Sayfalar 105 - 109
Amaç: İatrojenik pnömotoraks (İP), tanı ve tedavi amacıyla toraksa yapılan invaziv girişimlerin önemli bir komplikasyonudur ve insidansı büyük ölçüde bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı İP’a neden olan invaziv girişimleri, olgularımızı ve insidansdaki düşüşün tartışılmasıdır. Yöntem ve Gereç: Ocak 2008 ile Nisan 2018 tarihleri arasında hastanemizde İP tespit edilen olguların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Olgular yaş, cinsiyet, İP nedenleri, tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından analiz edildi. Bulgular: Çalışmanın yapıldığı zaman aralığında hastanemizde İP’a neden olabilecek girişimlerin sayısı 20368 idi ve % 0,22 oranında İP gelişti. İP’a en sık mekanik ventilasyon tedavisi, 2. sıklıkta santral venöz kateterizasyon ve 3. sıklıkta da torasentez neden olmaktaydı. İP oranımız geçmiş dönemde kliniğimizin yaptığı çalışma ile kıyaslandığında, istatiksel olarak anlamlı şekilde azalmıştı. Sonuç: İnvaziv girişimlerde pnömotoraks riski temel olarak uygulayan klinisyenin tecrübesine ve işlemin kendisinin risk faktörlerine bağlıdır. Girişimlerin risk faktörleri önceden bilinir ve dikkate alınırsa, ayrıca işlem tecrübeli klinisyenler tarafından yapılırsa, İP oranı hastanemizde olduğu gibi düşürülebilir.
Aim: Iatrogenic pneumothorax (IP) is an important complication of invasive procedures performed in the thorax for diagnosis and treatment, and its incidence is usually unknown. The aim of this study is to discuss invasive procedures that cause IP, reasons, and reductions in incidence. Material and Methods: Records of cases with IP detected in our hospital between January 2008 and April 2018 were retrospectively reviewed. The cases were analyzed in terms of age, gender, IP causes, treatment methods and results. Results: At the time of the study, the number of interventions to cause IP in our hospital was 20368 and IP was observed at 0.22%. Mechanical ventilation therapy was the most common cause of IP, central venous catheterization was the second most frequent, and thoracentesis was the third most frequent cause. Our IP ratio decreased statistically significantly when compared with the work done by our clinic in the past period. Conclusion: The risk of pneumothorax in invasive procedures depends mainly on the experience of the practicing clinician and the risk factors of the procedure itself. If risk factors for interventions are known and taken into account, and if the procedure is performed by experienced clinicians, the IP rate can be reduced as well as in our hospital.

6.
İLERİ YAŞTA HİPOKSEMİNİN NADİR BİR NEDENİ: FALLOT TETRALOJİSİ
A RARE CAUSE OF HYPOXEMIA AT ADULT AGE: TETRALOGY OF FALLOT
İclal HOCANLI, Abdullah Emre NAYMAN
Sayfalar 111 - 115
Hipoksemiye neden olan en önemli mekanizmalardan biri sağdan sola şanttır. Fallot tetralojisi; ventriküler septal defekt, sağ ventrikül çıkış yolu tıkanıklığı, ventriküler septumun aort kökü tarafından geçersiz kılınması ve sağ ventrikül hipertrofisinden oluşan konjenital bir kalp malformasyonudur. Fallot tetralojisi, en yaygın siyanotik konjenital kalp defektidir ve tüm konjenital kardiyopatilerin yaklaşık % 5'ini oluşturmaktadır. Görülme sıklığı her milyon canlı doğumda yaklaşık 400 dür. Hastanın sağkalımı pulmoner tıkanıklığın derecesine ve pulmoner kan dolaşımına bağlıdır. Hastalar, dördüncü dekattan sonra nadiren hayatta kalmaktadır. Preoperatif değerlendirme sırasında, tesadüfen tanı konulan 41 yaşındaki kadın hasta, hipoksemi etyolojisinde kardiyak malformasyonlara dikkat çekmek ve dördüncü dekada kadar tanı konulamamış olması nedeni ile sunuldu.
One of the most important mechanisms causing hypoxemia is shunt from right to left. Tetralogy of Fallot; Ventricular septal defect, right ventricular outflow tract obstruction, ventricular septum is overridden by aortic root, and right ventricular hypertrophy is a congenital heart malformation. Tetralogy of Fallot is the most common cyanotic congenital heart defect and accounts for approximately 5% of all congenital cardiopathies. The prevalence is about 400 per million live births. The survival of the patient depends on the degree of pulmonary obstruction and pulmonary circulation. Patients rarely survive after the fourth decade. A 41-year-old female patient who was diagnosed by chance during preoperative evaluation was presented to draw attention cardiac malformations in etiology of hypoxemia and the diagnosis was not made until the fourth decade.

