ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 26 (2)
Cilt: 26  Sayı: 2 - 2012
ORIGINAL ARTICLE
1.
MALİGN VE BENİGN PLEVRAL EFÜZYONLARIN AYRIMINDA PLEVRAL VE SERUM C-REAKTİF PROTEİN, ADENOZİN DEZAMİNAZ VE LAKTİK DEHİDROGENAZ DÜZEYLERİNİN TANISAL DEĞERİ
DIAGNOSTIC VALUES OF PLEURAL FLUID, AND SERUM C-REACTIVE PROTEIN, ADENOSINE DEAMINASE, AND LACTATE DEHYDROGENASE LEVELS AND PLEURAL FLUID/SERUM RATIOS IN THE DIFFERENTIATION OF MALIGNANT FROM BENIGN PLEURAL EFFUSIONS
A.Kadri ÇIRAK, Serpil TEKGÜL, Semra BİLAÇEROĞLU, Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Mehmet Ali UÇAR, Enver YALNIZ
Sayfalar 75 - 82
Plevral sıvıların malign-benign ayrımında serum ve plevral sıvı C-reaktif protein (CRP), adenozin deaminaz (ADA) ve laktik dehidrogenaz (LDH) düzeylerinin rolü araştırılmıştır. Mart 2006 - Haziran 2007 döneminde hastanemize başvuran 103 plevral sıvılı olgu çalışmaya dahil edildi. Tüm olgulardan, hastaneye ilk başvuruları sırasında plevral sıvı ve serum örnekleri alındı. Benign-malign plevral sıvılı olgular arasında, serum ve plevral sıvı CRP, ADA, LDH düzeyleri ile plevral sıvı/serum CRP, ADA, LDH oranları karşılaştırıldı. Sitolojik değerlendirmeye göre plevral sıvıların 75'i benign, 28'i malign sitolojide idi. Benign sitoloji olarak gruplanan olguların 29'u tüberküloz plörezi, 16'sı nonspesifik plörezi, 13'ü ampiyem-parapnömonik plörezi ve 17'si de KKY'ne ba ğlı plörezili idi. Plevral sıvı ve serum CRP, ADA düzeylerinin ve ayrıca plevral sıvı/ serum CRP, ADA ve LDH oranlarının malignbenign plörezi ayrımında bir katkısı görülmedi. Sadece serum LDH düzeyi malign plörezi olgularında ROC analizi ile istatiksel açıdan anlamlı olarak yüksek idi (p:0.018). Ek olarak uygulanan lojistik regresyon analizinde de, serum LDH düzeyi malign plörezili olgularda istatistiki açıdan anlamlı olarak yüksek saptandı (p:0.006) Malign-benign plevral sıvı ayrımında serum LDH düzeyinin katkısı olabileceği sonucuna varılmıştır.
The aim o f the present study was to investigate the roles of serum and pleural fluid C-reactive protein (CRP), adenosine deaminase (ADA), and lactate dehydrogenase (LDH) levels in the differentiation of malignant from benign pleural effusions. Totally, 103 patients with pleural effusions admitted to the hospital between March 2006 and June 2007 were enrolled in the study. Pleural fluid and serum samples were obtained from all cases upon admission to the hospital. Serum and pleural fluid CRP, ADA, and LDH levels and pleural fluid/serum CRP, ADA, and LDH ratios were compared between the groups with benign and malignant pleural effusions. Cytologic assessment revealed that pleural fluids were benign and malignant in 75 and 28 cases, respectively. Of the cases with benign cytology, 29 were tuberculous pleurisy, 16 were non-specific pleurisy, 13 were empyema/parapneumonic pleurisy, and 17 were pleurisy associated with congestive heart failure (CHF). There were no contributions of pleural fluid and serum CRP and ADA levels, and pleural fluid/serum CRP, ADA, and LDH ratios in the differentiation of malignant from benign pleurisy. Only the serum LDH level was significantly higher based on the receiver operating characteristics (ROC) analysis in cases with malignant pleurisy (p=0.018). Logistic regression analysis also established that the serum LDH level was significantly higher in cases with malignant pleurisy (p=0.006). It was concluded that serum LDH level can have a contribution in the differentiation of malignant from benign pleural effusions.

