ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 29 (1)
Cilt: 29  Sayı: 1 - 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.
OBSTRUKTİF UYKU APNE SENDROMU'NDA İNFLAMASYON
THE INFLAMMATION IN OBSTRUCTIVE SLEEP APNEA SYNDROME
Emel BULCUN, Mehmet EKİCİ, Üçler KISA, Aydanur EKİCİ
Sayfalar 1 - 9
Amaç: Obstruktif uyku apne sendromu (OUAS) ve inflamasyon arasındaki ilişki tartışmalıdır. Uyku apne ve obesite farklı mekanizmalarla inflamasyonu arttırabilir. Bu çalışma uyku apnesi ve obesite ile proinflamatuar durumun ilişkisini inceledi. Metod: Toplam 133 olguya polisomnografi yapıldı. Polisomnografileri yapılarak, apne hipopne indeksi (AHI)>5 olan 112 OUAS tanılı hasta ve AHI<5 olan 21 kontrol grubu birey çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu bireyler grup A olarak kabul edildi. Bununla birlikte OUAS tanılı hastalar VKİ'lerine göre non-obese grup (B grup) (VKİ<30) ve obese grup (C grup) (VKİ>30) olarak iki gruba ayrıldı. Bulgular: Tüm inflamatuar sitokinler (CRP, hs CRP, TNF-?, IL-6) obez uyku apneli hastalarda kontrol grubu bireylerden anlamlı olarak daha yüksekti. İnsülin rezistansı obez uyku apneli hastalarda obez olmayan hastalardan ve kontrol grubundan daha yüksekti fakat insülin rezistansı kontrol grubu ve obez olmayan uyku apneli hastalar arasında farklı değildi. Tüm inflamatuar sitokinler pearson korelasyon analizinde VKİ ile anlamlı ilişki gösterdi. Ancak multiple varians analizinde CRP, hs CRP VKİ ile anlamlı ilişkiliyken, TNF-?, IL-6'nın VKİ ile anlamlı ilişkisi yoktu. Tüm inflamatuar sitokinler yine bu analize göre desaturasyon indeksi ile anlamlı ilişkiliydi. Sonuç: Adipöz dokunun proinflamatuar durumun gelişiminde anahtar rol oynadığı için bu hastalarda obesite hem uyku apnesinin şiddetini arttırır hem de inflamasyonun artışını tetikler. OSAS'ın ve metabolik bozuklukların erken tespiti kardiovasküler morbidite ve mortalitenin azalmasına yardımcı olur.
Aim: The association between obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) and inflammation remains controversial. This study investigated the relationship between OSAS and obesity with proinflammatory state. Method: A total of 133 consecutive subjects who were referred for polysomnography. 112 were documented to have OSAS defined as AHI >5 and 21 control subjects with AHI <5 were selected upon polysomnography. Control group has been accepted as A group. In addition, patients with OSAS were divided into the following two groups based on the BMI as non-obese (B group) (BMI <30) and obese (C group) (BMI>30). Result: CRP, hs CRP, TNF-?, IL-6 were significantly higher in the obese patients with OSAS than in the control group. Insulin resistance was higher in obese patients with sleep apnea than both in nonobese patients and control group but insulin resistance did not differ between control group and non-obese patients with sleep apnea. All of inflammatory cytokines showed significant associations with BMI in pearson correlation analysis. However, in multiple variance analysis, CRP, hs CRP were significant associated with BMI while TNF-?, IL-6 were not significant associated BMI. All of inflamatory cytokines were significantly associated with desaturation index according to this analysis. Conclusion: Obesity increases both severity of sleep apnea and causes aggravate of inflammation in these patients because adipose tissue play a key role for the development of the proinflammatory state. Early detection of OSAS and metabolic dysfunction may help to decrease the cardiovascular morbidity and mortality.

2.
KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA EVRELERE GÖRE UYKU YAKINMALARININ ŞİDDETİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF THE SEVERITY OF SLEEP COMPLAINTS ACCORDING TO THE CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE STAGES
Özgür BATUM, Melike BATUM, Hüseyin CAN
Sayfalar 11 - 14
Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı ve uyku arasındaki ilişki en sık araştırılan konulardan biridir. Insomni ve gündüz uykululuğunda artış normal bireylerde olduğu gibi, KOAH hastalarının yaşam kalitesini de oldukça etkilemektedir. Bu çalışmadaki amacımız altın standart olan polisomnografi tetkikinin kullanılamadığı yerlerde Epworth ve Pitsburgh gibi anketlerle uyku şikayetlerini değerlendirmektir. Çalışmaya 33 erkek, 37 kadın toplam 70 hasta dahil edildi. Çalışma iki basamakta planlandı. KOAH semptomları olan hastalar klinik olarak değerlendirildi ve evrelemeleri yapıldı. İkinci planda tüm hastalar uyku değerlendirme anketleri ile değerlendirildi. Epworth Uykululuk Skalası ve Pittsburgh Uyku Kalitesi Anketi yetmiş KOAH hastasına uygulandı. KOAH evreleriyle epworth ve pitsburgh anketleri arasındaki ilişkiyi incelediğimizde ne epworth uykululuk anketinde ne de pitsburgh uyku kalitesi indeksinde evreyle ilişkili anlamlı sonuçlar elde edilmedi. KOAH tanısı almış ve evrelemesi yapılmış 70 hastayı uyku yakınmaları açısından değerlendirdik ve hastalık evresi ile yakınmalarının şiddeti arasında bir ilişki olmadığını KOAH'ın tek başına uyku kalitesini olumsuz etkilediğini gösterdik.
The relationship between chronic obstructive pulmonary disease and sleep is one of the most researched topics. Insomnia and daytime sleepiness are commonly seen in normal individuals as in patients with COPD and affects the quality of life. Our aim in this study is to evaluate the sleep complaints by Epworth and Pitsburgh scales in centers without polisomnography which is the gold standard in sleep disorders. 33 men, 37 women a total of 70 patients participated to this study. The study was planned in two steps. COPD patients were clinically evaluated and staging were performed. In the second plan, all patients were evaluated with a sleep evaluation questionnaire. The Epworth Sleepiness Scale and the Pittsburgh Sleep Quality Survey was administered to seventy COPD patients. When we examined the COPD stages and Pitsburgh quality index and Epworth sleepiness questionnaire results, we found no significant association between them. We evaluated 70 COPD patients in term of sleep complaints and we showed there is no association between the stages of COPD and the severity of sleep complaints. COPD itself affects the sleep quality negatively.

3.
ENDOBRONŞİAL ULTRASON-TRANSBRONŞİAL İĞNE ASPİRASYONU: ÖĞRENME DÖNEMİ SONUÇLARI
ENDOBRONCHIAL ULTRASOUND-TRANSBRONCHIAL NEEDLE ASPIRATION: LEARNING CURVE
Mehmet Ufuk YILMAZ, Serhat EROL, Sülün ERMETE, Burcu SAMANYOLU YALÇIN, Nur YÜCEL, Hakan ARIK, Yasemin ÖZDOĞAN
Sayfalar 15 - 20
