ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 27 (1)
Cilt: 27  Sayı: 1 - 2013
ORIGINAL ARTICLE
1.
YAŞ FAKTÖRÜNÜN SARKOİDOZ HASTALIĞI ÜZERİNE ETKİSİ
THE EFFECTS OF AGE FACTOR ON SARCOIDOSIS DISEASE
Belma AKBABA BAĞCI, Sevinç BİLGİN, Ümmühan SELVİ, Murat YALÇINSOY, Bilgen Begüm AFŞAR, Sinem ATIK GÜNGÖR, Esen AKKAYA
Sayfalar 1 - 11
Sarkoidoz 20–30 yaşları arasında sık görülen bir hastalık olarak bilinmekle beraber günümüzde tanı yöntemlerinin ilerlemesi ile 50 yaş ve üzerinde de görülebilmektedir. Son yıllarda 50 yaş üzeri sarkoidozlu hastalarla ilgili çalışmalar dikkat çekmektedir. Bu amaçla 1996-2005 yılları arasında merkezimizde sarkoidoz tanısıyla takip edilen 164 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastalar, 50 yaş üzeri ve 49 yaş altı olarak gruplandırıldı. 50 yaş ve üzerinde, 61 olgu (%37) (yaş ortalaması= 58,21 ± 7,3; K/E = 5/1), 49 yaş altında, 103 olgu (% 63) (yaş ortalaması = 38,3 ± 7,1; K/E= 6/4) vardı. Semptomlar karşılaştırıldığında öksürük, balgam, hemoptizi, göğüs ağrısı ve nonspesifik semptom dağılımları benzerdi (p>0,05). Dispne, 50 yaş üzerinde anlamlı olarak yüksekti (p<0,01). Solunum fonksiyonları, difüzyon kapasitesi, evrelerin dağılımı ve tüberkülin deri testi (PPD) yönünden gruplar arasında fark görülmedi (p>0,05). Angiotensin dönüştürücü enzim (ACE)düzeyi 50 yaş üzerinde düşüktü (p=0,04). Ekstrapulmoner tutulumlardan periferik lenfadenopati (LAP), cilt ve göz tutulumu benzerdi (p>0,05). Ultrasonografi ile saptanan hepatomegali ve splenomegali 50 yaş üzerinde anlamlı bulundu (p= 0,018). Sonuç olarak sarkoidoz genç populasyona özgü bir hastalık değildir. Günümüzde ileri yaşta tanı alan sarkoidozlu hastalarla ilgili çalışmaların artmasına rağmen, genç grup ile karşılaştırmalı çalışmalar henüz yeterli sayıda değildir. Sarkoidozun yaş gruplarına göre değişen klinik farklılıklarının tanımlanması ile bu yaş grubundaki hastalara daha kolay tanı konulacağı kanısındayız.
Although sarcoidosis is known to be common between the ages of 20-30; with the advancement of diagnostic methods can be seen in over 50 years of age. Recent studies in patients older than 50 years old with sarcoidosis are remarkable. Records of 164 sarcoidosis patients followed by us betweeen 1996-2005 were reviewed retrospectively. Patients were divided as 50 years old and over; 49 years old and under. In 50 years old and over, there were 61 paitents (%37; mean age: 58,21 ± 7,3 years; F/M = 5/1) and in 49 years old and under 103 patients (%63 ; mean age: 38,3 ± 7,1 years; F/M= 6/4). In comparison between the groups; cough, sputum, hemoptysis, chest pain, constitutional symptoms were similar (p>0,05). Dispnea was significantly higher in 50 years old and over (p< 0,01). No differences were seen between pulmonary function tests, diffusion capacity, sarcoidosis stage and tuberculin skin test results in two groups (p>0,05). Angiotensin converting enzyme levels were lower in 50 years old and over (p=0,04). Extrapulmonary manifestations as peripheral lymphadenopathy, skin and eye involvement were similar (p>0,05). Ultrasonographically hepatomegaly and splenomegaly were significantly higher in 50 years old and over (p = 0.018). As a result sarcoidosis is not special to young population. Despite the increase in studies on older patients with sarcoidosis, comparative studies with younger patients are not enough. We believe that as the clinical difference between different age groups are described, the diagnosis will be easier.