2.
UZUN SÜRELİ OKSİJEN TEDAVİSİ UYGULANAN KOAH'LI OLGULARDA ANKSİYETE DEPRESYON SIKLIĞI
FREQUENCY OF ANXIETY-DEPRESSION AMONG CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE (COPD) PATIENTS WHO USE HOME OXYGEN THERAPY
Ceyda ANAR, Dursun TATAR, Esengül GEDİKTAŞ, Yasemin YILDIRIM, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 83 - 89
Evde uzun süreli oksijen tedavisi (USOT) uygulanan ve sık acil başvurusu olan Kronik obstrüktif akciğer hastalıklı (KOAH) olgularda anksiyetedepresyon sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. 01 ocak-31 mart 2007 tarihleri arasında acil servise sık başvurusu olan (yılda birden fazla) ve uzun süreli oksijen tedavisi (USOT) uygulanan KOAH'lı olgular çalışmaya alındı. Olgulara rutin tetkiklere ek olarak sosyo-demografik özellikleri ve psikolojik durumlarını belirlemeye yönelik anket formları uygulandı. Ayrıca, çalışmaya dahil olan hastaların Ocak 2006'dan çalışma dönemi sonuna dek acil hastane başvuruları ve yatışları kaydedildi. Anksiyete-depresyon seviyesi, hastane anksiyete-depresyon (HAD) ölçeği ile değerlendirildi. Hastalık ve sosyo-demografik verilerin psikolojik duruma etkisi araştırıldı. Çalışmaya alınan 40 KOAH'lı olgunun 7 (%17.5)'si kadın, 33 (%82'5)'ü erkek olup, yaş ortalaması 61.73±9.13 (40-77) yıl idi. Olguların ortalama anksiyete değeri 14.27±4.16 (3-21), ortalama depresyon değeri 13.67±4.28 (4-20) bulundu. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, medeni hali, yaşadığı yer ve gelir durumu ile anksiyete depresyon durumları arasında ilişki saptanmadı (p>0.05). Bakımları ile eşi ya da çocukları ilgilenen olgularda daha düşük oranda depresyon saptandı (p<0.001). Sık hastane başvurusu ve uzun süreli hastane yatışları da psikolojik durumu olumsuz etkileyen etmenlerdi (p<0.05). Sık hastane başvurusu, uzun süreli hastane yatışları ve ilgi-bakım eksikliği USOT uygulanan KOAH'lı olguların psikolojik durumlarını olumsuz etkilemektedir.
To assess the frequency of anxiety-depression among COPD patients with frequent emergency room admission who has home oxygen therapy. COPD patients with frequent admissions to emergency room in the 01 January- 31 March period and had oxygen therapy at home were assessed. A questionnaire examining their sociodemographic characteristics and psychological state was given to the patients in addition to their routine therapy. Also their admissions and hospitalizations were noted in January-March period. Anxiety-depression levels were assessed in accordance with hospital anxiety-depression scale. How psychological state is affected by the disease and sociodemographic data were investigated. Seven (17.5%) of total 40 COPD patients were female and 33 (82.5%) were male. Their mean age were 61.73±9.13 (40-77). Mean anxiety value was 14.27±4.16 (3-21) and mean depression value was 13.67±4.28 (4-20). There was no correlation between anxiety-depression level and age, sex, education, marital status, location and income level (p>0.05). The patients who were looked after by their mate or children had lower depression levels (p<0.001).Frequent emergency room admission and long hospitalization durations were two factors affecting psychological status in a negative manner. (p<0.05) Frequent hospital admission, long hospitalization durations and parental neglect affected psychological status of COPD patients who had oxygen therapy at home.

3.