Endobronşial ultrason-trans bronşial iğne aspirasyonu (EBUS-TBİA), başta akciğer kanseri olmak üzere mediastinal lenf nodlarını tutan hastalıkların tanısında kullanılan bir yöntemdir. Bu çalışmada amaç öğrenme döneminde elde edilen sonuçların değerlndirilmesidir. Ekim-2011 ve ocak-2014 tarihleri arasında 82 olguya ait EBUS-TBİA sonuçları retrospektif olarak incelendi. Elli iki (%63,5) olguya tanısal, 30 (%36.5) olguya akciğer kanseri evreleme amaçlı EBUS-TBİA uygulandı. En sık örneklenen istasyonlar subkarinal (7) lenf nodu (%61) ve sağ alt paratrakeal (4R) lenf nodu (%57.3) idi. Tanısal amaçlı EBUS-TBİA yapılan olgulardan, 37'sinde (%71) tanı konulurken, 9 (%17) olguya ek tetkikler ile tanı konuldu. Altı (%12) olgu takipten çıktığı için kesin sonuca ulaşılamadı. EBUS-TBİA ile tanı konulan 37 olguda tanısal dağılım: 19 olgu akciğer kanseri, 5 olgu toraks dışı kanserin metastazı, 5 olgu sarkoidoz, 2 olgu tüberküloz, 6 olgu benign lenf bezi büyümesi şeklinde idi. Akciğer kanseri evrelemesi için EBUS-TBİA yapılan 30 olgunun, 15'inde (%50) mediastinal lenf nodlarında metastaz saptandı. Metastaz saptanmayan 15 olgunun 10'una cerrahi (mediastinoskopi ve/veya torakotomi) uygulandı. Bu olguların 7'sinde (%70) lenf nodu metastazı saptanmazken, 3'ünde (%30) lenf nodu metastazı vardı. EBUS ile mediastinal lenf nodlarında metastaz saptanmayan 5 olguda, çeşitli nedenlerle (takipten çıkma, cerrahi red) alınan sonuç doğrulanamadı. Bu sonuçlara göre, duyarlılık %83, özgüllük %100, pozitif kestirim değeri %100, negatif kestirim değeri %70 olarak değerlendirildi. Hiçbir olguda komplikasyon gelişmedi. Sonuç olarak; EBUS-TBİA, öğrenme döneminde dahi güvenli tanısal yöntemdir. Başlangıç döneminde, akciğer kanserinin mediastinal evrelemesi için yapılan olgularda yalancı negatif sonuçlar olabilir. Metastaz saptanmayan olgularda sonuçların mediastinoskopi ile doğrulanması gerekir.
Endobronchial ultrasound-trans bronchial needle aspiration (EBUS-TBNA), is a procedure for diagnoses of diseases affected the mediastinal lymph nodes. Aim of this study is to evaluate the diagnostic results of EBUS-TBNA in the learning period. We retrospectively analyzed the results of 82 EBUS-TBNA, performed from October 2011 to January 2014. Fifty-two (63.5%) procedures were performed for diagnosis of mediastinal lymph enlargement. And thirty (36.5%) procedures were performed for lung cancer staging. Subcarinal (61%) and right lower paratracheal (57,3%) stations were most sampled lymph nodes. Thirty-seven patients diagnosed with EBUS-TBNA, for 9 patients additional diagnostic procedures needed and 6 patients were lost to follow up. EBUS-TBNA diagnosed mediastinal metastases in 15 of the 30 (50 %) cases. Ten of remaining 15 patients underwent further surgical investigation. EBUS-TBNA was false negative for 3 patients. For remaining 7 patients, EBUS-TBNA and surgical diagnosis were same. According to these results sensitivity, specificity, positive predictive value and negative predictive values were 83%, 100%, 100%, 100% respectively. No complication occured during the procedures. As a result; EBUSTBNA is a safe diagnostic procedures even in the learning period. During learning period false negative results can be seen when performed for mediastinal staging of lung cancer. These results should be comfirmed with mediastinoscopy.

4.