2.
PLEVRAL EFÜZYONLARDA KOMPLEMAN KOMPONENTLERİNDEN C3 VE C4 DÜZEYİNİN TANISAL DEĞERİ
THE DIAGNOSTIC VALUE OF COMPLEMENT COMPONENTS C3 AND C4 IN PLEURAL EFFUSIONS
Ferhat ÇETİNKAYA, Pelin DURU ÇETİNKAYA, Nimet AKSEL, Güneş ŞENOL, Ahmet Emin ERBAYCU, Ayşe ÖZSÖZ
Sayfalar 13 - 21
Tanı konulamamış plevral sıvılarda kompleman faktörleri ve aktivasyon ürünleri ayırıcı tanı için araştırılmaktadır. Bu çalışmada plevral sıvı ve serumda kompleman faktör C3 ve C4'ün plevral efüzyonların ayırıcı tanısındaki rolü araştırıldı. 2002-2006 tarihleri arasında plevral sıvı nedeniyle incelenmiş hastalar çalışmaya alındı. Eş zamanlı plevral sıvı ve kan alınarak C3ve C4 çalışıldı. Tüm tanısal işlemler sonrası hastalar etyolojik olarak; tüberküloz plörezi, malign plörezi, parapnömonik plörezi, paramalign plörezi, kardiak nedenli plörezi, tanı konulamamış plörezi, kollagen doku hastalıklarına bağlı plörezi olarak gruplandırıldı. Çalışmada 38'i kadın, 90'ı erkek toplam 128 hasta yer aldı. Serum ve plevral sıvı C3 ve plevral sıvı C4 düzeyleri transuda grubunda eksuda grubuna göre düşük bulundu (sırasıyla p=0.000, p=0.001, p=0.038). Plevral sıvıların malign ve non-malign ayrımında serum ve plevral sıvı C3 ve C4 düzeyleri katkı sağlamadı. Tüberkuloz plörezide plevral sıvı C3 ve C4 ileri derecede, plevral sıvı/serum C4 oranı anlamlı düzeyde tüberküloz dışı plörezilere göre yüksek bulundu. Plevral sıvı C3 için cut-off değeri 84 mg/dl alındığında testin sensitivitesi %78, spesifitesi %91, pozitif prediktif değer %67, negatif prediktif değer %95 idi. Serum ve plevral sıvı C3, plevral sıvı C4 düzeyi ölçümü transuda ve eksuda ayrımına katkı sağlamaktadır. Plevral sıvı C3 ve C4 düzeyi tüberküloz plörezileri ayırmada yardımcı olmaktadır.
The complement factors and activation products have been searched in differential diagnosis of pleural effusions those have not been diagnosed yet. In this study, the role of pleural fluid and serum complement factor C3 and C4 in differential diagnosis of pleural effusions were assessed. Patients those were searched for the diagnosis of pleural effusion between 2002-2006 were included in the study. Pleural fluid and serum were taken at the same time and C3 and C4 were measured. After all diagnostic procedures, patients were grouped according to the etiology; tuberculosis pleurisy, malignant pleurisy, parapneumonic pleurisy, paramalignant pleurisy, cardiac pleurisy, undiagnosed pleurisy, collagen tissue diseases related pleurisy. There were 38 women, 90 men, totally 128 patients in the study. Serum, pleural fluid C3 and pleural fluid C4 were found lower at transudate group than exudate group (p=0.000, p=0.001, p=0.038 respectively). The level of serum and pleural fluid C3 and C4 did not help to differentiate the malignant and non-malignant pleural effusions. In effusions of pleural tuberculosis, pleural fluid C3 and C4 were significantly higher than nontuberculosis effusions while pleural fluid/serum C4 ratio was also significantly higher. When the cut-off value for pleural fluid C3 was accepted as 84 mg/dl, the sensitivity of the test was 78%, the specifity was 91%, positive predictive value was 67% and negative predictive value was 95%. The measurement of serum and pleural fluid C3,C4 contribute the differential diagnosis of transudate and exudate. The level of pleural fluid C3, C4 help in differentiating the tuberculosis pleurisy.