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE SERUM KARSİNO EMBRİYONİK ANTİJEN DÜZEYİNİN HASTALIK ÖZELLİKLERİ İLE İLİŞKİSİ
THE RELATION OF SERUM CARCINOEMBRIONIC ANTIGEN LEVEL WITH THE DISEASE CHARACTERISTICS OF NON-SMALL CELL LUNG CANCER
Süleyman Emrah ORAY, Işıl KARASU, Nimet AKSEL, Mine GAYAF, Dilek KALENCİ, Ahmet Emin ERBAYCU, Ayşe ÖZSÖZ
Sayfalar 91 - 97
Serum karsino embriyonik antijen (CEA) akciğer kanserinin bazı parametreleriyle ilişkilidir. Çalışmada bu belirtecin küçük hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK)'deki tanısal değerini ve tümör özellikleriyle ilişkisini araştırdık. Eylül 2007 ile Eylül 2008 tarihleri arasında KHDAK tanısı konulan ve tedavi edilmemiş 101 hastanın serum karsinoembriyojenik antijen düzeylerine bakıldı. Hastaların yaş ortalaması 63.1±10.2 yıl idi. Hastaların 91'i erkek, 10'u kadındı. Epidermoid karsinom %58.9, adenokarsinom %22.4, alt tipi belirlenemeyen %18.7 idi. Evre I %15.8, Evre II %11.9, Evre III %32.7 ve Evre IV %39.6 idi. Hasta grubunda serum CEA seviyeleri sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek idi (p<0.01). Serum CEA düzeyi ile tümörün çapı, hücre tipi ve hastalığın evresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0.05). Serum CEA düzeyi ile radyolojik T1, T2, T3 ve T4 arasında ve radyolojik N0, N1, N2 ve N3 arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p>0.05). Serum CEA düzeyi M1 ve M0 hastalarda benzer idi (p>0.05). Karaciğer metastazı olan hastalarda serum CEA düzeyi karaciğer metastazı olmayan hastalara göre yüksek idi (p<0.05). Cut-off değeri 10 ng/ml olarak alındığında KHDAK'nin karaciğer metastazında sensitivite %77.8, spesifite %73.9, pozitif prediktif değer %22.6, negatif prediktif değer %97.1 idi. Sonuç olarak KHDAK'de serum CEA düzeyi ile evre, histolojik tip ve TNM arasında bir ilişki saptanmamıştır. Akciğer kanserinde karaciğer metastazının iyi bir göstergesi olabilir.
Serum carcino embrionic antigen (CEA) is related with some parameters of lung cancer. In the study, we searched the diagnostic yield and the relation with tumor characteristics in nonsmall cell lung cancer (NSCLC). The serum level of CEA was assessed in 101 patients diagnosed NSCLC between September 2007 and September 2008 before any treatment. The avarage age was 63.1±10,2 years. There were 91 men and 10 women. There was epidermoid carcinoma in 58.9%, adenocarcinoma in 22.4% and tumor without subtype in 18.7%. There was stage I in 15.8%, stage II in 11.9%, stage III in 32.7% and stage IV in 39.6%. The serum CEA level was higher in patient group than the healthy subjects (p<0.01). There were no significant relation between serum CEA level and the size of the tumor, tumor cell type and the stage of the disease (p>0.05). There were also no relation between serum CEA and radiological T1, T2, T3, T4 and radiological N0, N1, N2, N3 (p>0.05). The serum CEA was similar in patients with M0 and M1 (p>0,05). The serum CEA was higher in patients with liver metastasis than those without liver metastasis (p<0.05). The sensitivity was 77.8%, specifity was 73.9%, positive predictive value was 22.6% and negative predictive value was 97.1% in NSCLC with liver metastasis, when the cut-off value was measured 10 ng/ml. In conclusion, there is no relation between the serum CEA level and stage, histological type and TNM in NSCLC. It may be a good marker for liver metastasis in lung cancer.

4.
