ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 25 (2)
Cilt: 25  Sayı: 2 - 2011
ORIGINAL ARTICLE
1.
TÜRKÇE GÖĞÜS HASTALIKLARI LİTERATÜRÜNDE DİL BİRLİĞİ
THE UNITY OF LANGUAGE IN THE THORACIC MEDICINE LITERATURE IN TURKISH
Kürşat EPÖZTÜRK
Sayfalar 69 - 72
Bu çalışmanın amacı Türkçe göğüs hastalıkları literatüründe kullanılan yabancı kökenli sözcüklerin kullanılış farklılıklarını değerlendirmektir. Göğüs hastalıkları üzerine Türkçe yayın yapan beş derginin 2009-2010 yıllarına ait sayıları incelendi. Kullanılan yabancı kökenli sözcükler listelendi ve farklı yazılış biçimlerinin sayısı belirlendi. Toplam 325 sözcüğün birden fazla biçimde yazıldığı görüldü. Bunların büyük çoğunluğu iki biçimde yazılırken, altı-yedi biçimde yazılan sözcüklere de rastlandı. Türkçe göğüs hastalıkları literatüründe birçok sözcüğün nasıl yazılacağına dair ciddi bir kafa karışıklığı görülmektedir. Uzmanlık dernekleri ve dergi yayın kurulları tarafından dil birliğini sağlamaya yönelik çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır.
The a im of this study was to evaluate the differences in the usage of foreign words employed in the thoracic medicine literature in Turkish. Recent (2009-2010) issues of five Turkish journals on thoracic medicine were investigated. Foreign words used in the articles were listed and the variations in their usage were analyzed. In total, 325 words were found to be written in more than one form. The majority of these were used in two different forms; on the other hand, some words used in six to seven different forms were also encountered. There seems to be confusion in the writing of many words in thoracic medicine literature in Turkish. Specialty societies and the editorial boards of the journals should take action to establish the unity of the language.

2.
AKCİĞER KANSERİNDE TANI GECİKMESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
THE FACTORS INFLUENCING DELAY OF DIAGNOSIS IN LUNG CANCER
Eylem AKPINAR, Meral GÜLHAN, Nermin ÇAPAN
Sayfalar 73 - 80
Akciğer kanseri dünya çapında en önemli mortalite nedenlerinden biridir. Tanı gecikmesi, hastada emosyonel strese, kür ve etkili palyasyon sağlayacak tedavilerin gecikmesine neden olmaktadır. Bu çalışmada; akciğer kanserli hastalarda tanı ve tadavi gecikmesini etkileyen faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Histopatolojik tanısı konmuş 106 akciğer kanserli hastanın semptomlarının başlangıcından doktora başvurusuna geçen süre (SB), başvurudan patolojik tanıya (BP), başvurudan tedavi başlangıcına (BT), semptom başlangıcından tedavi başlangıcına (ST) geçen süre retrospektif olarak değerlendirildi. Semptom başlangıcından doktor başvurusuna kadar geçen süre ile hastaların cinsiyeti, mesleği, yaşadığı yer, lezyonun lokalizasyonu, malignite öyküsü, kronik akciğer hastalığı varlığının ilişkisi değerlendirildi. Semptom başlangıcından tedavi başlangıcına kadar geçen sürenin lezyonun lokalizasyonu, malignite öyküsü, kronik akciğer hastalığı olması ile ilişkisi değerlendirildi. Hastaların evrelerine göre SB, BP ve BT'ye geçen süre değerlendirildi. SB ve BP sırasıyla 42.5±61.6, 61.7±55.6 gündü. En hızlı başvuran vena kava süperior sendromlu hastayı, hemoptzisi ve nörolojik semptomları olan hastalar izlemekteydi. Hastanın cinsiyetinin, mesleğinin SB'yi, yaşadığı yerin, lezyon lokalizasyonunun, malignite öyküsünün ve kronik akciğer hastalığı varlığının SB ve ST'yi etkilemediği bulundu. Evreler arasında SB, BP, BT açısından fark izlenmedi. Çalışmamızda akciğer kanserli hastalarda semptom başlangıcından doktora başvuruya ve tedavi başlangıcına kadar geçen süreler önerilenden daha uzun bulundu. Bu gecikmeyi hastanın yaşadığı yer, mesleği, kronik akciğer hastalığı olması, kendisinde başka kanser, ailesinde akciğer kanseri olmasının ve lezyonun lokalizasyonunun etkilemediği görüldü. Semptomlar başladıktan sonra en kısa sürede akciğer kanseri tanısını koyup etkin tedavinin uygulanabilmesi için tanı gecikmesini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik ileri araştırmalara ihtiyaç vardır.
