ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 24 (3)
Cilt: 24  Sayı: 3 - 2010
ORIGINAL ARTICLE
1.
PANDEMİK H1N1 İNFLUENZA İNFEKSIYONLU HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ VE KLİNİK BULGULARI
THE GENERAL FEATURES AND CLINICAL FINDINGS OF PATIENTS WITH PANDEMIC H1N1 INFLUENZA VIRUSE INFECTION
Gökhan PERİNCEK, Kemal AVŞAR, Şeref KUL
Sayfalar 141 - 146
Bu çalışmada; hastanemizde pandemik H1N1 influenza nedeniyle takip edilen hastaların klinik, radyolojik ve laboratuvar özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Kasım 2009 ile Aralık 2009 tarihlerini kapsayan dönemde acil servis, göğüs hastalıkları ve infeksiyon hastalıkları polikliniklerine başvuran, Sağlık Bakanlığı kriterlerine göre pandemik H1N1 influenza şüphesi ile kliniğimize yatırılan ve farinks sürüntü örneklerinde real-time reverse transkriptaz, polimeraz zincir reaksiyonu yöntemiyle H1N1 pozitifliği saptanan hastalar çalışmaya alındı. Hastaların laboratuar ve klinik bilgileri SPSS 15 programına yüklendi ve istatistiksel analizleri yapıldı. Yapmış olduğumuz çalışmaya 8'i erkek (%53.3), 7'si kadın (%46.7) toplam 15 hasta dahil edildi. Hastaların 4'ü yoğun bakımda takip edildi, bunlardan biri invaziv mekanik ventilatöre bağlandı. Hastaların 3'ü (%20) gebeydi. Hastaların %66'sında taşipne, %53'ünde dispne, %33'ünde burun akıntısı ve %100'ünde halsizlik şika yeti mevcuttu. Yapılan laboratuvar tetkiklerinde; hastaların %33'ünde hipoksi, %46'sında lökopeni ve trombositopeni, %20'sinde CRP yüksekliği, %46'sında akciğer grafisinde infiltrasyon saptandı. Yoğun bakımda takip edilen hastaların hepsinde lökopeni ve trombositopeni mevcuttu (p<0.05). Pandemik H1N1 influenza sıklıkla genç hastalarda görülmekle birlikte, hızla solunum yetmezliğine neden olabilmektedir. Bu nedenle hastaların yoğun bakım ihtiyacının olabileceği unutulmamalı ve erken dönemde antiviral tedaviye başlanılmalıdır.
In the study, it was aimed to evaluate the labaratory, clinical and radiological features of patients who were observed with the pandemic H1N1 influenza viruse infection in our hospital. Between November and December 2009, the patients, who have admitted to emergency, chest disease and infectious disease clinics and were hospitalized for suspect of the pandemic H1N1 Influenza Viruse infection according to the Ministry of Health Services criteria and established positive H1N1 viruse by real-time reverse transcriptase polymerase chain reaction test in pharyngeal swab samples, were included to the study. The laboratory and clinical data of patients was uploaded to SPSS 15 software and statistical analyse was performed. A total of 15 patients, in those 8 men (53.3%) and 7 women (46.7%), have been participated in the study. Four patients were observed in the intensive care unit and one of them was supported by invasive mechanical ventilator. Three patients (20%) were pregnant. 66% of patients had complained with tachypnea, 53% had dyspnea, 33% had nasal secretion, and 100% had fatigue. In the laboratory tests, 33% had hypoxia, 46% had leukopenia and thrombocytopenia, 20% had increased C-reactive protein and 26% of patients had infiltration on the chest roentgenography. All of the patients who were observed in the intensive care unit had leukopenia and thrombocytopenia (p<0.05). Pandemic H1N1 influenza infection is frequently seen in young people, however, it may cause respiratuar failure rapidly. Therefore, it mustn't be forgot that the patients may need intensive care unit and antiviral therapy must be started early period.

2.