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI: SİSTEMİK İNFLAMASYON VE PULMONER HİPERTANSİYON
CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE: SYSTEMIC INFLAMMATION AND PULMONARY HYPERTENSION
Özlem ŞENGÖREN, Ceyda ANAR, Can BİÇMEN, İpek ÜNSAL, Tuba İNAL, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 99 - 106
KOAH, sistemik dolaşımda inflamatuvar mediatörlerin artmasıyla ilişkili bir sistemik hastalıktır. Ancak KOAH'a sekonder oluşan pulmoner hipertansiyonda (PH) potansiyel olarak rol alan ve sistemik inflamasyon yapan mediatörün henüz ne olduğu açık değildir. Çalışmamızda PH olan ve olmayan KOAH hastalarında serum C-reaktif protein (CRP), Tümör nekrozis faktör- (TNF-? ), interlökin-6 (IL-6)' nın sistemik inflamasyondaki rolünü araştırdık. 65 KOAH hastası çalışmaya alındı. Solunum fonksiyon testi body pletismograf ile ölçüldü. Pulmoner arter basınçları (PAB) transtorasik ekokardiyografi ile değerlendirildi. Hastaları PH olmayan (PAB <35 mmHg) ve olan (PAB>35 mmHg) olarak ikiye ayırdık. Nutrisyonel parametreler olarak Vücut Kitle İndeksi, Triceps Kalınlığı ölçüldü. Serum TNF-?, IL-6 düzeyi ELİSA, CRP düzeyi ise otomatize Immage (Beckman Coulter, A.B.D.) analizörü ile nefelometrik olarak incelendi. PH 1 8 hastada mevcut iken 47 hastada saptanmadı. PH olan KOAH hastaları ile PH olmayan KOAH hastaları karşılaştırıldığında serum CRP, TNF-? , IL-6 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. PH olan KOAH'lılar da FEV1 değeri PH olmayanlara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulundu. PH olan hastalarda parsiyel oksijen basıncı PH olmayanlara göre daha düşük saptandı. KOAH hastalarında artan sistolik pulmoner arter basıncı serum CRP, TNF-? , IL-6 düzeyleri ile ilişkili bulunmadı. Bu nedenle KOAH hastalarında gelişen PH patogenezinde serum CRP, TNF-? , IL-6 gibi inflamatuvar mediatörlerin rolü konusunun açıklığa kavuşturulması için daha detaylı ve hasta sayısının artırılarak yapılacak olan çalışmalara ihtiyaç vardır.
Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD) is a systemic disease associated with increase of inflammatory mediators in systemic circulation. However, it is not clear yet what the mediator is that potentially takes role in pulmonary hypertension (PH) forming secondary to COPD and leads to systemic inflammation. In this study, we examined the role of serum C-reactive protein (CRP), Tumor necrosis factor- (TNF-? ), and interleukin-6 (IL-6) in COPD patients with and without PH. 65 COPD patients were studied. Pulmonary function test was measured by body plethysmograph. Pulmonary artery pressures (PAP) were evaluated by Dopler echocardiography. We divided the patients as with PH (PAP >35 mmHg) and without PH (PAP <35 mmHg). Serum TNF-? , IL-6 level was examined by ELISA and CRP level was examined nepholometrically by Immage (Beckman Coulter, the USA) analyzer. While PH was present in 18 patients, it was not found in 47 patients. When COPD patients with PH were compared with COPD patients without PH, no statistically significant difference was found among serum CRP, TNF-? , IL-6 levels. FEV1 (predicted %) value (44.1±12.6) in COPD patients with PH was found lower than the ones without PH (FEV1=54.5±18.5) as statistically significant. Blood gas analysis revealed significantly lower Pao2 in patients with pulmonary hypertension compared to those without hypertension (p_0.024). However, although 6-minute walking distance, which is an exercise test, was found less, no statistically significant difference was found. Increasing systolic pulmonary artery pressure in COPD patients was not found associated with CRP, TNF-? , IL-6 levels. For this reason, more detailed studies with more patients are needed for clarifying the role of inflammatory mediators such as CRP, TNF-? , IL-6 in PH pathogenesis developing in COPD patients.

5.