NT-PRO BNP NATRİÜRETİK PEPTİT: KALP YETMEZLİĞİNE BAĞLI PLEVRAL EFFÜZYONDA YENİ TANI ARACI
NT-PRO BRAIN NATRIURETIC PEPTIDE: NEW DIAGNOSTIC TOOL FOR HEART FAILURE RELATED PLEURAL EFFUSION
Ceyda ANAR, Fatmanur ÇELİK, Tuba İNAL, Gülru POLAT, Serhat EROL, Yelda VATANSEVER, Mine GAYAF, Nimet AKSEL, Filiz GÜLDAVAL, İpek ÜNSAL, Dursun TATAR, Ayşe ÖZSÖZ POYRAZ, Hüseyin HALİLÇOLAR, Dilek KALENCİ
Sayfalar 21 - 27
Amaç: Transüdatif ve eksüdatif sıvıları özellikle diüretik kullanan kalp yetmezliği olan hastalarda birbirinden ayırt etmek bazen zor olmaktadır. Bu çalışmanın amacı kalp yetmezliğine bağlı plevral effüzyonları kalp yetmezliği olmayan plevral effüzyonlardan ayırmada plevral sıvı NT-pro BNP'nin tanısal değerini araştırmaktır. Materyal ve method: Plevral effüzyonu olan 126 hasta çalışmaya alındı. Plevral sıvı ve serum örnekleri eş zamanlı laboratuvara gönderildi. Biyokimyasal analiz, bakteriyel ve mantar kültürü, mycobacterium tuberculosis için yayma ve kültür ve sitolojik inceleme yapıldı. Bulgular: Kalp yetmezliğine bağlı plevral effüzyonlarda NT-proBNP değeri diğer plevral effüzyon nedenlerine göre istatistiksel olarak yüksek saptandı (p<0,001). Plevral sıvı ve serum NT-proBNP değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptandı (r: 0.91, p <0.001). Kalp yetmezliğine bağlı plevral effüzyonları kalp yetmezliğine bağlı olmayan plevral effüzyonlardan ayırmada plevral sıvı NTproBNP cut off değeri 5133 pg/ml'de duyarlık %51,8, özgüllük %98,9 (p:0,000), tanı doğruluğu da %84,1 idi. Sonuç: Kalp yetmezliği ile ilişkili plevral sıvı düşündüğümüz ve ayrıca özellikle diüretik tedavisi altında olup eksüdatif effüzyonla karşımıza çıkan kalp yetmezliğindeki hastalarda plevral sıvı NTproBNP değerini tanı aracı olarak kullanmamız yararlı olabilir.
Aim: Definite diagnosis of transudative or exudative pleural fluids often presents a diagnostic dilemma. The aim of this study was to evaluate whether amino-terminal pro-brain natriuretic peptide (NT-proBNP) levels in pleural fluid has a diagnostic value for discriminating heart-failure related pleural effusions from non-heart-failure effusions. Methods: One hundred twenty six subjects with pleural effusions were included. Samples of pleural fluid and serum were obtained simultaneously from each subject. Biochemical analysis, bacterial and fungal culture, acid-fast bacilli smear, culture and cytology were performed on the pleural fluid. Results: Subjects with heart-failure-related pleural effusion had significantly higher pleural NT-proBNP levels than other subjects (P < 0.000). Pleural and serum NT-proBNP measures were closely correlated. An NT-proBNP cut off value of > 5133 pg/mL in pleural fluid had a sensitivity of 51.8%, a specificity of 98.9%, respectively (P=0.000, diagnostic accuracy 84.1%) for discriminating transudates caused by heart failure from exudates. Conclusions: Pleural fluid NT-proBNP measurement in the routine diagnostic panel may be useful in differentiation of heart-failure-related pleural effusions and exudative pleural fluids with reasonable accuracy, especially in heart-failure patients treated with diuretics.

5.