Lung cance r is worldwide important cause of mortality. Diagnostic delay results emotional stres and treatment delay. The aim was to investigate factors influencing delay in diagnosis and treatment of lung cancer. Histopathologically proven 106 patients with lung cancer were enrolled.Time from initiation of symptom to reference to doctor (SR) and to treatment (ST), from reference to pathological diagnosis (RP) and to treatment (RT) were evaluated retrospectively. The relationship between SR and gender, profession, living place, localization of lesion, malignancy history, presence of chronic lung disease was evaluated. The relationship between ST and living place, localization of lesion, malignancy history, presence of chronic lung disease was evaluated. SR, RP and RT were evaluated according to stages of patients. SR and RP were respectively 42.5±61.6, 61.7±55.6 days. Most rapid reference was acquired to patient who had vena cava superior syndrome, was followed up by patients who had hemoptysis and neurologic symptoms. Gender and profession was not effective on SR. Localization of lesion, malignancy history, presence of chronic lung disease were not affective on SR and ST .There was no difference between stages of the disease in the means of SR, RP and RT. In this report SR and ST was found longer than suggested. It is shown taht this delay was not affected from living place, presence of chronic lung disease, malignancy history, localization of lesion. Further studies are nececcary to clarify reasons of diagnostic delay of lung cancer patients to apply appropriate treatment as soon as possible.

3.
KOAH OLGULARINDA TEOFİLİNİN YAN ETKİLERİ İLE HASTA YAŞI VE KAN ELEKTROLİTLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
THE RELATIONSHIP BETWEEN SIDE EFFECTS OF THEOPHYLLINE IN COPD PATIENTS WITH PATIENT AGE AND BLOOD ELECTROLYTES
Ahmet YILMAZ, Cengizhan SEZGİ, Hatice YILMAZ, Halis TANRIVERDİ
Sayfalar 81 - 87
Metilksantin grubu ilaçlar uc uz olması ve inhaler grubu ilaçlar gibi hasta uyum sorunu olmaması nedeniyle KOAH tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Kullanımlarını sınırlayıcı en önemli nedenler; bronkodilatör etkilerinin diğer bronkodilatör grup ilaçlardan daha az olması, terapotik kan düzeylerinin dar olması ve diğer ilaçlarla sık etkileşmeleridir. Bu çalışmada KOAH tanısı ile İV veya oral teofilin kullanan hastalarda, serum teofilin seviyesi ve yaş grupları ile teofiline bağlı oluşan yan etkiler ve kan sodyum (Na), potasyum (K), kalsiyum (Ca), Klor (Cl) ve glukoz seviyeleri arasındaki ilişki araştırıldı. ‚alışmaya, KOAH nedeni ile takip edilen toplam 65 hasta alındı. Birinci gruba (21 hasta) standart tedavi olarak inhale kortikosteroid, kısa ve uzun etkili beta2-agonist verildi. İkinci gruba (44 hasta) ise standart tedaviye ek olarak 600 mg/gün dozunda teofilin eklendi. İkinci gruptaki hastalarda 60 yaş altı ve 60 yaş üstü olarak ikiye ayrıldı; plazma teofilin seviyeleri ve