3.
TÜBERKÜLOZ HASTALIĞINDA DOĞRUDAN GÖZETİMLİ TEDAVİ UYGULAMALARI: SİSTEMATİK İNCELEME
APPLICATIONS OF DIRECTLY OBSERVED TREATMENT OF TUBERCULOSIS DISEASE: A SYSTEMATIC REVIEW
Sevgi ÇAĞALTAY KAYAOĞLU, M. Nihal ESİN
Sayfalar 23 - 30
Tüberküloz ilaç tedavisinin düzenli ve yeterli sürede olmasını gerektiren bir hastalıktır. Bu nedenle tedavide Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT) uygulanmaktadır. Bu tedavi; hastanın ilaç alımının sağlık personeli tarafından klinikte veya evinde ya da aileden sorumlu birisi tarafından evinde denetlenmesi temeline dayanır. Dünya ülkelerinde yukarıda sözü edilen DGT uygulamaları sürdürülürken, Türkiye'de ise çeşitli nedenlerden dolayı yıllar içerisinde DGT uygulamalarında aksamalar olduğu belirtilmektedir. Doğrudan gözetimli tedavi uygulamaları ile ilgili birbirinden bağımsız çeşitli araştırmalar yapılmış olmasına rağmen, tüm çalışmaların bir arada değerlendirildiği sistematik inceleme çalışmalarının yetersiz olduğu görülmüştür. Bu incelemenin amacı; Tüberküloz hastalarında DGT uygulamalarının yapıldığı çalışmaları sistematik olarak değerlendirmektir. Bu çalışmanın evrenini, Mart- Mayıs 2010 tarihinde, veri tabanlarından, ilgili anahtar kelimelerle taranarak ulaşılan 350 makale oluşturmuştur. Bu makalelerden araştırma seçme kriterlerine uyan 5 makale incelemeye alınmıştır. İncelenen çalışmalardan sadece bir tanesinde, “Klinikte uygulanan DGT”nin “kendi kendine ilaç kullanma” ya göre tedavide daha etkin olduğu gösterilmiştir. Diğer dört araştırmada ise “Klinikte uygulanan DGT”, “Evde sağlık personeli tarafından uygulanan DGT”, ”Evde aile üyeleri tarafından uygulanan DGT” ve “Toplum gönüllüleri tarafından uygulanan DGT” uygulamalarının etkinlikleri gösterilememiştir. İncelenen araştırmalar evde ya da klinikte uygulanan DGT'nin hangisinin etkili olduğu konusunda kesin bir sonuç göstermemektedir. Ancak; tedavi başarı oranını arttırması, maliyeti düşürmesi, zamandan kazanılması ve klinik iş yükünü azaltması açısından evde sağlık personeli tarafından yürütülen DGT'nin tedavide daha başarılı olacağını işaret etmektedir.
Tuberculosis is a disease that requires adequate and regular treatment. For this reason Directly Observed Treatment (DOT) is applied to all patients. This is the kind of therapy method based on the meticuluos control of patient's drug intake under the supervision of a trained health-care worker or a family member. DOT has been successfully implemented throughout the World till now, while in our country there are still some disruptions in the application of DOT. The purpose of this review, the systematic studies of tuberculosis patients to evaluate the DGT aplications. Our study covered all of the 350 manuscript published between March and May 2010, using the right keywords. 5 manuscipts holding the right criteria have been selected for our investigation. Among all of 5 studies, only in one of them DOT has been found to be superior to the other treatment method including the intake of medication by the patient himself. In 4 other studies, it's been found that DOT made no real difference at all.(such as DOT in clinical wards, DOT by trained personel, DOT by a household member or a DOT by a volunteer.) This manuscript did not able to show the most efficient method in DOT. We could only conclude that the application of DOT by a trained health care worker at home seems to be more efficient since it increases the treatment success, it lessens the treatment cost and it consumes time and work.

4.
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA AŞILANMA; GERÇEKTEN YAPTIRTIYOR MUYUZ?
