ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 30 (1)
Cilt: 30  Sayı: 1 - 2016
ORIGINAL ARTICLE
1.
YAYGIN EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİNDE KONSOLİDATİF TORAKAL RADYOTERAPİNİN YERİ
ROLE OF THORACIC RADIOTHERAPY IN EXTENSIVE STAGE SMALL CELL LUNG CANCER
Esra KORKMAZ KIRAKLI, Berna KÖMÜRCÜOĞLU
Sayfalar 1 - 6
Amaç: Bu çalışmada yaygın evre küçük hücreli akciğer kanserli (KHAK), sisplatin bazlı kemoterapi (KT) ile metastazlarında tam yanıt ve primer lezyonda tam ya da kısmi yanıt veren olgularda konsolidasyon torasik radyoterapi (TRT)'nin lokal kontrol, hastalıksız ve total sağkalıma etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2012-Haziran 2015 tarihleri retrospektif olarak incelendi. Olgular içinden KT sonrası metastatik lezyonlarda tam yanıt alınan ve konsolidasyon amaçlı TRT alan olgular değerlendirmeye alındı. Yineleme paternleri incelendi. Progresyonsuz sağkalım ve total sağkalım analizleri yapıldı. Bulgular: Merkezimizde KHAK tanısıyla RT gören 486 olgunun 10'u çalışmaya dahil edildi. ECOG performans durumu 8 olguda 0-1, 2 olguda 2'ydi. Lokal kontrol %60, progresyonsuz sağkalım 5 ay, total sağkalım medyan 12.5 ay, 1 yıllık sağkalım %60, 2 yıllık sağkalım %10 olarak saptandı. Sonuç: KT'ye yanıt veren yaygın evre KHAK'li olgularda, konsolidasyon TRT'si lokal kontrole ve sağkalıma katkı sağlayabilir.
Aim: This study aimed to evaluate the effect of consolidative thoracic radiotherapy on local control and progression free and overall survival in extensive stage small cell lung cancer patients whose metastatic lesions responded totally and primary lesions totally or partially to cisplatin based chemotherapy. Materials and Methods: Medical records of patients diagnosed as extensive stage small cell lung cancer between January 2012 and June 2015 were evaluated retrospectively. Patients whose metastatic lesions fully responded to chemotherapy and underwent consolidative thoracic radiotherapy were included. Relapse patterns were evaluated and progression free and overall survival were analyzed. Results: 10 of the 486 patients with SCLC who underwent radiotherapy were included. ECOG performance satus was 0-1 in 8 patients and was 2 in 2 patients. Local control was 60%, progression free survival was 5 months and overall survival was 12.5 months. One year survival rate was 60% and two years survival rate was 10%. Conclusion: Consolidative thoracic radiotherapy may improve local control and survival in extensive stage small cell cancer patients who responded to chemotherapy.

2.
SERUM PROKALSİTONİN DÜZEYİNİN AKCİĞER TÜBERKÜLOZUNUN TANISI VE TEDAVİ CEVABININ DEĞERLENDİRİLMESİNDEKİ ROLÜ
THE ROLE OF SERUM PROCALCITONIN LEVELS IN DIAGNOSIS AND RESPONSE TO TREATMENT OF PULMONARY TUBERCULOSIS
Rukiye Gülnihal GEZGİNÇ POYRAZ, Burcu ARPINAR YİĞİTBAŞ, Sibel YURT, Barış ŞEKER, Celal SATICI, Filiz KOŞAR, Remisa GELİŞGEN
Sayfalar 7 - 14
Giriş: Prokalsitonin (PCT) seviyeleri sağlıklı insanlarda ölçülemeyecek kadar düşük seviyelerde iken, enfeksiyonlar sırasında yükselmektedir. Nonspesifik bakteriyel enfeksiyonlarda daha fazla yükseldiği tespit edilmiş olup tüberküloz (TB) hastalarında da PCT düzeyinin artmış olduğu saptanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda toplum kökenli pnömoni (TKP) hastaları ile TB hastalarında tedavi öncesi ve tüberküloz hastalarında tedavi sonrası PCT seviyeleri ölçülerek karşılaştırılmıştır. Çalışmaya 19-82 yaş aralığında aktif akciğer TB tanısı alan HIV (-) 27 hasta ve klinik, radyolojik, laboratuvar bulguları ile pnömoni tanısı olan 31 hasta olmak üzere toplam 58 olgu dahil edildi. Bulgular: TB'de PCT seviyesinin tedaviyle anlamlı derecede düşüş gösterdiği, PCT' deki bu düşüşün yaştan ve cinsiyetten bağımsız olduğu, pnömoni gibi akut akciğer enfeksiyonlarında saptanan PCT düzeyinin TB gibi kronik akciğer enfeksiyonlarındaki PCT düzeyine göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı. Sonuç: TB hastalarında serum PCT seviyesinin tek başına tanı koymada yetersiz olduğu, tüberküloz tedavisi ile PCT seviyesinde anlamlı düşüş olduğu ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde yardımcı bir takip kriteri olabileceği düşünüldü.