oluşan yan etkiler açısından değerlendirildi. Teofilin alan grubtaki 6 hastada tremor, 4 hastada taşikardi, 3 hastada epigastrik bölgede yanma şikâyetleri mevcuttu ve teofilin almayan gruptan anlamlı artmış olarak bulundu. Teofilin kullanan grupta ortalama teofilin seviyesi 13.2±4.1 µg/L olarak ölçüldü. Altmış yaş altı ve 60 yaş üstü her iki grupta da teofilin seviyeleri benzerdi. Tremor gelişen hastaların serum ortalama teofilin seviyesi 16.1 µg/ml, taşikardi gelişen hastaların 14.5 µg/ml, epigastrik bölgede ağrı şikâyeti olan hastaların 9.25 µg/ml düzeyindeydi. Teofilin kullanan 60 yaş üstü hastalarda yan etkiler daha belirgindi. Uygulanan dozda elde edilen serum teofilin seviyelerinin Na, K, Ca, Cl ve glukoz seviyelerini değiştirmediği ve hayatı tehdit eden yan etkilerin ortaya çıkmadığı görüldü. Sonuç olarak teofilinin önerilen terapotik kan düzeyleri aralığında kullanılsa bile yan etkilerin ortaya çıkabildiği, bu etkilerin özellikle yaşlı hastalarda daha belirgin olduğunu saptadık. Bu nedenle teofilin kullanan hastaların plazma teofilin düzeyleri yanında klinik olarak da dikkatli bir şekilde takibi gerekmektedir.
Methylxanthine group drugs are used widely due to become cheap and no patient drug compliance problem such as inhaled medications. The most important limitating reasons their uses are having less branchodilator effects than other bronchodilators, small therapeutic blood levels interval and frequently interacts with other drugs. In this study, we analyzed the kinds and frequency of theophylline-related side effects, due to the many interactions with other drugs in the COPD and asthma patients' recieving intravenous and oral theophylline For this aim, relationship between the serum levels of theophylline and Na, K, Ca, Cl, glucose was investigated Total 44 COPD and asthma patients were subjected to study. The average age of patients was 61±5. Serum theophylline Na, K, Ca, Cl and glucose levels were measured for all patients. ECG's of patients were evaluated. The side effects were recorded during the therapy. Tremor in 6 patients, tachycardia in 4 patients, epigastric burning/pain in the stomach in 3 patients were observed. Serum theophylline values in tremor developed patients was about 16,1µg/ml, in taschicardia developed patients was about 14,5µg/ml, in epigastric burning/pain developed patients was about 9.25 µg/ml. Theophylline derived side effects was not observed in Cor pulmonale patients. Serum theophylline levels did not affects serum Na, K, Ca, Cl and glucose levels and life-threatening side-effects did not observed in applied dose. As a result, side effects of theophylline can ocur even if used in the recommended therapeutic blood levels. we found that these effects are especially more pronounced in elderly patients. Therefore, theophylline user patients should carefully monitored clinically beside of the monitoring plasma theophylline levels during theophylline administration.

4.
KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞINDA YAŞAM KALİTESİNİ ETKİLEYEN FONKSİYONEL VE ANTROPOMETRİK PARAMETRELER
THE FUNCTIONAL AND ANTROPOMETRIC PARAMETERS RELATED TO QUALITY OF LIFE IN COPD
Sevda Şener CÖMERT, Müzeyyen ERK, Benan MÜSELLİM, Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA
Sayfalar 89 - 100
Kronik ve progresif bir hastalık olan KOAH'ta fonksiyonel parametrelerin azalmasına paralel olarak, egzersiz toleransı azalır, hastaların yaşam kaliteleri bozulur. Son yıllarda birçok kronik hastalıkta ve KOAH'da yaşam kalitesinin objektivize edilmesine yarayan anketler geliştirilmiştir. Bunlar arasında KOAH için en spesifik olan SGRQ (St.George's Respiratory Questionnaire)dir. Çalışmamızın amacı ise KOAH olgularında SGRQ ile ölçülen yaşam kalitesi düzeyi ile fonksiyonel ve antropometrik parametrelerin ilişkisini aramaktır. Bu amaçla Ocak 2000-Mart 2000 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 41 stabil KOAH'lı olgu çalışmaya alındı. Hastalarda kapsamlı solunum fonksiyon testleri, arter kan gazları, 6 dakika yürüme testi, deri kalınlığı ölçümü ve SGRQ aynı gün yapıldı. Hastaların (35 erkek, 6 kadın) yaş ortalamaları 63.6±9.1 yıl, sigara miktarı 56.7±30 paket-yıl, ortalama hastalık süresi 8.6±8.3 yıl, vücut kitle indeksleri 27±3.8 bulundu. 41 hastadan 36'sında (%87.8) nefes darlığı, 25'inde (%61) öksürük, 27'sinde (%66) balgam mevcuttu. Yaşam kalitesi ile dispne arasında negatif bir korelasyon saptandı. SGRQ'in toplam skoru, etki skoru ve aktivite skoru ile Borg skalası arasında anlamlı korelasyon saptandı (p<0.01). SGRQ aktivite komponenti ile FEV1 ve FVC arasında negatif korelasyon gösterildi (p²0.01). SGRQ semptom komponenti ile bronkodilatör kullanımı sonrası ölçülen FEV1 değeri arasında da korelasyon izlendi (p=0.05). SGRQ total skoru ve semptom skoru ile FRC ve TLC arasındaki anlamlı korelasyon ile gösterildi. Vücut kompozisyonunu gösteren parametreler yaşam kalitesi ile ilişkili bulundu. Bu ilişki en iyi SGRQ aktivite komponenti ile biseps deri kalınlığı arasında görülmektedir (p<0.05). Yapılan korelasyon hesapları ile yaşam kalitesinin FEV1 ile, FVC ile, PaCO2 ve deri kalınlığı ile anlamlı ilişki gösterdiği saptandı. Çalışmamızda, KOAH'lı olguların yaşam kalitesinin yalnız fonksiyonel parametrelerden değil aynı zamanda olguların beslenme durumlarını gösteren antropometrik parametrelerden de etkilendiği saptandı.
In patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) which is a chronic and progressive disease;exercise tolerance is limited and quality of life is reduced in paralel to decrease in functional parameters. In recent years, many questionnaries have been developed to evaluate life quality objectively at COPD. Among these questionnaires the most specific for COPD is St. George's Respiratory Questionnaire (SGRQ). Our aim was to evaluate correlation between life quality of COPD patients according to SGRQ and functional and anthropometric parameters. Pulmonary function tests, arterial blood gases, 6 minute walking test, skinfold thickness were evaluated and life quality was assessed by SGRQ at the same day. Results of correlation analysis showed that quality of life had significant correlation with FEV1, FVC, PaCO2, skinfold thickness. 41(35 male, 6 male) stable COPD patients were included. Mean age was 63.6±9.1 years, average disease duration,cigarrette smoking and body mass index were 8.6±8.3 years, 56.7±30 packyears and 27±3.8 kg/m2, respectively. Of the patients dyspnea was present in 87.8%, cough in 61%, sputum in 66%. There is a negative corelation between dyspnea and quality of life and significant corelation was detected between activity, impact and total scores of SGRQ and Borg dyspnea scale (p<0.01). Negative corelation was found between SGRQ activity score and FEV1, FVC (p²0.01). SGRQ symptom score and postbronchodilator FEV1 were corelated (p=0.05). SGRQ total and symptom scores were significantly coreleted with FRC and TLC. Antropometric parameters were corelated quality of life. This corelation was best detected between biceps skinfold thickness and activity score of SGRQ (p<0.05). Results of correlation analysis showed that quality of life had significant correlation with FEV1, FVC, PaCO2, skin fold thickness. The quality of life in COPD patients was effected not only from fonctional parameters but also antropometric parameters.