IMMUNIZATION IN THE CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE: CAN WE HAVE REALLY DONE IT?
Onur Fevzi ERER, Gülistan KARADENİZ, Didem GAZİBABA, Gülcan ÜRPEK, Enver YALNIZ, Serir Özkan AKTOĞU
Sayfalar 31 - 40
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), tüm dünyada önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Mortalite artışına neden olan enfensiyonlara bağlı atakları azaltmak için en önemli konulardan biri aşılanmadır. Bu çalışmada, KOAH hastalarında influenza ve pnomokok aşısı ile ilgili bilgi düzeylerini ve yapılma oranlarını saptamayı amaçladık. Çalışmaya 100 KOAH tanılı hasta alındı. Hastaların influenza ve pnömokok aşılarını bilip bilmedikleri ve yaptırıp yaptırmadıkları sorgulandı. Aşıyla ilgili nasıl bilgi edindikleri kaydedildi. Hastaların influenza ve pnömokok aşısını bilme oranı sırasıyla % 49 and %12, yaptırma oranı %40 ve %10 olarak bulundu. KOAH ilaç raporu olanların olmayanlara göre (p=0.049) ve sigarayı bırakmış olanların aktif içenlere göre (p=0.004) influenza aşısını bilme oranları yüksek olduğu, KOAH ilaç raporu olanların olmayanlara göre(p=0.007) influenza aşısını yaptırma oranının da daha yüksek olduğu saptandı. Pnömokok aşısını bilmeyen ve yaptırmayanların erkeklerde kadınlara göre fazla olduğu bulundu (sırasıyla p=0.009 ve p= 0.001). Ayrıca pnömokok aşısını yaptırmayanların eğitim düzeyi düşük olan grupta (okur yazar + ilkokul mezunu grubu) daha yüksek olduğu izlendi (p=0.018). Sonuç olarak, ülkemizde sosyal güvence kapsamında ve rehberlerde olmasına rağmen aşılanma oranının düşük olduğu izlenmiştir. Bu nedenle KOAH hastalarına poliklinik şartlarında grip ve pnömokok aşılaması konusunda daha fazla bilgilendirmesi ve eğitim yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Chronic obstructive pulmonary disease, is an important cause of morbidity and mortality worldwide. Immunization is one of the most important issue in order to reduce the increased mortality due to attacks of the infections. In this study, we aimed to determine the level of knowledge and rates of influenza and pneumococcal vaccination in COPD patients. One hundred consecutive patients with COPD were enrolled into study. Patients were questioned about whether they have known and to be immunized with influenza and pneumococcal vaccination and how they can get information about vaccines were recorded. Awareness rates of patients about influenza and pneumococcal vaccines were found 49% and 12%, immunization rates were found 40% and 10% respectively. In those patients with than without drug report for COPD (p=0.049) and those who quit smoking according the smokers (p=0.004) knowledge rates of influenza vaccine and in drug report group influenza immunization rates (p=0.007) were found higher it was statistically significant. In male group, absence of knowledge and immunization rates with pneumococcal vaccine were higher than female group (p=0.009, p= 0.001 respectively). In addition, immunization without pnemococcal vaccine rate was observed to be higher in low education level group (p=0.018). In conclusion, we revealed that in our country, vaccination rate is low although in the scope of social insurance and the guidelines. Therefore, we suggest that more information and education should be given about influenza and pneumococcal vaccination to COPD patients in outpatient conditions.

5.