ANKİLOZAN SPONDİLİT VE ROMATOİD ARTRİT OLGULARINDAN OLUŞAN KOLLAJEN DOKU HASTALIKLARINDA SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ VE KLİNİK BULGULAR
PULMONARY FUNCTION TESTS AND CLINICAL FINDINGS IN CONNECTIVE TISSUE DISEASES CONSISTING OF PATIENTS WITH ANKYLOSING SPONDYLITIS AND RHEUMATOID ARTHRITIS
Coşkun DOĞAN, Sevda Şener CÖMERT, Benan ÇAĞLAYAN
Sayfalar 29 - 36
Amaç: Göğüs hastalıkları açısından asemptomatik olan kollajen doku hastalığına (KDH) sahip olgularda solunum fonksiyon testlerinin (SFT) önemini belirlemek. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya Ocak 2010-Aralık 2011 tarihleri arasında hastanemizde Romatoloji Polikliniği'nde romatoid artrit (RA) ve ankilozan spondilit (AS) tanısı almış ve göğüs hastalıkları açısından asemptomatik olan 47 olgu alındı. Olguların demografik bulguları, primer KDH tanıları, hastalık süreleri, fizik muayene (FM) bulguları, arkaön akciğer grafisi (AÖAC) bulguları, sigara alışkanlıkları, solunum fonksiyon testleri (SFT) ve DLCO değerleri kayıt edildi. Olguların SFT değerler klinik ve radyolojik bulguları ile karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların 22'si (%46.8) RA, 25'i (%53.2) AS tanısına sahip ve yaş ortalaması (45.0±12.31) yıl idi. En sık FM bulgusunun 10(%21,3) olguda inspiratuar ral olduğu, en sık AÖAC grafisi bulgusunun ise 8 (%17) olguda bilateral retikülerintersitisyel patern olduğu görüldü. Romatoid artritli ve AS'lı olgular birbirleri ile kıyaslandığında RA'lı olguların FVC, FEV1 yüzde değerleri ve DLCO değerleri AS'li gruba göre istatistiksel anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur (p<0,05). Fizik muayenesinde bilateral ralleri olan, AÖAC grafide retiküler-intersitisyel patern olan ve yaşı 40'dan büyük olan olgularda FVC, FEV1 ve DLCO değerlerinin anlamlı derecede düşük olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Sonuç: Kollajen doku hastalığı olan olguların solunum semptomu olmasa dahi FM bulgusu ve radyolojik bulgu var ise akciğer tutulumu açısından tetkik edilmelidir. KDH'da SFT ucuz, basit ve güvenilir bir başlangıç tanı aracıdır, SFT sonuçlarını klinik ve radyolojik bulgularla birlikte değerlendirilmelidir.
Aim: To determine the significance of pulmonary function tests (PFT) in patients with connective tissue disease (CTD) and asymptomatic for chest diseases. Material and Methods: Fourty-seven patients diagnosed as RA or AS in our hospital Rheumatology Outpatient Clinic between January 2010-December 2011 were included in the study. The demographic findings, type of CTD, disease duration, physical examination (PE) findings, postero-anterior chest x-ray findings, smoking habits, pulmonary function tests (PFT) and DLCO values were recorded. Pulmonary function tests were compared with clinical and radiological findings. Results: Twenty two (46.8%) of the patients had the diagnosis of RA and 25 (53.2%) had AS with a mean age of 45.0 ± 12.3 years. The most common PE finding was inspiratory crackles at 10(21.3%) patients, and bilateral reticular-interstitial pattern was the most common of chest x-ray finding demonstrated at 8(17%) patients. When the spirometry results of the patients with RA and AS were compared, the FVC, FEV1% and DLCO values of RA cases were statistically significantly lower than AS cases (p <0.05). The FVC, FEV1 and DLCO vales of patients aged >40 years, who had bilateral inspiratory cracles and interstitial reticular pattern were found to be significantly lower (p <0.05). Conclusion: Patients with CTD should be examined for the lung involvement in the presence of radiological or PE findings even if they were asymptomatic in terms of respiratory system. PFT is simple, cheap and reliable diagnostic tool at the begining; its results should be considered with clinical and radiological findings.

6.