5.
TİP II DİYABETLİ HASTALARDA SOLUNUM FONKSİYONLARI VE DİYABET KONTROLÜ ARASINDAKİ İLİŞKİ
RELATIONSHIP BETWEEN DIABETES CONTROL AND PULMONARY FUNCTIONS WITH TYPE II DIABETES MELLITUS PATIENTS
Erkan CEYLAN, Mehmet Nuri TURAN, Faruk GÜNAK
Sayfalar 101 - 106
Diyabetes mellitusÕda oluşan yaygın mikrovasküler değişiklikler sonucunda akciğerler etkilenmektedir. Bu etkilenmenin solunum fonksiyonlarına, diyabet kontrolüne etkisi ve hastalık süresi ile ilişkisi araştırıldı. Çalışmaya benzer yaş gruplarından 37 diyabetli, 25 sağlıklı kontrol olgusu olmak üzere 62 olgu alındı. Çalışmada tüm olguların solunum fonksiyon testleri ile karbonmonoksit difüzyon kapasitesi (DLCO) ölçüldü. Diyabetik olgular içinde solunum fonksiyon bozukluğu saptanan 24 olguda da HbA1c seviyesi yüksek saptandı (%15±1.3). Hastalık süresi 7±5.1 yıl olarak tespit edildi. Diyabetli 37 hastanın 24 (%65)Õünde restriktif tipte solunum fonksiyon bozukluğu saptanırken hiçbir olguda obstrüktif tip bozukluk tespit edilmedi. HbA1c seviyesi yüksek olan olgularda DLCO seviyesi daha düşük gözlendi (p<0.05). Kontrol grubundaki olgularda ise solunum fonksiyonlarında bozukluk tespit edilmedi. İki grup arasında solunum fonksiyon bozuklukları açısından anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). Sonuçta, HbA1c seviyesi yüksek olan olgularda DLCO seviyesi daha düşük gözlendi. Restriktif tipte solunum fonksiyon bozukluğunun hastalık süresine bağlı olarak arttığı gözlendi. Diyabet tedavisindeki düzensizliğin bu bozukluklarda ana rolü oynadığı gözlendi. Bu olguların solunum fonksiyonları açısından düzenli takiplerinin yapılması gerektiği kanaatine varıldı.
The lungs ar e affected as a result of the widespread microvascular changes in the patients of Diabetes mellitus. The relations of this effect among respiratory functions control of DM and survey time were explored. 37 cases with DM and 25 healthy control cases of the same age group were recruited in the study. Respiratory function tests and carbon monoxide diffusion capacity (DLCO) measurement were performed in all cases. HbA1c level was high in 24 diabetic cases (15%±1.3) with respiratory function abnormalities. Duration in diabetic patients of the disease was 7±5.1 years. Although restrictive type disorders were detected in 24 (65%) of 37 diabetic patients none of the cases had obstructive type respiratory disorder. With high levels of HbA1c in diabetic patients, found a lower DLCO values (p<0.05). There were no respiratory function abnormalities in control group. A significant difference were detected in respiratory functions between these 2 groups (p<0.001). In conclusion there is significant decrease in DLCO, with high HbA1c level diabetic patients. Restrictive type respiratory disorders observed in diabetic patients from depending on the duration of the disease. Irregularity in the treatment of diabetes, were observed in the main role to play in these disorders. In terms of lung function in patients with diabetes, we concluded that follow-up needs to be done regularly.

6.