SÜPERİOR SULKUS TÜMÖRLERİNDE ULTRASONOGRAFİ REHBERLİĞİNDE YAPILAN TRANSTORASİK İĞNE ASPİRASYONUNUN TANISAL DEĞERİ
THE DIAGNOSTIC VALUE OF ULTRASOUND GUIDED TRANSTHORACIC NEEDLE ASPIRATION IN SUPERIOR SULCUS TUMORS
Sevda ŞENER CÖMERT, Benan ÇAĞLAYAN, Banu SALEPÇİ, Ali FİDAN, Elif TORUN PARMAKSIZ
Sayfalar 41 - 48
Çalışmamızda süperior sulkus tümörlerinde, ultrasonografi rehberliğinde yapılan transtorasik iğne aspirasyonunun (TTİA) tanı koymadaki başarı oranını saptamayı amaçladık. Ocak 2009 - Mart 2012 tarihleri arasında hastanemiz Göğüs Hastalıkları Kliniği'nde tetkik edilen, akciğer grafisi veya bilgisayarlı toraks tomografisine göre süperior sulkus tümörü ön tanısı olan ve transtorasik ultrasonografi rehberliğinde TTİA yapılan olgular çalışmaya alındı. Çalışmaya 17 (%89.5)'si erkek, 2 (%10.5)'si kadın; yaş ortalamaları 56.4±8.0 (min:38; max:71) yıl olan toplam 19 olgu dahil edildi. Tümörlerin 6 (%31.6)'sı sol, 13 (%68.4)'ü ise sağ hemitoraksta yer alıyordu. Ultrasonografi rehberliğinde TTİA 10 (%52.6) olguda sırttan apikal yaklaşımla, 9 (%47.4) olguda ise supraklavikular yaklaşımla yapıldı. On altı olguda işlem tanısal olurken, 2 olguda tanı konulamadı. Bir olgu ise nöroendokrin tümör tanısı aldı. Ancak nöroendokrin tümörler çok heterojen bir tümör grubu olduğu ve doku incelemesi gerektirdiği için bu olgu işlemin tanısal olmadığı gruba alındı. Ultrasonografi rehberliğinde TTİA ile tanı konulamayan 2 olguya ise bilgisayarlı toraks tomografisi rehberliğinde tru-cut biyopsi ile doku örneği alınarak küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı konuldu. Süperior sulkus tümörlerine ultrasonografi rehberliğinde TTİA ile tanı koyma oranımız %84.2 olarak hesaplandı. Ultrasonografi hasta başında kolay uygulanabilen, radyasyon maruziyeti olmayan, ucuz, tekrarlanabilir ve güvenli bir görüntüleme yöntemidir. Süperior sulkus tümörlerinde ultrasonografi rehberliğinde tanı koyma oranı yüksektir. Bu nedenle, bilgisayarlı tomografi rehberliğinde alınan biyopsiye alternatif olarak uygulanabilir.
The aim of this study was to determine the success rate of ultrasound-guided transthoracic needle aspiration (TTNA) in the diagnosis of superior sulcus tumors. The patients examined between January 2009- March 2012 at the Department of Pulmonary Diseases, with the pre-diagnosis of superior sulcus tumors based on chest radiography or computed tomography and whose transthoracic ultrasonography guided TTNA was performed, were included in the study. Seventeen (89.5%) male, 2 (10.5%) female totally 19 cases with the mean age of 56.4 ± 8.0 (min: 38, max: 71) years were included. Six (31.6%) of the superior sulcus tumors were at the left hemithorax, 13 (68.4%) of them were at the right hemithorax. Ultrasound guided TTNA was performed by the apical approach from the backside in 10 (52.6%) cases and by supraclavicular approach in 9 (47.4%) cases. While the procedure was diagnostic in 16 cases, it was nondiagnostic in 2 cases. One case is diagnosed as neuroendocrine tumor. However, neuroendocrine tumors are a very heterogeneous group of tumors and tissue analysis is required, this case was included in nondiagnostic group. Two cases whose the ultrasound guided TTNA was nondiagnostic, were diagnosed as non-small cell lung cancer by taking a sample of tissue with trucut biopsy guided by computed tomography. The diagnostic rate of with ultrasound guided TTNA in superior sulcus tumors was calculated as 84.2%. Ultrasonography is a safe, cheap and repeatable imaging method without radiation exposure which can be performed easily at the bedside. The rate of diagnosis is high by tissue sampling with the guidance of ultrasound in superior sulcus tumors. Therefore, it can be applied as an alternative to biopsy guided by computed tomography.

6.