POLAND SENDROMU VE AKCİĞER KANSERİ BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU
POLAND SYNDROME AND LUNG CANCER: A CASE REPORT
Ceyda ANAR, Derya KOCAKUŞAK, Erdem YALÇINKAYA, Filiz GÜLDAVAL, İpek ÜNSAL, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 37 - 41
Poland sendromu, pektoralis major kasının kısmen veya tamamen yokluğu ile karakterize nadir görülen bir sendromdur. Ortalama 30.000 canlı doğumda bir sıklıkta görülmektedir. Aynı aileden tanımlanan olgular olması nedeni ile otozomal dominant geçiş düşünülse bile çoğu olgu sporadiktir. Erkek cinsiyette daha sık görülür. Daha önceki yıllarda kozmetik problemler nedeniyle adölesan ve erişkin dönemde doktor başvuruları görülmekteydi. Bu sendromun artık daha iyi biliniyor olması nedeni ile tanısı çocukluk döneminde konmaktadır. Erişkin dönemde doktor başvurusunun olmaması nedeni ile tanısı geç fark edilen ve akciğer kanserinin eşlik ettiği nadir görülen konjenital bir hastalık olan Poland sendromunu sunmayı uygun bulduk.
Poland syndrome is a rare genetic disorder characterized by a partial or total absence of the pectoralis major muscle. It seens per 30.000 birth. Despite its heredity seems like otosomal dominant therefore a few cases have been diagnosed in the same families, generally it seems sporadically. It seems more in male. Recent years adolescent and adult patients have resorted to a physician because of the cosmetic problems. This syndrome can be diagnosed in childhood easily due to known more. We presented a Poland syndrome that is rare congenital disorder accompaying lung which cancer, is recognized late diagnosis due to the lack of application to a doctor in adulthood.

7.
MİNÖR OPASİTE OLMAKSIZIN ORTAYA ÇIKAN KOMPLİKE KÖMÜR İŞÇİSİ PNÖMOKONYOZUNA BAĞLI TEK NODÜL
SOLITARY PULMONARY NODULE DUE TO COMPLICATED COAL WORKER'S PNEUMOCONIOSIS WITHOUT MINOR OPACITY
Tacettin ÖRNEK, Fırat UYGUR, Hakan TANRIVERDİ, Bülent ALTINSOY, Fatma ERBOY, Figen ATALAY, Mertol GÖKÇE, Meltem TOR
Sayfalar 43 - 47
Komplike kömür işçisi pnömokonyozu (KİP) akciğer dokusunda 1 cm veya daha büyük pnömokonyoza bağlı nodüllerin varlığı olarak tanımlanır ve basit pnömokonyoz zemininde gelişir. Minör opasite olmaksızın komplike KİP ortaya çıkması beklenen bir durum değildir. Biz de minör opasite olmaksızın tek nodülle ortaya çıkan ve nodülün karakteristik özellikleri açısından öncelikle pnömokonyoz dışı nedenlere bağlı pulmoner nodülü akla getiren ilginç bir komplike KİP olgusunu sunmayı amaçladık. Altmış beş yaşında erkek hastanın 25 yıl kömür madeninde çalıştığı ve daha sonra emekli olduğu öğrenildi. Akciğer grafisinde belirgin bir patoloji tespit edilmedi. Hastanın toraks tomografis'nde sol akciğer alt lob laterobazal segmentte 16 mm çaplı subplevral nodül görüldü. Bronkoskopide bronş mukozasında bir kaç adet antrakotik pigmentasyon görüldü. Hastaya tanı ve tedavi açısından videotorakoskopi yardımlı akciğer cerrahisi ile birlikte wedge rezeksiyon yapıldı. Akciğer wedge rezeksiyon materyalinin patololojik incelemesinde ardışık bant tarzında dizilim gösteren karbon pigment birikimlerinin yer aldığı iyi sınırlı nekrobiyotik nodül tespit edildi ve hastaya KİP tanısı koyuldu. Takip altına alınan hastanın en son çekilen tomografisinde (cerrahiden 1 buçuk yıl sonra) yeni bir lezyon veya progresyon tespit edilmedi. Sonuç olarak komplike KİP'in beklenmedik yerlerde ve beklenmedik radyolojik görünümlerde ortaya çıkabileceği unutulmamalı, soliter pulmoner nodülleri olan hastalarda mutlaka meslek öyküsü sorgulanmalı ve invazif girişimlere karar vermeden önce hasta bu açıdan da değerlendirilmelidir.