KOLON ADENOKARSİNOMUNUN PLEVRAL VE BRONŞİYAL METASTAZI: OLGU SUNUMU
PLEURAL AND BRONCHIAL METASTASIS OF COLON ADENOCARCINOMA: CASE REPORT
Gökhan PERİNCEK, Emrah BATMAZ, Ufuk USTA
Sayfalar 107 - 112
Akciğer dışı solid malign tümörlerin akciğer metastazlar ı yaygın olarak görülmesine rağmen endobron şiyal invazyon nadir olarak rapor edilmiştir. Meme karsinomu, renal karsinom ve kolon adenokarsinomu endobronşiyal metastazla sonuçlanabilen tümörlerdir. Yetmiş dört yaşında bir erkek hasta 2.5 aydır devam eden, yaşam kalitesini bozan, semptomatik tedaviye dirençli kuru öksürük şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde; bir yıl önce kolon adenokarsinomu tanısı ve 10 kür kemoterapi uygulanma öyküsü mevcuttu. Hastanın çekilen akciğer grafisinde sağda plevral efüzyon saptanmas ı üzerine kliniğimize yatırıldı. Yapılan torasentez ile alınan plevral sıvıda malign epitelyal hücreler, plevra biyopsisinde ise kolon adenokarsinom metastazı saptandı. Hastanın yapılan bronkoskopide mukoza diffüz olarak ödemli ve hiperemikti, alınan mukoza biyopsisinde kolon adenokarsinom metastazı gösterildi.
Although pulmonary metastases of extra pulmonary solid malign tumors are widely seen, endobronchial invasion has rarely been reported. Breast carcinoma, renal carcinoma, and colon adenocarcinoma are tumors, which can be result in endobronchial metastasis. A 74-year-old male patient referred to our clinic with complaints of dry cough, which is resistant to symptomatic treatment, continuing for 2,5 months and damaged his life quality. In his background, he had diagnosis of colon adenocarcinoma a year before, and history of 10 cures of chemotherapy application. Since pleural effusion was determined on the right through at the pulmonary graphy, he was hospitalized in our clinic. Malign epithelial cells were established in the pleural effusion obtained by torasynthesis and colon adenocarcinoma metastasis were determined in the pleura biopsy. On the bronchoscopy, the mucosa was diffusely edematous and hyperemic. Colon adenocarcinoma metastasis was showed in the mucosa biopsy.

7.
İLGİNÇ RADYOLOJİK OLGU: YABANCI CİSİM
AN INTERESTING RADIOLOGICAL CASE: FOREIGN BODY
Aslı Gül AKGÜL, Fuat SAYIR, Ufuk ÇOBANOĞLU
Sayfalar 113 - 116
Yabancı cisim aspirasyonları özellikle çocukluk çağındaki acillerin ve kaza ile ölümlerin başında yer alır. Bulguları diğer solunum sistemi hastalık bulguları ile aynı olabilir. Ciddi komplikasyonlara sebep olarak cerrahi gerektirebilir. Anamnez büyük önem taşır. On bir yaşındaki erkek hasta kliniğe bir haftadır devam eden nefes darlığı ile başvurdu. Yabancı cisim aspirasyon öyküsü vermeyen hastada hafif siyanoz mevcut idi. Akciğer grafisinde sol hemitoraksta totale yakın şekilde homojen dansite artışı, bilgisayarlı tomografide sol akciğerde bronkogramlar, hava kistleri, atelektatik alanlar, total pnömonik konsolidasyon gözlendi. Tanı amaçlı yapılan rijid bronkoskopide sol ana bronş girişinde yabancı cisim (zeytin çekirdeği) tespit edilerek çıkarıldı. İşlem sonrası hastanın kliniğinde ve radyolojik görüntülerinde akut düzelme gözlendi. Solunum sistemi ile ilgili semptomlar ve radyolojik tetkikler yabancı cisim aspirasyonu ve diğer solunum yolu hastalıkları ile kolaylıkla karışabilmektedir. Şüphelenildiğinde bronkoskop yardımı ile ayırıcı tanısı hızla yapılmalı ve yabancı cisim çıkarılmalıdır.