PLEVRAL SIVILARDA TRANSÜDA- EKSÜDA AYRIMINDA LİGHT KRİTERLERİ, PROTEİN GRADİYENTİ, ALBUMİN GRADİYENTİNİN VE KOMBİNASYONLARININ TANISAL DEĞERİ
DIAGNOSTIC VALUE OF PLEURAL LIGHT'S CRITERIA, THE PROTEIN GRADIENT, AND THE ALBUMIN GRADIENT ALONE OR IN COMBINATION IN DIFFERENTIATION OF EXUDATES AND TRANSUDATES
A.Kadri ÇIRAK, Serpil TEKGÜL, Semra BİLAÇEROĞLU, Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Seher KURTUL SÖNMEZ, Emel ÖZDEN
Sayfalar 107 - 116
Çalışmanın amacı; plevral efüzyonların transudaeksuda ayırımında Light kriterleri, albumin gradienti ve protein gradientinin ayrı ayrı ve kombine kullanıldığında tanısal verimliliklerini araştırmaktır. Bu amaçla, 87 plevral sıvılı olgu değerlendirildi. Eş zamanlı olarak alınan serum ve plevral sıvıda total protein, albumin, laktik dehidrogenaz (LDH) düzeyleri ölçüldü. Light kriterleri, albumin gradienti, protein gradienti, Light kriterleri + albumin gradienti ve Light kriterleri + protein gradienti hesaplamaları yapıldı. Light kriterleri, eksuda olgularının tamamını doğru sınıflandırdı ancak, transuda olgularını saptamada duyarlılığı düşük bulundu. Transuda-eksuda ayırımında Light kriterleri, albumin gradienti ve protein gradientinin sırasıyla duyarlılıkları: %100, %82.3, %90.1, özgüllükleri: %58.3, %97.2, %83.3 ve doğruluk oranları: %82.7, %88.5, %87.3 olarak saptandı. Transuda vasfında sıvısı olan 15 olgu, Light kriterlerine göre yanlış eksuda olarak nitelendirildi ve bu hastalar diüretik tedavisi almaktaydı. Klinik olarak transuda düşünülen ve diüretik tedavisi görmüş plevral sıvılı olgularda, Light kriterleri ile uyumsuz sonuç alındığında, ek olarak protein gradienti ya da albumin gradienti ile değerlendirmeyle özgüllük ve doğruluk oranlarında artış izlendi. Özgüllük ve doğruluk oranı, Light kriterleri-albumin gradienti kombine kullanımında, Light kriterleri-protein gradienti kombine kullanımına göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Sonuç olarak, özellikle diüretik kullanan plevral sıvılı olgularda transuda-eksuda ayrımında Light kriterleriyle birlikte albumin gradientinin kullanılmasının tanıya katkıda bulunabileceği kanısına vardık.
To determine the diagnostic efficacy of Light's criteria, the albumin gradient, and the protein gradient, alone or in combination, in the differentiation of pleural transudates and exudates. Eighty-seven patients with pleural effusions, 51 (59%) of which were exudative and 36 (41%) of which were transudative, were assessed between January 2006 and February 2007. Of these patients, 71 (81.6%) were males and 16 (18.4%) were females. Total protein, albumin, and lactate dehydrogenase (LDH) levels were measured in the serum and pleural effusion samples were concurrently obtained. Calculations for Light's criteria, the albumin gradient, the protein gradient, Light's criteria and the albumin gradient, and Light's criteria and the protein gradient were performed. Light's criteria classified all of the exudates correctly; however, the sensitivity in determining transudates was low. The sensitivities of Light's criteria, the albumin gradient, and the protein gradient in the differentiation of transudates and exudates were 100%, 82.3%, and 90.1%, respectively; the corresponding specificities were 58.3%, 97.2%, and 83.3%, respectively; and the corresponding accuracies were 82.7%, 88.5%, and 87.3%, respectively. Fifteen cases of transudates were incorrectly classified as exudates by Light's criteria and were treated with diuretics. An increase in specificity and accuracy occurred by the additional assessment of the protein or albumin gradient when inconsistent results were obtained by Light's criteria in cases with pleural effusion clinically suspected to be a transudate and treated with diuretics. The specificity and accuracy were significantly higher with the combined use of Light's criteria and the albumin gradient compared to the combined use of Light's criteria and the protein gradient. The combined use of the Light's criteria and albumin gradient may contribute to differentiation of transudates and exudates in patients particularly those treated with diuretics.

6.