Aim: Procalcitonin (PCT) levels are too low to measure in healthy individuals whereas during the infections levels began to increase. Higher levels are measured in nonspesific bacterial infections but also seen that its high in tuberculosis patients. Material and Methods: In our study PCT levels are measured in community acquired pneumonia and pulmonary tuberculosis before and after treatment and compared. 27 patients HIV negative active pulmonary tuberculosis and 31 patients with community acquired pnemonia total 58 patients (age 19 - 82 year) are enrolled to the study. Results: During pulmonary tuberculosis treatment PCT levels are seem to be significantly decreasing, this detected regression is independent from age and sex. İn acute lung infections such as pneumonia PCT levels are significantly higher than in chronic pulmonary infections such as tuberculosis (TB). Conclusion: As a result serum PCT levels are inadequate for the diagnosis of tuberculosis but with the tuberculosis treatment serum PCT levels are significantly decreasing in addition serum PCT levels can be helpful for assessment of response to tuberculosis treatment.

3.
PULMONER TROMBO-EMBOLİ OLGULARIMIZIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ
RETROSPECTIVE EVALUATION OF PULMONARY THROMBOEMBOLISM CASES
Coşkun DOĞAN, Sevda Şener CÖMERT, Benan ÇAĞLAYAN, Şükran MUTLU, Ali FİDAN, Nesrin KIRAL
Sayfalar 15 - 21
Amaç: Pulmoner trombo-emboli (PTE) sık karşılaşılan, yüksek morbidite ve mortalitesi nedeniyle hızlı tanı ve tedavi gerektiren bir hastalıktır. Çalışmamızın amacı kliniğimizde PTE tanısı konularak tedavi edilen olguların klinik, laboratuvar ve radyolojik bulgularını retrospektif olarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında kliniğimizde yatan PTE tanısı alan olguların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların klinik, radyolojik, laboratuar, demografik özellikleri ile Wells ve modifiye Geneva skorları kayıt edildi. PTE tanısı alan olgularda Wells ve Modifiye Geneva klinik skorlarının tanı koymadaki rolü SPSS 17.0 programı ile student-t testi kullanılarak değerlendirildi ve birbirleri ile karşılaştırıldı. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Olgularda gözlenen en sık risk faktörü 65 yaş üzerinde olmak (%48.4), gözlenen en sıksemptom nefes darlığı (%75), bulunan en sık akciğer grafisi bulgusu parankim lezyonu (%66,1) idi. Olguların 51 (%41.1)'inde hipoksemi, 69 (%55.6)'unda hipokapni - hiperkapni mevcuttu. Olguların %62.9'una V/Q sintigrafisi ve klinik değerlendirme ile, %37.1'ine ise bilgisayarlı toraks anjiografisi ile tanı konulmuştu. PTE tanısında Wells skoru istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (p=0.03), modifiye Geneva skoru ileri derecede anlamlı bulundu (p<0.0001). Sonuç: Bu çalışma ile PTE tanısında radyolojik ve laboratuar incelemelerinin yanı sıra klinik değerlendirme skorlamalarının da önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Aim: Pulmonary thromboembolism (PTE) is a common disease, that requires prompt diagnosis and treatment due to the high morbidity and mortality. The aim of this study is to evaluate retrospectively the clinical, laboratory and radiological findings of patients that diagnosed and treated as PTE. Material and methods: The files of patients hospitalized in our clinic with the diagnosis of PTE between January 2010-December 2012 were retrospectively analyzed. The demographic and clinical characteristics, risk factors, radiographic and computed tomography angiography findings, laboratory findings, Wells and modified Geneva scores reported. The role of Wells and modified Geneva clinical scores in the diagnosis of PTE was evaluated and compared with each other by Mann- Whitney-U test using the SPSS 17.0 program, p <0.05 was considered statistically significant. Results: The most common risk factor was older age (>65) (48.4%) and the most common symptom observed in our patients was dyspnea (75.0%). Chest X-ray reveals most commonly parenchymal lesions in 82 (66.1%) of the cases. Fifty-one (41.1%) of patients had hypoxemia and 69 (55.6%) had hypocapnia. 62.9% of the patients were diagnosed with V/Q scintigraphy and clinical evaluation while 37.1% of them were diagnosed with computed tomography angiography of the thorax. It is determined that Wells score and the modified Geneva score were statistically significant in the diagnosis of PTE (p = 0.03, p <0.0001). Conclusion: We consider that clinical evaluation is also important besides the radiological and laboratory examinations in PTE suspected cases. The morbidity and mortality can be reduced if PTE is kept in mind especially in patients with risk factors.