7.
RADYOLOJİK MEDİASTİNAL KİTLE TANILI İKİ FARKLI OLGU SUNUMU
TWO DIFFERENT CASES WITH RADIOLOGIC MEDIASTINAL MASS
Figen TÜRK, Yeliz EROL, Metin ER, Ahmet ÜÇVET, Soner GÜRSOY
Sayfalar 117 - 120
Mediastinal kitlelerde hem tanı hem tedavi için cerrahi eksizyon gereklidir. Cerrahinin gerekliliği, vital yapılara bası ve malign transformasyon potansiyeli riski nedeniyledir. Bronkojenik kist ve leiomyom çok iyi bilinen patolojik antitelerdir. Bronkojenik kist mediastinal ise kitle ekstirpasyonu, parankimal ise uygun anatomik rezeksiyon, leiomyomun da klasik tedavisi cerrahi enükleasyon, nadiren de özofagus rezeksiyonu gerekebilir. Radyolojik olarak mediastinal kitle tanısı konan iki olguda, radyolojik, klinik ve cerrahi eksplorasyon sonuçları karşılaştırılmıştır. Operasyon öncesi tanı netliği, cerraha yol göstericilik sağlar. İntraparankimal bronkojenik kist ve özofagus leiomyomu, mediastinal kitlelerle karışabilecek sürpriz tanısal farklılıklardan sadece ikisidir. Farklı tanı ve olası komplikasyonları önleme açısından, cerrahi eksplorasyonun ve yeterliliğin önemi vurgulanmıştır.
Mediastinal masses require surgical excision both for diagnosis and treatment. Potential risk of malignant transformation and compression to vital structures require surgery. Bronchogenic cysts and leiomyomas are well-known pathological entities. If the bronchogenic cyst is mediastinal, mass extirpation should be done or if it’s parenchymal appropriate anatomic resection should be performed. Even classical treatment of leiomyoma is surgical enucleation, rarely esophageal resection is needed. Radiologically was diagnosed as mediastinal mass in two cases, the radiological, clinical and surgical exploration results were compared. Preoperative diagnostic definite provides surgical guidance. Intraparenchymal bronchogenic cysts and esophageal leiomyomas are only two of the surprise diagnostic differences that mediastinal masses may encounter. In terms of different diagnosis and prevention of possible complications, emphasis was placed on the necessity of surgical exploration.

8.
OLGULAR EŞLİĞİNDE HIV VE AKCİĞER SORUNLARI
HIV AND RELATED PULMONARY DISORDERS GUIDED WITH CASES
Mustafa CANBAZ, Dursun ALİZOROĞLU, Ceyda ANAR, Güneş ŞENOL, Seher SUSAM, Ahmet Emin ERBAYCU
Sayfalar 121 - 127
İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) infeksiyonu; sıklıkla akciğerde fırsatçı infeksiyonlar, bazen de maligniteler ile birliktedir. HIV (+) hastalarda Pneumocystis jirovecii infeksiyonu ile sık karşılaşılmaktadır. Bilgisayarlı tomografide radyolojik olarak buzlu cam ve retiküler görünüm ön planda saptanmaktadır. Kliniğe başvuru öncesi HIV (+) oldukları bilinmeyen ve akciğer hastalığının teşhisi amacıyla göğüs hastalıkları branşına yönlendirilen beş hastayı sunduk. Hastaların üçünde Pneumocystis jirovecii’ye bağlı akciğer hastalığı, bir hastada Kaposi sarkomu teşhis edildi. Diğer hastada aynı zamanda hem Klebsiella hem de H1 N1 ile akciğer infeksiyonu vardı. Uygulanan tedaviler ile sonuç alınamayan ve toraks tomografi kesitlerinde özellikle iki taraflı buzlu cam ve retiküler görünüm sergileyen hastalarda HIV pozitifliği akla gelmeli ve Pneumocystis jirovecii akciğer hastalığı ön planda düşünülmelidir. HIV (+) hastalarda, birden fazla lokalizasyonda multipl lenfadenopati varlığında Kaposi sarkomu unutulmamalıdır.
Human immun deficiency virüs (HIV) infection; is frequently together with opportunistic pulmonary infections and sometimes with malignity. Pneumocystis jirovecii infection has been met frequently in HIV (+) patients. The ground glass and reticular opacity is radiologically on the foreground in computed tomography. We presented five cases whom HIV positivity was unknown before admission to the clinic and referred to chest diseases in order to have diagnosis of the lung disease. Pulmonary disease of Pneumocystis jirovecii was diagnosed on three patients and one patient was diagnosed as Kaposi’s sarcoma. There was pulmonary infection of both Klebsiella and H1 N1 in other patient. HIV positivity should be rememberred and Pneumocystis jirovecii pulmonary disease should be thought primarily, when bilateral ground glass and reticular opacity was detected in thorax tomography and there was a treatment failure with other drugs. Kaposi’s sarcoma should not be forgotten in HIV (+) patients if there was multiple lymphadenopathy at multiple localizations.