Foreign body aspiration is a common emergency especially in childhood. It has a high mortality rate among accidentally deaths. Aspirations could have similar clinical findings with other pediatric pulmonary problems. This may necessiate surgery. History takes a great role in diagnosis. An 11 years old patient admitted to the clinic with symptom of dyspnea persisting for one week. He was mildly cyanotic on physical examination. There was no spesific history for diagnosis. Chest x-ray showed a totally homogenous increased dansity at the left hemithorax and computed tomography revealed air bronchograms and cysts at left lung, there was a total consolidation like pneumonia and atelectatic parts. Diagnostic broncoscopy revealed a foreign body (olive pip) which was obstructed the left main bronchus. It was removed by means of broncoscope. In some cases, clinical and radiological findings can not have the utility of differentiating foreign body aspiration from other respiratory system diseases. If there is any suspicion, the patient should be evaluated promptly and systematically and treated as soon as possible by using a broncoscope before medical therapies.

8.
PULMONER LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİYOSİTOZİS: BİR OLGU SUNUMU
HISTIOCYTOSIS WITH PULMONARY LANGERHANS CELLS: A CASE REPORT
Emel BULCUN, Aydanur EKİCİ, Mehmet EKİCİ
Sayfalar 117 - 122
18 yaşında erkek hasta 1 yıldır nefes darlığı ve öksürük şikayeti ile kliniğimize geldi. 18 paket/ yıl sigara (aktif içici) öyküsü vardı. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografisinde (YÇBT); her iki akciğerde üst loblarda daha belirgin olan kistik görünümler, sağ üst lob, orta lob ve her iki alt lobda milimetrik nodüller izlendi. Hastanın semptomlarının hafif ve solunum fonksiyonlarının normal olması nedeni ile steroid tedavisi vermedik. Ancak hasta sigarayı bıraktı. Hastanın semptomları sigarayı bıraktıktan sonra geriledi. 6 yıl sonra çekilen toraks YÇBT'de her iki akciğerdeki yaygın kistik lezyonların ve nodüler görünümlerinin azaldığı izlendi. Biz de nadir bir hastalık olması nedeni ile olgumuzu burada sunduk.
An 18 year old male patient referred to our clinic with the complaints of breathlessness and cough for the last year. He had a smoking history of 18 package/year(current smoker). In high resolution computed tomography (HRCT), cystic apperances which were more marked in upper lobes, milimetric nodules in upper right lobe, middle lobe and both lower lobes were observed. We didn't treat with steroid because his symptoms are mild and his pulmonary functions are normal. However, patient stopped smoking. The symptoms regressed at patient who withdraw smoking. Six year later in the HRCT, nodular appearances and widepread cystic lesions were observed to decrease in both lungs. We presented our case here because of a rare disease.

9.
PULMONER MALTOMA
PULMONARY MALTOMA
Arzu Güler İZMİR, Serpil TEKGÜL, Emine AYSOY KARARMAZ, Emel PALA ÖZDEN, Enver YALNIZ, Naime TAŞDÖĞEN, Nur YÜCEL
Sayfalar 123 - 128
Kuru öksürük yakınmasıyla başvuran elliüç yaşında erkek hasta akciğer malignitesi ön tanısı ile kliniğimize yatırıldı. Fizik muayenesinde her iki hemitoraksta, alt zonlarda inspratuar raller mevcuttu, diğer sistem bakıları olağandı. Akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisinde (toraks BT) sağ akciğer orta lopta 2 cm çaplı, sınırları düzensiz, etrafında hava bronkogramları bulunan, yarı homojen dansite artımı ve bilateral multipl metastatik nodüller izlendi. Bronkoskopide endobronşiyal lezyon saptanmadı ve bronş aspirasyonu benign sitolojiydi. BT eşliğinde transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsisi sonucu kuşkulu sitoloji olarak raporlandı ve doku biyopsisi önerildi. BT eşliğinde tru-cut biyopsi ile lezyona ulaşılamaması üzerine açık akciğer biyopsisi uygulandı. Patolojik inceleme sonucu mukoza ile ilişkili lenfoma (MALT lenfoma/ MALToma) veya Psödolenfoma ayrımı tam olarak yapılamayan hastada immunohistokimyasal boyama yapıldı ve MALToma olarak rapor edildi. Hastada başka organ tutulumu saptanmadı. Hasta tedavi amaçlı hematoloji bölümüne sevk edildi. Literatürler gözden geçirildiğinde, pulmoner MALToman ın nadir görülmesi nedeniyle, bu olguyu sunmayı uygun bulduk.