4.
ÜÇ BOYUTLU ULTRASONOGRAFİ EKSÜDATİF PLEVRAL SIVILARIN TRANSÜDATİF PLEVRAL SIVILARDAN AYRIMI İÇİN KULLANILABİLİR Mİ?
CAN THE THREE DIMENTIONAL ULTRASONOGRAPHY USE FOR DISTINGUISHING EXUDATIVE PLEVRAL FLUID FROM TRANSUDAL PLEVRAL FLUID
Coşkun DOĞAN, Tolga Sinan GÜVENÇ, Gülşen ÇIĞŞAR
Sayfalar 23 - 31
Amaç: Gerçeğe çok yakın ve gerçek zamanlı inceleme imkanı tanıyan üç boyutlu ultrasonografi (3D USG) cihazı ile eksüda ve transüda vasfındaki plevral sıvıların ayrımının yapılması. Gereç ve Yöntem: Prospektif olarak planlanan çalışmamıza Ocak 2012-Aralık 2012 tarihleri arasında plevral sıvısı nedeni ile tetkik edilen 25 olgu dahil edildi. Tüm olgular 3D USG ile incelendi. 3D USG ile parietal plevra kalınlıkları ve plevral yüzeyin görünümü düzenli görünüm/düzensiz görünüm olarak kayıt edildi. Olguların demografik bulguları, semptomları, fizik muayene bulguları, arka-ön akciğer grafi bulguları kayıt edildi. 3D USG incelemleri yapıldıktan sonra olgular Light kriterleri kullanılarak transüdatif ve eksüdatif plevral sıvılar olmak üzere iki gruba ayrıldı. İki grubun 3D USG verileri birbirleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların 17'si (%68) erkek, 8'i(%32) kadındı, 13'ünün (%52) plevral sıvısı transüda vasfında, 12'sinin (%48) eksüda vasfındaydı. Eksüda vasfında plevral sıvısı olan olguların ortalama parietal plevra kalınlığı 4,3±1,6 mm ölçülmüş, 8 olgunun (%66,6) plevrası düzensiz, 4 olgunun (%33,4) plevrası düzenli olarak kayıt edilmiştir. Transüda vasfında plevral sıvısı olan olguların ortalama parietal plevra kalınlığı 1,9±0,7 mm ölçülmüş, 3 olgunun (%23,1) plevrası düzensiz, 10 olgunun (%76,9) plevrası düzenli olarak kayıt edilmiştir. Eksüda vasfında plevra sıvısı olan olguların plevra kalınlıkları istatistiksel olarak anlamlı olarak farklı bulunmuştur (p=0,01). Olguların plevra görünümünün düzenli yada düzensiz görünümde olması açısından iki grup aradaki fark istatistiksel olarak anlamsızdı (p=0,57). Sonuç: Eksüda vasfında plevral sıvısı olan olguların plevra kalınlıklarının transüda vasfında sıvısı olan olgulara göre anlamlı olarak daha artmış olmasından yola çıkılarak üç boyutlu USG kullanılarak yapılan inceleme ile eksüda/transüda ayrımı yapılabileceği düşüncesindeyiz.