METASTATİK AKCİĞER KANSERİNİ TAKLİT EDEN BİLATERAL NODÜLER PULMONER TÜBERKÜLOZ OLGUSU
BILATERAL NODULAR PULMONARY TUBERCULOSIS CASE IMITATING METASTATIC LUNG CANCER
Hakkı ULUTAŞ, Erdal YEKELER, Zafer Hasan, Ali SAK, Ebru ŞENER
Sayfalar 117 - 122
Akciğer Tüberküloz'u (TB ) ülkemizde önemli derecede morbitide ve mortaliteye neden olmaktadır. Mycobacterium tüberculosis complex'in infeksiyonu oldukça heterojendir. Farklı radyolojik görünümle karşımıza çıkan ve metastatik akciğer kanserini taklit eden akciğer TB olgusunun sunulması uygun görüldü. Elli dokuz yaşında erkek hasta nefes darlığı, göğüs ağrısı şikayeti ile başvurduğu merkezimizde çekilen PA akciğer grafisinde; bilateral multipl sayıda nodüler lezyonlar, üst zonlarda hiperlüsensi saptandı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde; bilateral multipl sayıda, multisentrik özellikte lezyonlar ve büllöz amfizem görünümü mevcuttu. Biyokimyasal ve hematolojik laboratuar bulguları normal sınırlar içerisinde idi. Yapılan bronkoskopide bronşiyal sistem doğal olarak izlendi. Balgam ve bronş lavaj sıvısında ARB negatif olarak bulundu. Tüm vücut malignite taramalarında patoloji saptanmadı. Hastaya sağ mini torakotomi ile nodul eksizyonu yapıldı. Patoloji sonucu amfizem, interstisyel pnömoni bulguları ve kazeifiye granulomatöz hastalık olarak raporlandı. Radyografide yaygın nodüler lezyonları olan olguların ayırıcı tanısında granülomatöz hastalıklar mutlaka düşünülmeli, ülkemiz şartlarında akciğer TB'unun hala ilk sıralarda değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Pulmonary tuberculosis (TB) is one of the common causes of mortality and morbidity in Turkey. Mycobacterium tuberculosis complex enfection has a considerably heterogenious process. We aimed to present a pulmonary tuberculosis case revealing uncommon radiological findings and imitating secondary lung malignancies. Fifty-nine year-old male patient with complaints of shortness of breathe, chest pain, had multipl pulmonary nodules and radiolucensy in upper zones on plain chest radiography. Computed thorax tomography revealed bilateral multiple lesions with multicentric features and bullous emphysema. Biohemical and hematological findings were in normal range. Bronchial system was shown to be normal via fiberoptic flexible bronchoscopy. Sputum and bronchial aspiration results evaluated for ARB were negative. No primary focus of malignancy were shown. Patient underwent thoracotomy and nodule excision was administered. Emphysema, interstitial pneumonia and Hastanegranulomatous disease with caseification necrosis was shown histopathologically. Differential diagnosis in the patients with radiologically diffuse nodular lesions should also be considered as granulomatous diseases, particularly evaluation of pulmonary TB should still be remembered due to socio-economic conditions of our country.

7.
NÖROFİBROMATOZİS İLE AKCİĞER KANSERİ BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU
NEUROFIBROMATOSIS TOGETHER WITH LUNG CANCER: CASE REPORTS
Berna KÖMÜRCÜOĞLU, Burak EŞKUT, A.Kadri ÇIRAK, Serpil TEKGÜL, Semra BİLAÇEROĞLU
Sayfalar 123 - 128
Von Reclinghausen nöröfibromatozis (NF-1), otozomal dominant geçişli nöröcutanöz sistemi tutan bir hastalıktır. Ana klinik bulguları; multipl nöröfibromlar ve ciltte cafe- au- lait lekeleridir. NF-1 kansere yatkınlık yaratan sendromlar içinde en sık rastlanıdır ve özellikle de nöral crestten köken alan tümörlere yatkınlık yaratır. Malign swannoma, neurofibrosarkom, intrakranial gliom ve feokromasitoma NF-1'li hastalarda en sık görülen nörölojik sistem kanserleridir. NF-1'de olguların yaklaşık %10-20'sinde akciğer tutulumu izlenir. En sık rastlanan akciğer tutulumu özellikle üst zonlarda ince duvarlı büllöz lezyonlar ve fibrozisdir. Ancak NF-1' de primer akciğer kanseri nadirdir ve literatürde olgu sunumları şeklinde bildirilmiştir (%2-5) . 43 yaşında bir erkek olguda NF-1 ve primer akciğer karsinomu birlikteliği sunuldu ve NF-1'de akciğer kanseri gelişimine neden olabilecek risk faktörleri tartışıldı.