Complicated coal worker's pneumoconiosis (CWP) was defined the nodules that equal or greater than 1 cm diameter due to pneumoconiosis. Complicated CWP was developed on the basis of simple pneumoconiosis. Complicated CWP without minor opacity was seen very rarely. We aimed to introduce an interesting case of complicated CWP without minor opacity that suggest the nonpneumoconiosis diseases. Sixty five age years old patient was retired from coal mine. There was no pathological view on chest x-ray. In computed thorax tomography there was 16 mm diameter of pulmonary nodule in laterobasal segment of lower lobe of left lung. A few anthracotic pigmentation on bronchus mucosa were determined in bronchoscopy. Videoassociated thoracoscopic surgery was performed. Carbon pigmentation was seen in the surgical material of pulmonary nodule. The patient was followed up for 1.5 years. At the end of the follow up period there were no pathological view in control computed thorax tomography. In conclusion complicated CWP may have seen in varied radiological view and different areas of the lung. In the patients with solitare pulmonary nodule occupational history should be questioned attentively and before the invazive interventions the patients should be evaluted in this respect.

8.
ANTİBİYOTİK KULLANIMINA BAĞLI GELİŞEN İKİ MANİK ATAK OLGUSU: ANTİBİOMANİ
TWO CASES OF ANTIBIOTICS INDUCED MANIC EPISODE: ANTIBIOMANIA
Ayşe COŞKUN BEYAN, Evrim GÖDE ÖĞÜTEN
Sayfalar 49 - 51
Antibiyotikler günümüzde birçok sistemin enfeksiyonlarında oldukça sık reçete edilen ilaçlardır. Bu ilaçların nerdeyse tüm sistemleri etkileyen sık ve nadir yan etkileri vardır. Bu yan etkilerden nöropsikiyatrik belirtiler giderek artan bir şekilde bildirilmeye başlanmıştır. Çeşitli yazarlar, antibiyotik sonrası gelişen manik atak olgularına antibiomani adını vermişlerdir. Bu durumu açıklamak için yazarlar tarafından merkezi sinir sisteminde prostaglandin ve kortizol düzeylerinin artışı ya da GABA konsantrasyonunun azalması gibi hipotezler öne sürülse de tanımlayıcı bir açıklama henüz elde edilememiştir. Biz de bu yazıda klaritromisin ve sefalosporin kullanımı sonrası ortaya çıkan iki mani olgusunu sunduk. Antibiyotiklerin daha dikkatli reçete edilmesi ve tedavi takibinde bu belirtilerinde akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik.
Antibiotics are the drugs which are frequently prescribed for many system infections currently. These drugs have frequent and rare side efects which affect almost all systems. Neuropsychiatric symptoms; which are rare but important adverse effects have been reported more frequently. Various authors gave the name of antibiomania to manic episode cases devoloped after antibiotic usage. Although many authors had proposed some hypothesis that increased levels of prostoglandins and cortisol or decreased GABA concentration in central nervous system causes this circumstances; yet a definitive explanation have not been reached. In this case report we have presented two manic cases after using claritromycine and cephalosporins. We wanted to take attention to necessity of the adverse effects of antibiotic drug the prescribing and the treatment.

9.