Aim: By allowed close reality real time examination using three dimentional ultrasonography(3D USG) distinguishing the transuda or exuda quality of plevral fluid. Methods: İn our prospectivelly planned study 25 cases who are examined between the dates January 2012-December 2012 for plevral fluid added. All patients were exmined with 3D USG. Parietal pleural thickness was measured and pleural surface appearance recorded as regular appearance / irregular appearance with 3D USG. Demographic findings, symptoms, physical examination findings, postero-anterior chest x-ray findings of patients were also recorded. Pleural effusions of patients were also classified as exudative and transudative by using Light's criteria and 3D USG data of two groups were compared with each other. Results: Of the cases 17 (68%) were male, 8 (32%) were female. The pleural effusion of 13(52%) cases was transudate and 12(48%) cases was exudate. The average thickness of the parietal pleura of patients with exudative pleural effusion was measured as 4.3 ± 1.6 mm, pleura of 8 (66.6%) patients was irregular and of 4 (33.4%) patients was regular. The average thickness of the parietal pleura of patients with transudative pleural effusion was measured as 1.9± 0.7 mm, pleura of 3 (23.1%) patients wasl irregular, of 10 (76.9%) patients was regular. The thickness of the pleura in patients with exudative pleural effusion was found to be statistically different (p=0.01).The appearance of pleura in terms of being regular or irregular was not statistically significant between two groups (p = 0.57). Conclusion: Using three dimentional USG we consider that based on the increasing plevral thicness significantly inceases in the cases who have exudative quality of plevral fluid than transuda qualty of plevral fluid, transuda/exuda differantiation can be performed.

5.
GEÇ FARK EDİLEN İKİ YABANCI CİSİM ASPİRASYONU OLGUSU (DİŞ PROTEZİ VE OYUNCAK VİDASI)
TWO CASES OF FOREIGN BODY ASPIRATION RECOGNIZED LATELY (DENTAL PROSTHESİS,TOY SCREW)
Günseli BALCI, Aydan MERTOĞLU, Zühre TAYMAZ, Gazi GÜNDÜZ
Sayfalar 41 - 47
Olgu 1: Altmış sekiz yaşında erkek olgu nefes darlığı, öksürük, ateş, balgam çıkarma yakınmaları ile kliniğimize kabul edildi. Akciğer grafisinde sağ akciğer parakardiak alanda heterojen infiltrasyon ve infrahiler bölgede yabancı cisim imajı saptandı. Hasta, 2 ay önce üst damağa protez takıldığını ve ertesi akşam uykusundan ani ve şiddetli bir öksürükle uyandığını belirtti. Bronkoskopide sağda intermedier bronşu tam tıkayan beyaz yabancı cisim izlendi. Olgu 2: Yirmi beş yaşında erkek olgu nefes darlığı, öksürük yakınmaları ile kliniğimize kabul edildi. Fiberoptik bronkoskopide lingula girişini tam tıkayan gri-siyah renkli lezyon saptandı. Lezyon elektrokoter “snare“ ile tutulup çıkarıldı. Hasta daha sonra 15 yıl önce (10 yaşında iken) oyuncağın vidasını aspire ettiği belirtti.
Case 1: A sixty eight year old male admitted to our clinic with the complaints of shortness of breath, cough, sputum, fever. In the chest radiograph, heterogeneous infiltration in the paracardiac area and image of the foreign body in the infrahilar area was detected. The patient stated that, two months ago prosthesis had been inserted in his upper palate and he woke up with a sudden and severe cough the following night. A white foreign body obstructing intermediate bronchus was observed by bronchoscopy. Case 2: Twenty five year old male admitted to our clinic with the complaints of shortness of breath and cough. A gray-black lesion obstructing the lingula completely was detected by bronchoscopy. That lesion was extracted with a snare. Later, the patient told that he had aspirated the toy screw 15 years ago.

6.