Von Reclinghausen neurofibramatosis (NF-1) is an autosomal dominant disease which targeted neurocutanous system. Cardinal features are multiple neurofibromas and cafe-au-lait spots. NF-1 is the most common inherited syndrome predisposing to neoplasia, spesialy neural crest derivated tumors. Malignant schannoma, neurofibrosarcoma, intracranial glioma and pheochromacytoma were most frequently seen neurolojik malignancies in NF-1 patients. Pulmonary involvement was seen 10-20% of the NF-1 cases. The most common pulmonary manifestations in NF-1 were thin walled bullae formation and fibrosis predominantly in upper zones. However occurance of primary lung carsinoma in assosiation with NF-1 is very rare. 43 years old male patient with NF-1 and primary lung epidermoid carsinoma is presented. This case is presented to discuss the risk factors of the patient with NF-1 to developt lung carsinoma.

8.
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLİ BİR OLGUDA TEDAVİ SONRASI REKÜRRENS VE METAKRON TÜMÖR GELİŞMESİ
RECURRENCE AND METACHRONOUS LUNG CANCER DEVELOPING AFTER CHEMOTHERAPY IN A PATIENT WITH SMALL CELL LUNG CARCINOMA
Onur TURAN, Atila AKKOÇLU, Aydanur KARGI, Emine OSMA
Sayfalar 129 - 135
Akciğer Tüberküloz'u (TB ) ülkemizde önemli derecede morbitide ve mortaliteye neden olmaktadır. Mycobacterium tüberculosis complex'in infeksiyonu oldukça heterojendir. Farklı radyolojik görünümle karşımıza çıkan ve metastatik akciğer kanserini taklit eden akciğer TB olgusunun sunulması uygun görüldü. Elli dokuz yaşında erkek hasta nefes darlığı, göğüs ağrısı şikayeti ile başvurduğu merkezimizde çekilen PA akciğer grafisinde; bilateral multipl sayıda nodüler lezyonlar, üst zonlarda hiperlüsensi saptandı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde; bilateral multipl sayıda, multisentrik özellikte lezyonlar ve büllöz amfizem görünümü mevcuttu. Biyokimyasal ve hematolojik laboratuar bulguları normal sınırlar içerisinde idi. Yapılan bronkoskopide bronşiyal sistem doğal olarak izlendi. Balgam ve bronş lavaj sıvısında ARB negatif olarak bulundu. Tüm vücut malignite taramalarında patoloji saptanmadı. Hastaya sağ mini torakotomi ile nodul eksizyonu yapıldı. Patoloji sonucu amfizem, interstisyel pnömoni bulguları ve kazeifiye granulomatöz hastalık olarak raporlandı. Radyografide yaygın nodüler lezyonları olan olguların ayırıcı tanısında granülomatöz hastalıklar mutlaka düşünülmeli, ülkemiz şartlarında akciğer TB'unun hala ilk sıralarda değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Small cell lung cancer (SCLC) is a kind of disease with a good response to chemotherapy, however it usually recurs in a short time and the most important reason of mortality is relapses. A sixty-two-year old male patient was diagnosed as SCLC, with an inoperable lesion in left lung. After 6 cycles of carboplatin and etoposide chemotherapy and radiotherapy, there was a total regression of the lesion. In following months, there was a new right pulmonary mass seen in thorax computed tomography (CT) which had the diagnosis of adenocarcinoma by transthoracic needle biopsy. It was accepted as a metachronous lung carcinoma and a new chemotherapy regimen including carboplatin and gemsitabine was administered, which created a total regression of the tumour for the second time. Nine months later, a mass invasing mediastinum was recognized in the same location with firstly diagnosed tumour, SCLC. This situation was named as recurrence of SCLC and the prior chemotherapy was administered again. We want to present this interesting case with the unexpected behaviour of tumour that contains both metachronous cancer and recurrence in a short time, and with the perfect response to the platin-based chemotherapy at every attack of the tumour.

9.