REKÜRREN PNÖMONİNİN NADİR BİR NEDENİ: MUKOEPİDERMOİD KARSİNOM
A RARE CAUSE OF RECURRENT PNEUMONIA: MUCOEPIDERMOID CARCINOMA
Bayram ALTUNTAŞ, Sami CERAN, Aslıhan YALÇIN, Ebru ŞENER, Güven Sadi SUNAM
Sayfalar 49 - 53
Bronşial kaynaklı mukoepidermoid karsinom (MEK), malignite potanesiyeli düşük bir tümördür. MEK, bronşial glandlardan köken alırlar. Mukoepidermoid karsinomlar nadir görülürler ve tüm akciğer kanserleri içerisinde %0.1-0.2 oranında görülen nadir tümörlerdir. MEK, histopatolojik olarak düşük veya yüksek grade olarak sınıflandırılır. Radyolojik bulguları soliter nodül, kitle veya pnömonik konsolidasyondur. Daha çok genç yaştaki insanlarda görülür. Tedavide, düşük gradeli tümörler lobektomi ile tedavi edilmelidir. Sleeve rezeksiyon gibi tedaviler, daha konservatif bir seçenektir. Bu makalede biz, pnömoni tedavisi sırasında çekilen bilgisayarlı tomografi ile tesbit edilen 29 yaşında mukoepidermoid kanserli hastayı sunuyoruz. Hastaya sağ sleeve lobektomi uyguladık. Postoperatif dönemi sorunsuzdu. Nadir görülmesi nedeniyle bu olguyu sunmayı amaçladık.
Mucoepidermoid carcinoma of the bronchus (MEC) is a tumor of low malignant potential. MEC originates from bronchial glands.MECs are rare tumors with an incidence of 0.1%-0.2% of all lung cancers, occurring mostly in young persons. MEC is histopathologically classified as a low or high grade malignancy. Radiologic manifestations are consisted of solitary nodule, mass or pneumonic consolidation. Therapeutically, low-grade tumors should be completely excised with lobectomy. Sleeve resection provides a more conservative option. In this article. we report a histologically proven case of a MEC in a 29-year-old man that was detected by chest computed tomography during medical therapy for pneumonia. The right upper sleeve lobectomy was performed. His postoperative recovery was uneventful. We aimed to present because of the rarity.

7.
DİŞ ÇEKİMİ SONRASI GELİŞEN MEDİASTİNAL AMFİZEM: OLGU SUNUMU
PNEUMOMEDIASTINUM DUE TO DENTAL EXTRACTION: CASE REPORT
Cenk KIRAKLI, Pınar ÇİMEN, Özlem EDİBOĞLU, Dursun TATAR
Sayfalar 55 - 58
Mediastinal amfizem, rutin diş çekimlerinden sonra görülebilen oldukça nadir bir komplikasyondur. Sıkıştırılmış hava sağlayan araçların, diş ile ilgili uygulamalarında, basınçlı havanın retrofaringeal alan boyunca yayılmasıyla geliştiği varsayılmaktadır. Solunum yetmezliği gelişerek yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) pnömoni ön tanısı ile takip edilen 35 yaşında kadın olgunun bir hafta önce diş çekimi öyküsü mevcuttu. Olgu yoğun bakımda yattığı süre içine nonspesifik antibiyotik ve oksijen inhalasyonuna rağmen düzelmeye hipoksemisi olması nedeniyle düşük basınçlı noninvaziv mekanik ventilasyon tedavileri aldı. Tedavilerin ardından yaklaşık üç günde ateşi düşen ve yedi gün sonunda hipksemisi de düzelen olgu eksterne edildi. Diş çekimi sonrası gelişen mediastinal amfizem olarak değerlendirilen olgu, litaratürde az rastlanılan olgulardan olması nedeniyle sunuldu.
Pneumomediastinum is a rare complication of dental extraction. It is assumed that compressed air dissects through the retropharyngeal space during the high speed dental drills used in dental extraction. A 35 year old woman who had dental extraction one week ago, was treated in intensive care unit (ICU) because of respiratory failure .This rare case, considered as pneumomediastinum due to dental extraction, is presented with the pertinent literature. Ultrasonografi hasta başında kolay uygulanabilen, radyasyon maruziyeti olmayan, ucuz, tekrarlanabilir ve güvenli bir görüntüleme yöntemidir. Süperior sulkus tümörlerinde ultrasonografi rehberliğinde tanı koyma oranı yüksektir. Bu nedenle, bilgisayarlı tomografi rehberliğinde alınan biyopsiye alternatif olarak uygulanabilir.