ÖZEFAGUS LEİOMYOMU; OLGU SUNUMU
ESOPHAGEAL LEIOMYOMA: CASE REPORT
Soner GÜRSOY, Tarık YAĞCI, Esra YAMANSAVCI SIRZAI, Ahmet UCVET
Sayfalar 49 - 52
Sıklıkla özofagusun alt 1/3 kısmında yerleşmiş, tek ve sınırları düzgün submukozal kitleler olarak karşımıza çıkan leiomyomlar, benign özofagus tümörleri arasında en sık görülenidir. İntramural çevre dokulara bası yapacak ya da lümeni tıkayacak boyutlara gelmedikçe asemptomatiktir. Yavaş büyüyen tümörün kabul edilen tedavisi cerrahi enükleasyondur. Yaklaşık iki yıldır devam eden katı yiyecekleri yerken ağrı şikayeti olan altmış yedi yaşındaki erkek hastada klinik ve radyolojik tetkikleri sonrasında, özefagusun 33 ve 37 cm leri arasında submukozal lezyon izlendi. Cerrahi olarak enükleasyonu yapılan iyi sınırlı 7 cm lik tümörün kati patolojisi gastrointestinal stromal tümörleiomyom olarak raporlandı. Lezyon, nadir görülmesi nedeniyle tetkik ve tedavi basmakları irdelenerek, literatür eşliğinde sunulmuştur.
Leiomyomas, submucosal masses commonly encountered as solitary lesions with regular margins located in the proximal one third of the esophagus, are the most common benign tumors of the esophagus. Widely accepted treatment of asymptomatic lesion is surgical enucleation unless the slow growing tumor enlarges enough to compress the neighboring intramural tissues or occlude the lumen. A 67-year-old male patient presented with the complaint of pain while swallowing solid food for two years, and the clinical and radiological studies revealed a submucosal lesion from 33 cm to 37 cm in esophagus. Pathological examination of a 7- cm tumor with well-defined margins which was surgically enucleated was reported as gastrointestinal stromal tumor-leiomyoma. Due to rare occurrence of the lesion, testing and treatment steps were discussed and presented together with the current literature.

7.
PULMONER ALVEOLAR MİKROLİTİYAZİS
PULMONARY ALVEOLAR MICROLITHIASIS
Ayşe COŞKUN BEYAN, Ali Kadri ÇIRAK
Sayfalar 53 - 57
Pulmoner alveoler mikrolitiyazis (PAM) alveollerde kalsiyum birikmesi ile karakterize nadir görülen bir akciğer hastalığıdır. Her iki akciğerde yaygın simetrik mikronodüler radyolojik patern mevcuttur. Bu yazıda 19 yaşında PAM tanısı alan bayan hasta sunulmuştur. Hasta 2 aydır egzersizle nefes darlığı ve öksürük yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayene ve solunum sesleri normaldi. Akciğer grafisinde orta ve alt alanlarda bilateral yaygın mikronodüler patern saptandı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde parankim penceresinde bilateral alt loblarda daha belirgin olmak üzere yaygın milimetrik kalsifiye nodüller izlenmekteydi. Teknesyum-99m ile yapılan tüm vücut kemik sintigrafisinde her iki hemitoraksta yumuşak doku alanlarında heterojen tarzda diffüz artmış aktivite tutulumu saptandı. Sol akciğer alt lobtan fiberoptik bronkoskopi ile elde edilen tranbronşial biyopsi örneğinde intra-alveoler PAS (+) depozitler gösterildi. Hasta PAM tanısı ile tedavisiz takibe alındı.
Pulmonary alveolar microlithiasis (PAM) is a rare lung disease characterized by the deposition of calcium in the alveolar spaces and bilateral diffuse micronodular “sandstorm'' radiographic pattern. The current report presents the case of a 19-yearold woman with pulmonary alveolar microlithiasis. The patient presented with exertional dyspnea and cough for two months. The physical examination was within normal limits and respiratory sounds were normal. The chest x-ray revealed a bilateral diffuse micronodular pattern in the middle and the lower areas of both lungs. On the parenchymal window of thorax computed tomography, bilateral diffuse widespread millimetric calcified nodules that were more prominent in the lower lobes were observed. Whole body bone scintigraphy with technetium-99m revealed bilateral, diffuse, heterogeneous, increased uptake in the pulmonary parenchyma. Transbronchial biopsy forceps example obtained from left lung lower lobe by fiberoptic bronchoscopy intra-alveolar PAS (+) deposits displayed. The patient was diagnosed with PAM and continues to be followed-up on without treatment.

8.