NADİR BİR GÖĞÜS AĞRISI NEDENİ ELASTOFİBROMA DORSİ
ELASTOFIBROMA DORSI: A RARE CAUSE OF CHEST PAIN
Mustafa ÇALIK, Nuri DÜZGÜN, Saniye Göknil ÇALIK, Taha Tahir BEKÇİ, Yaşar ÜNLÜ, Hıdır ESME
Sayfalar 53 - 56
Elastofibroma dorsi periskapular bölgede bulunan ve nadir görülen psödotümöral bir lezyondur. Yaşlılarda %24 oranında görülür. Lezyonun patogenezi tam bilinmemekle birlikte, skapula ve göğüs duvarı arasında tekrarlayan mikrotravmaların fibroelastik dokuda reaktif hiperproliferasyon oluşturarak elastofibroma dorsiye neden olduğu düşünülmektedir. Elastofibroma dorsi, genelde 50 yaşın üzerindeki hastalarda görülmesi, periskapular bölgede ve derin yerleşimli olması nedeni ile çoğu zaman malign tümör sanılabilmektedir. Olğumuzda, metastatik akciğer karsinomu tanısı ile kliniğimize yattığı esnada yapılan muayenede bilateral subskapular bölgede hareketle ağrılı ve karakteristik “klik” sesinin alındığı lezyonlar tespit edildi. Operasyonda her iki kitleden de gönderilen frozen sonucu benign olarak bildirildi. Her iki kitle total olarak eksize edildi. Hasta postoperatif 14. gün taburcu edildi.
Elastofibroma dorsi is a rare pseudotumoral lesion located in the periscapular region. Prevalence is up to 24% in the elderly. The pathogenesis of the lesion is still unclear, but repetitive microtrauma by friction between the scapula and the thoracic wall may cause the reactive hyperproliferation of fibroelastic tissue. This lesion is usually seen in patients over the age of 50 years and is not uncommonly mistaken as a malignant tumour because of its size and location deep to the periscapular muscles. In our case, metastatic lung cancer examination in our clinic with bilateral subcapsular mass was found lying at the time. The frozen section report of the two masses was reported as benign in operation. The two mass was totally removed. At the 14th postoperative day, the patient was discharged.

10.
FİBEROPTİK BRONKOSKOPİ İLE ÇIKARILAN YABANCI CİSİM OLGUSU
FOREIGN BODY REMOVED WITH FIBEROPTIC BRONCHOSCOPY: CASE REPORT
Özlem Saniye İÇMELİ, Baran GÜNDOĞUŞ, Hatice TÜRKER, Meliha Burcu ÖNEMLİ, Zehra ÇOBAN
Sayfalar 57 - 60
Trakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonları erişkinlerde çocuklara göre daha seyrek görülür. Hastaların yaşına göre tedavi şekli değişir. Çocuk hastalarda ilk seçenek rijid bronkoskopi iken erişkinlerde fiberoptik bronkoskopi ilk seçenek olabilir. Dört aydır öksürük, terleme, sol göğüs ve sırt ağrısı yakınmaları olan 52 yaşında erkek hasta kliniğimize başvurdu. İki aydan beri pnömoni tanısıyla antibiyotik tedavisi başlanan ancak klinik ve radyolojik düzelme olmayan hasta merkezimize yönlendirilmişti. Kliniğimize pnömoni ön tanısıyla gönderilen 52 yaşındaki erkek olgudan, fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile yabancı cisim (üçlü diş protezi) çıkarılmıştır. İyileşmesi geciken pnömonilerde yabancı cisim aspirasyonu ayırıcı tanılar arasında düşünülmelidir. Bu şekilde distal hava yollarına aspire edilen yabancı cisimlerin çıkarılmasında fiberoptik bronkoskopi güvenle uygulanabilen bir yöntemdir.
Tracheobronchial foreign body aspiration in adults is rare when compared to children. Treatment varies according to the age of patients. The first option in pediatric patients is rigid bronchoscopy. Fiberoptic bronchoscopy in adults may be the first option. Fiftytwo year old male patient was admitted to our clinic. He had cough, sweating, chest and back pain for four months. Antibiotic treatment had been applied with pneumonia diagnosis for two months. There was no clinical and radiological improvement. The patient who was sent to our clinic with the diagnosis of pneumonia, fiberoptic bronchoscopy (FOB) was applied and foreign body (triple dental prosthesis) removed. Delayed healing pneumonia should be considered in the differential diagnosis of foreign body aspiration. In this way, the removal of foreign bodies from distal airways, FOB is a method that can be applied safely.

LookUs & Online Makale