8.
NAZOGASTRİK SONDANIN ÖLÜMCÜL KOMPLİKASYONU: PNÖMOTORAKS
A FATAL COMPLICATION OF THE NASOGASTRIC TUBE: PNEUMOTHORAX
Birdal GÜLLÜPINAR
Sayfalar 59 - 63
Nazogastrik sonda (NG), gastrointestinal sisteme en sık yerleştirilen cihazdır. Boğulur gibi olma, öğürme veya öksürme, ses değişikliği, sondada buğulanma görülmesi yanlış lokalizasyonda olduğu konusunda hekimi uyarmalıdır. Sondanın yerinin doğrulanmasında en hızlı ve basit yöntem sonda içinden hava geçirilmesidir. Nazogastrik sonda yerleştirilmesi genelde sıradan bir işlem olarak görülmekteyse de, hayatı tehdit edici ciddi komplikasyonlara sebep olabilir. Yazımızda, nadir görülen hayatı tehdit eden bir komplikasyon olan solunum yoluna nazogastrik sonda uygulanması olgusunun bulgularını, tanı-tedavi yöntemlerini literatür bilgileri eşliğinde gözden geçirdik.
Naso-gastric tube is the instrument, mostfrequently placed into gastrointestinal system. The signs such as feeling of asphyxiate, gagging and coughing, sound change, and observed condensation on tube must alert the physician that the tube might be situated at wrong localization. The quickest and simplest method to correct the localization of tube is passing air through the tube. Even though naso-gastric tube placement is generally considered to be an ordinary operation, it may result in life-threatening complications. In this paper, in company with the information obtained literature, we review the findings of and diagnosistreatment methods for the case of naso-gastric tube placement into respiratory tract, which is a rarely-seen but life-threatening complication.

9.
AKCİĞERİN NADİR GÖRÜLEN BİR MALİGNİTESİ: RABDOİD TÜMÖR
A RARE MALIGNANCY OF LUNG: RHABDOID TUMOR
Tuğba COŞGUN, Ferda AKSOY, Cemal Asım KUTLU
Sayfalar 65 - 68
Rabdoid fenotipli büyük hücreli karsinomlar akciğerin nadir görülen tümörleridir. Akciğer kanserleri içinde Büyük Hücreli kanserlerin görülme sıklığı %10'dur (1). Büyük hücreli kanserlerin içinde ise; çok az oranda tümör Rhabdoid fenotip ile kendi gösterir. İlk olarak böbrek lokalizasyonlu tanımlanmıştır (2). Renal veya ekstra renal nadir görülen bu tümörler; klinik olarak agresif seyirli olması sebebiyle önemlidir. Bu olgu sunumuzda; pür rabdoid fenotipli akciğer büyük hücreli karsinomu tanısı alan, 52 yaşındaki bir erkek hastamızı sunuyoruz. Preoperatif dönemde yapılan tetkiklerde sol üst lobda lezyon saptanması üzerine operasyon kararı alınan hastamızın patoloji sonucu nadir görülen bir malignite olan rabdoid tümör olarak bildirildi. Akciğer rabdoid tümörü agresif seyirli bir malignite olduğu için hastamız sık aralıklarla takibe alınmıştır.
Malign rhabdoid tumors are rare pulmonary tumors. The percent of Large Cell Carcinomas is 10 % of all lung cancers (1). In this group tumours with Rhabdoid phenotipics are less frequently. At first time it was defined for renal located tumours (2). This tumors are rarely renal or extra renal. But they have significant roles because of they are aggressive prognosis. In this case we reported a 52 years old male patient. We identified a lesion at left upper lobe, and we decided to operate him. This case is important because of it's postoperative pathology was reported as rhabdoid tumor which is a rare malignancy of lung. Because of ‘rhabdoid tumors' are agresive malignancies, we checked up him at frequent intevals.

LookUs & Online Makale