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ ÇEKİMİNDE KONTRAST MADDENİN İNDÜKLEDİĞİ PULMONER ÖDEM: OLGU SUNUMU
CONTRAST MEDIA INDUCED ACUTE PULMONARY EDEMA DURING COMPUTED TOMOGRAPHIC EXAMINATION: A CASE REPORT
Arzu İZMİR, Necmi ÖZEN, Hasan YERLİ, Belkan UZUN, İsmail PEKCAN, Yağız YURTERİ, Sevda OSMANOĞLU
Sayfalar 59 - 62
Son yıllarda kontrast maddeler, klinikte radyolojik görüntüleme işlemleri için; hem girişimsel olan hem de olmayan tanı ve tedavi yöntemleri sırasında sıkça kullanılmakta ve pratikte kullanımı da giderek artmaktadır. Ancak kullanımları, dermatolojik, gastrointestinal, kardiyovasküler sistem, solunum sistemi ile ilgili istenmeyen yan etkilere sebebiyet verebilir. Basit allerjik reaksiyondan ölüme kadar değişebilen sonuçlar doğurabilir ve bu reaksiyonlar genellikle önceden tahmin edilemez. Her ne kadar bu tip reaksiyonlar iyonik olmayan iyotlu kontrast maddelere kıyasla iyonik iyotlu kontrast maddelerle daha sık görülse de, ölümcül olanları her iki grup kontrast maddelerle benzer sıklıktadır. Literatürde nadir görülmesi nedeniyle bilgisayarlı tomografi çekimi esnasında, iyonik olmayan iyotlu kontrast madde kullanımı sonucu akut pulmoner ödem gelişen bir olguyu sunmak istedik.
Contrast agents have become commonly used in both interventional and non-interventional diagnostic and therapeutic procedures in recent years, and their practical applications are continuously increasing. Administration of contrast media (CM) for the radiographic imaging is widely used. Adverse reactions to CM can be considered with cutaneous, gastrointestinal, cardiovascular, respiratory system symptoms. The results can be changed from a simple allergy-like reaction to death and are usually unpredictable. Although allergy-like reactions are more frequent with ionic than nonionic iodine material, the frequency of deaths is usually identical. We present a case of pulmonary edema following non-ionic iodinated contrast media during computed tomographic examination.

9.
ASTIM SEMPTOMLARI İLE BAŞVURAN DEV PULMONER HAMARTOM
GIANT PULMONARY HAMARTOMA PRESENTING WITH SYMPTOMS OF ASTHMA
Aysen EVKAN, Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Gamze KAPLAN, Müge GÜVENÇLİ, Enver YALNIZ, Bilge SALIK
Sayfalar 63 - 66
Pulmoner hamartomlar akciğerin en sık rastlanan iyi huylu tümörüdür. Genel olarak rastlantısal çekilen radyolojik görüntülemelerde 1mm- 4cm arasında boyutlarda nodül/kitle lezyonu olarak tespit edilirler. Genelde küçük boyutlu asemptomatik rastlantısal lezyonlar olarak saptanırlar. Soliter pulmoner nodüllerin %6'sını oluşturur. Değişen oranlarda matür kıkırdak, fibröz doku, yağ doku ve epitelyal elemanlardan oluşur. Genellikle 60-70 yaş arasında erkeklerde daha sık olarak görülürler. Olgumuzda olduğu gibi 8 cm'i geçen dev pulmoner kitleye neden olmalarına literatürde nadir olarak bildirilmiştir. Dev boyutlu pulmoner hamartomlar nadirdir ve hava yolu obstruksiyonlarına bağlı semptomlar oluşturabilir. Bronkodilatatör tedaviye yanıt vermeyen astım semptomları ile başvuran 58 yaşında kadında olguda saptanan dev pulmoner hamartom sunuldu.
Giant pulmonary hamartoma presenting with symptoms of asthma; Pulmonary hamartoma is the most common benign tumor of the lung. Overall they are determined as an accidentally nodules or masses on chest graphics, between 1mm- 4cm diameters. Hamartomas constitute 6% of solitary pulmonary nodules and contains of varying proportions of epithelial elements, mature cartilage, fibrous tissue, and fat tissue. They are usually seen more frequently in males between 60-70 years old. Giant pulmonary mass > 8 cm , as in our case has been rarely reported in the literature. Giant pulmonary hamartoma are rare and can create symptoms due to airway obstruction. A 58-year-old woman with asthma symptoms which not responding to treatment, was diagnosed as giant pulmonary hamartoma is presented.

LookUs & Online Makale