9.
KOSTA ORİJİNLİ HİDATİK KİST
COSTA ORIGINATED HYDATIC CYST
Ali Hızır ARPAT, Cumhur Murat TULAY, Abdulkerim BAYÜLGEN
Sayfalar 129 - 132
Echinococcus Granulosus tarafından oluşturulan hidatik kist, Hipokrat zamanından beri bilinmekte olan paraziter bir hastalıktır. Hayvancılığın, özelliklede koyun yetiştiriciliğinin yaygın olduğu Akdeniz, Doğu Avrupa, Afrika, Güney Amerika, Orta Doğu, Avusturalya, Yeni Zellanda ve Çin gibi bölgelerde sık görülür. Vakaların çoğu karaciğerde olmakla birlikte, akciğer veya her iki organda birden gözlenebilir. Kemik dokusunda ekinokokkoz nadir (%0,9-2) iken, kostal yerleşimli hidatik kist çok ender olarak gözlenir. Kemiğin hidatik kistinin spesifik bir radyolojik görünümü olmaması nedeni ile ayırıcı tanısında bir çok hastalık bulunmaktadır. Biz burada 55 yaşında yaklaşık 2 aydır sağ göğüs duvarında şişlik ile başvuran ve yapılan tetkiklerinde kostal orijinli hidatik kist saptanarak opere edilen bayan hastamızı sunmayı amaçladık.
A hydatid cyst caused by Echinococcus Granulusus, is a parasitic disease that has been known since Hippocrates. It is common animal husbandry places, especially sheep breeding areas like Mediterranean, Eastern Europe, Africa, South America, Middle East, Australia, New Zealand and China. In most cases it can be observed mostly in liver, followed by lungs or liver and lungs together. While echinococcosis is uncommon (0.9-2%) in bone tissue, hydatid cyst of the costa is very rarely observed. Because hydatid cyst of the costa has not specific findings in radiologic techniques, there are so many diseases in the differential diagnosis. We aimed to present a 55-year-old female patient who presented with right sided chest wall swelling for nearly two months and in the examinations detected costa originated hydatid cyst and operated.

10.
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA PULMONER ASPERGİLLOZ: OLGU SUNUMU
PULMONARY ASPERGILLOSIS IN PATIENTS WITH CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE: CASE REPORT
Ali KORKMAZ, Melike YÜKSEL YAVUZ, Melih BÜYÜKŞİRİN, Ceyda ANAR, Filiz GÜLDAVAL, İbrahim Onur ALICI
Sayfalar 133 - 139
Aspergillozis genellikle saprofitik ve havayolu ile bulaşan mantar olan Aspergillus fumigatus'un neden olduğu mikotik bir hastalıktır. Aspergillus enfeksiyonları; immun baskılanmış hastalarda invazif aspergillozis, allerjik bronkopulmoner aspergillozis ve aspergilloma gibi klinik formlarda ortaya çıkabilmektedir. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastalardan alınan örneklerde Aspergillus suşlarının kültürde üremesi sıklıkla kontaminasyon olarak yorumlanır. Bazı verilere göre invaziv pulmoner aspergillozlu (İPA) hastaların %1’inde altta yatan KOAH bildirilmiştir. KOAH’lı hastalarda İPA’nın kesin tanısı çoğu zaman zordur. Bu yüzden; teşhis, klinik özellikler, radyolojik bulgular (çoğunlukla toraks bilgisayarlı tomografisi), mikrobiyolojik sonuçlar ve bazen serolojik bilgilerin kombinasyonuna dayanarak konulmaktadır. Bu çalışma ile, KOAH’ı olan iki olgumuzda saptanan pulmoner aspergillozu literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Aspergillosis is a mycotic disease generally caused by Aspergilllus fumigatus, which is a saprophytic and airborne fungus. Infections caused by Aspergillus spp. in immunocompromised patients may present as invasive aspergillosis, allergic bronchopulmonary aspergillosis and aspergilloma. The cultivation of Aspergillus spp. in samples taken from the airways of patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) is frequently considered as a contamination. According to some data, it has been reported that there is an underlying COPD in 1% of patients with IPA. Definitive diagnosis of IPA in COPD patients is often difficult. Therefore, diagnosis is put based on the combination of clinical features, radiological findings (mostly thoracic computed tomography), microbiological results and sometimes, serological information. We aimed to discuss pulmonary aspergillosis diagnosed in two of our cases with COPD in the context of literature.

LookUs & Online Makale