OBSTRÜKTİF UYKU APNE SENDROMLU HASTALARDA MANUEL VE OTOMATİK CPAP TİTRASYONUNUN KAN GAZI DEĞERLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
THE EFFECT OF MANUEL AND AUTOMATIC CPAP TITRATION ON BLOOD GAS VALUES IN PATIENTS WITH OBTRUCTIVE SLEEP APNEA
Burak EŞKUT, Zeynep Zeren UÇAR, Günhan YAVAŞOĞLU, Cenk KIRAKLI, Nazif ÇALIŞ, Serir AKTOĞU ÖZDEN
Sayfalar 147 - 158
Otomatik pozitif hav a yolu basıncı (APAP) cihazları ile devamlı pozitif hava yolu basıncı (CPAP) arasında hasta başarı, apne-hipopne indeksi (AHI) ve kompliyans açısından özel durumlar dışında fark saptanmamıştır ancak aralarında maliyetyarar açısından ciddi farklar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı APAP cihazları ile manuel CPAP cihazlarının kan gazı, özellikle parsiyel karbondioksit basınçları üzerine etkilerini araştırmaktır. Uyku polikliniğine horlama, gece nefes darlığı, ve / veya tanıklı apne nedeniyle başvuran daha önce polisomnografi (PSG) tetkiki ile obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) tanısıyla CPAP endikasyonu alan 80 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar CPAP ve APAP titrasyonu yapılmak üzere randomize edilerek 40 kişilik 2 gruba ayrıldı. Manuel CPAP ve APAP titrasyonu sonrası gece boyunca gereken ortalama basınç, gecenin %90'ında gereken maksimum basınç (P%90) ve titrasyon öncesi ve sonrası kan gazı değerleri analiz edildi. CPAP ve APAP titrasyonları karşılaştırıldığında gecenin %90'nında gereken en yüksek basınç ve komplians açısından aralarında fark saptanmamıştır. CPAP ve APAP grupları titrasyon sonrası polisomnografi ve kan gazı değerleri açısından karşılaştırıldığında APAP grubunda AHI ve oksihemoglobin satürasyonunu %90'nın altında geçirdiği süre (T%90) değerlerinin daha düşük ve minimum oksihemoglobin değerinin daha yüksek olduğu, bunun dışında diğer kan gazı değerleri açısından fark olmadığı saptandı. Diğer çalışmalarla uyumlu şekilde bu çalışmada APAP cihazlarının CPAP cihazlarına komplians, uygulanan basınç düzeyleri ve uyku etkinliği ve uyku evreleri açısından bir üstünlük sağlamadı. Bildiğimiz kadarıyla literatürde ilk kez araştırılan APAP tedavisinin arteryal kan gazı değerleri üzerine etkisi CPAP tedavisinden farklı bulunmadı.
No difference was reported between automatic positive airway pressure (APAP) devices and manuel continious positive airway pressure (CPAP) devices according to apnea-hypopnea index (AHI) and compliance while there was significant differences in terms of cost and benefit. The aim of this study is to investigate the effect of APAP and manuel CPAP devices on blood gases and especially partial carbondioxide pressures. Patients who aplied to sleep outpatient clinic with snoring, shortness of breath at night and/or withnessed apnea were examined with Polisomnography (PSG). Eighty of the patients with obstructive sleep apnea (OSAS) who has CPAP endication were included in the study. Patients were randomised into two groups as manuel CPAP and APAP titration. Data of average pressure for all night, maximum pressure applied %90 of the night (P90%) and blood gases before and after CPAP and APAP titration were analysed. There was no difference between manuel CPAP and APAP titration in terms of the time spent oxyhemoglobin saturation below %90 (T%90) and compliance. Two groups were compared in terms of post titration polysomnography and arterial blood gas values; in APAP group AHI and P90% was lower and minimum oxyhemoglobin saturation was higher but there was no difference for other parameters of blood gases. APAP is not better then CPAP according to compliance, applied pressure levels sleep efficiency and sleep stages in this study like the other studies. To our knowledge this is the first study which investigate the effect of APAP on blood gas value is not different from CPAP treatment.

3.
İLERİ EVRE KOAH HASTALARINDA SOL VENTRİKÜL FONKSİYONLARININ EKOKARDİYOGRAFİ BULGULARI İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF ECHOCARDIOGRAPHY FINDINGS OF LEFT VENTRICLE FUNCTIONS IN ADVANCED COPD CASES
Melih BÜYÜKŞİRİN, Filiz GÜLDAVAL, Nigar DİRİCAN, Eylem YILDIRIM, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 159 - 64
KOAH hastalarında pulmoner hipertansiyon (PH) ve sağ kalp fonksiyonları sıkça değerlendirilmiş ancak sol ventrikül fonksiyonları üzerine çalışmalar daha az sayıdadır. KOAH ve solunum yetmezliği ile başvuran hastaların sol kalp fonksiyonları ekokardiyografi (EKO) ile değerlendirildi. KOAH ve solunum yetmezliği tanısı ile hastanede takip edilen 38 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 34'ü erkek, 4'ü kadın, yaş ortalaması 65 ± 9.9 yıl idi. Oguların hepsinde sigara içme öyküsü vardı. Hastalar klinik olarak stabil duruma gelince (yatışın ortalama olarak 5-7. günler) SFT, kan gazları ve 2 Boyutlu M-Mod EKO ile değerlendirildi. Hastaların dağılımı Kolmogorov Simirnov testi ile incelendi. Otuzsekiz hastanun 24'ünde (%63.15) Pulmoner hipertansiyon mevcuttu. 32 hastada (%84.2) sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu, 11 hastada (%29) sol ventrikül konsantrik hipertrofi saptandı. KOAH ve solunum yetmezliğinde sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu sık görülmektedir. Ek olarak kalp kapak hastalıklarının da bulunması takip ve tedaviyi etkilediğinden hastalar EKO ile değerlendirilmelidir.