RENAL HÜCRELİ KANSERLİ OLGUDA HIZLI GELİŞEN MALİGN PLEVRAL SIVI
SUDDEN ONSET MALIGN PLEURAL EFFUSION IN CASE WITH RENAL CELL CARCINOMA
Emine ARGÜDER, Serap BİLEN HIZEL, Dilek AYDIN, Izak DALVA, Sadık MUALLAOĞLU, Ali KÖKSAL, Okan AKHAN
Sayfalar 137 - 141
61 yaşında bayan hasta şiddetli nefes darlığı yakınması nedeniyle başvurdu. Akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografide (BT) bilateral massif plevral efüzyon, her iki plevral yüzeyde çok sayıda nodüler lezyon ve pulmoner nodüller saptandı. Ayrıca abdominal BT'de sağ renal tümör tespit edildi. BT rehberliğinde sağ renal lezyondan yapılan iğne biyopsisi renal hücreli kanseri (RHK) düşündürmekteydi. Sonrasında sağ böbrek için radikal nefrektomi uygulandı. Radikal nefrektomi ve takiben sunitinib kemoterapisine rağmen plevral lezyonlarda hızlı ilerleme ve lenfanjitis karsinomatosis gelişti. RHK sıklıkla toraksı etkilemesine karşın masif efüzyona neden olarak karşımıza çıkması nadirdir ve genellikle tanı konuktan sonraki dönemde ortaya çıkar. Bu olgu RHK'nın başlangıç bulgusu olarak massif efüzyona bağlı şiddetli nefes darlığı olması nedeniyle burada sunulmuştur.
A 61-year-old woman was admitted with severe dyspnea. A chest X-ray and chest computed tomography (CT) demonstrated bilateral pleural effusion, multiple nodules in both the pleural surface and lunos. In addition to these, an abdominal CT revealed a right renal tumor. A CT-guided needle biopsy of the right kidney lesion suggested renal cell carcinoma (RCC). Radical nephrectomy was performed for the right kidney. The pleural lesions rapidly progressed and lymphangitis carcinomatosis was seen despite right radical nephrectomy and subsequent sunitinib treatment. While the thorax is a frequently affected site of RCC, large effusions are rare and are often only seen after diagnosis. We report a case of renal cell carcinoma due to the initial symptoms being severe dyspnea as a result of large pleural effusion.

10.
İLGİNÇ BİR DİYAFRAGMA RÜPTÜRÜ OLGUSU
AN INTERESTING CASE OF DIAPHRAGMATIC RUPTURE
Levent UĞURLU, Cemil KUL, Sıdıka Nihal TOPRAK, Hanife KARA
Sayfalar 143 - 147
Günümüzde, travma nedeniyle hastane başvuru sayılarında, özellikle trafik kazalarının artması ile artış gözlenmektedir. Batın travmalarına bağlı yaralanmalarda yüksek oranda postoperatif mortalite ve morbidite izlenmektedir. Batın organları karaciğer, bağırsaklar ve diyafragma sıklıkla zarar görürler. Fizyolojik olarak ventilasyonun düzenlenmesinde en önemli görevlerden birini üstlenen diyafragmada meydana gelen yırtıklar travma hastalarında en sık gözden kaçan yaralanmalardan biridir. Diyafragmada meydana gelen yaralanmaların tespitinde bilgisayarlı tomografinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Yaralanmanın tespit edilmesi halinde tedavi için laparatomi veya torakotomi gerekmektedir. Batın travması olan olgularda travmatik diyafragma rüptürü akla gelmeli ve şüpheli olguların tanısında bilgisayarlı tomografi tercih edilmelidir.
In recent times, the increase in traffic accidents and other reasons due to an increase in the number of references to emergency services with trauma. Abdomen injuries have a high percentage of postoperative morbidity and mortality. The most frequently injured organ in abdomen is the liver, the second one is the bowels and the third one is the diaphragm. Diaphragm has an important function as physiologically in the regulating ventilation. Diaphragmatic laserations is the most commonly overlooked situations. BT is an important test in diaphragmatic injuries for diagnosis. In the case of detection of injuries, laparascopy or thoracotomy is used for treatment. Abdomen traumas have to be rememberred and computed tomography has to be chosen in suspected cases.

LookUs & Online Makale