A fifty- three year old man with nonproductive cough was referred to our clinic. Bilateral inspiratory crackles on inferior zones were found at the physical examination. In chest roentgenogram and torax computer tomography (torax CT), at the right middle lobe, a 2 cm sized, half-homogeneous density with irregular boundary and air bronchograms arround was seen and there were bilateral multiple metastatic nodules. Endobronchial lesion was not seen at the fiberoptic bronchoscopy and aspiration cytology was benign. Transtorasic fine niddle aspiration biopsy FNAB under CT showed suspicious cytology. As the lesion was not reached by CT associated tru-cut biopsy, open lung biopsy was made. The histopathology was mucosa associated lymphoid tissue lymphoma or Pseudolymphoma, after immunohistochemistry, it was reported as MALToma. Systemic screening revealed no other organ involvement. The patient was sent to hematology clinic for treatment. As this tumor type in the lung is relatively rare, we want to present this case.

10.
TORAKS DUVARINA İNVAZE BİR PULMONER AKTİNOMİKOZ: OLGU SUNUMU
A PULMONARY ACTINOMYCOSIS INVOLVING TO THE CHEST WALL: A CASE REPORT
İpek ÜNSAL, Ceyda ANAR, Hüseyin HALİLÇOLAR, Melih BÜYÜKŞİRİN, Nur YÜCEL, Erdal OZANTÜRK, Ayşe COŞKUN
Sayfalar 129 - 135
Pulmoner aktinomikoz tanısı klinik pratikte hala önemli bir sorundur. Otuz yıldır anti diyabetik tedavi kullanan 64 yaşındaki bayan hasta 2 aydır süre gelen öksürük, sol yan ağrısı, ateş yüksekliği yakınmaları ile kliniğimize başvurdu. Akciğer grafisinde sol akciğer alt zonda homojen dansite artışı izlendi. Toraks Bilgisayarlı tomografisinde sol akciğer linguler segment düzeyinde 3 santimetre boyutunda yumuşak doku lezyonu, plevrada kalınla şma saptandı. Fiberoptik bronkoskopik inceleme ve transbronşial biyopsi tanısal değildi. Tanısal amaçlı torakotomi ile hastaya pulmoner aktinomikoz tanısı kondu. Bu yazıda malignite şüphesi olan hastaların ayırıcı tanısında pulmoner aktinomikozun da bulunması gerektiği ve tanıya ulaşmanın zorlukları vurgulanmıştır.
The diagnosis of pulmonary actinomycosis is still a difficult problem in medical practice. A 64 year old female who had been using antidiyabetic drugs for 30 years was admitted to our hospital with complaints of cough, fever of two months duration. Chest radiography showed a lesion on the left hemithorax. Thorax CT revealed a soft tissue lesion in the left hemithorax of linguler segmentation which was dimension 3 cm and pleural thickness. Fiberoptic bronchoscopic examination and transbronchial biopsy were not diagnostic. The patient was diagnosed as pulmonary actinomycosis after diagnostic thoracotomy. In the present report, we concluded that pulmonary actinomycosis must be kept in mind in the differential diagnosis of the patients with the radiological findings of malignancy and also diffuculty of the diagnosis was emphasized.

LookUs & Online Makale