In COPD cases, pulmonary hypertension (PH) and right heart functions have been frequently studied however, studies on the left ventricle functions have not been studied as extensively. 38 cases, who were followed at hospital with COPD and respiratory failure were included in this study. Of these cases, 34 were male and 4 were female, average age was 65±9.9 years. All cases were smokers. When the cases were clinically stabilized (average hospitalization 5-7 days), they were examined with pulmonary function test, blood gasses and 2 dimensional M-mod echocardiography. The outcomes were analyzed with a Kolmogorov Simirnov test. Of the 38 cases, 24 (63.1%) had pulmonary hypertension. 32 (84.2%) cases had left ventricle diastolic dysfunction and 11 (29%) cases had left ventricle concentrated hypertrophy. Left ventricle diastolic dysfunction is commonly seen in COPD and respiratory failure. Furthermore, as most of these cases also have heart valve diseases and these problems affect the diagnosis and treatment, all cases must be analyzed along with echocardiography.

4.
HEMODİYALİZE GİREN KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ OLGULARDA TÜBERKÜLİN DERİ TESTİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATING TUBERCULIN SKIN TEST IN CHRONIC RENAL FAILURE PATIENTS UNDERGOING HEMODIALYSIS
Pervaneh ŞEBER, Feride SAPMAZ, Nalan AKALIN
Sayfalar 165 - 171
Tüberküloz (tüberküloz) taramasında kullanılan tüberkülin deri testinin (TDT) hemodiyaliz (HD) uygulanan kronik böbrek yetmezlik (KBY)'li olgularda genel topluma göre yüksek oranda negatif bulunması, bu testin güvenirliliğini gölgelemektedir. Bu çalışmanın amacı; HD'e giren KBY'li olgularda, tüberküloz enfeksiyonu taranırken, TDT'nin değerlendirilmesi ve aynı zamanda BCG aşısı, HD süresi, hepatit markerleri ile TDT arasında korelasyon olup olmadığına bakılması idi. KBY'li 82 HD hastasına TDT yapıldı. Aynı zamanda BCG aşısı, HD süresi, hepatit markerlerine bakıldı. TDT olguların 38 (%46.3)'inde pozitif, 44 (%53.7) ise negatif olup, TDT'nin yalancı negatiflik oranı %53.7 olarak bulundu. BCG aşısı, hepatit taşıyıcılığı ve HD süreleri ile TDT arasında bir korelasyon tespit edilmedi KBY'li olgularda hücresel immünitedeki azalma nedeni anerjinin sık görülür. Bu nedenle TDT'nin yararı diğer çalışmalarda olduğu gibi bu çalışmada da tüberküloz infeksiyonu tanısında yetersiz olduğu düşünülmektedir.
Negative results of tuberculin skin test (TST) which used searching for tuberculosis in patients who require hemodialysis (HD) treatment because of chronic renal failure (CRF) make suspects about its safe. Aim of this study was evaluating TST and researching correlation between this test and BCG vaccination, HD period, hepatitis markers if there is any. TST were 82 HD patients CRF. At the same time, hepatitis markers were studied and HD period, BCG vaccination status were noted. TST is positive in 38 (%46.3) and negativite in 44 (%53.7). False negative ratio was %53.7. There was no corelation between BCG vaccination, hepatitis carrier, HD period TST. Anergia is common in patients with CRF, because of reduced cellular immunity. Because of, if it was thought that diagnostic value of TST is inadequate in diagnosis of tuberculosis in CRF patients which represent decreased cellular immunity and are frequently anergic, Conclusions: TST is insufficient in detecting tüberküloz infection which this is similar to other studies and also there is no correlation found between TST and BCG vaccination, hepatitis carriers and HD periods.

5.
EKSTRAPULMONER TÜBERKÜLOZDA CİNSİYET FARKLILIĞI
GENDER DIFFERENCES IN EXTRAPULMONARY TUBERCULOSIS
Dursun TATAR, Serpil ALPTEKİN, Mert AYDIN, İpek COŞKUNOL
Sayfalar 173 - 179
Ekstrapulmoner tüberkülozun (EPT) klinik görünümlerinde cinsiyet farklılığını araştırmak amaçlanmıştır. Ocak 2000-Ocak 2004 tarihleri arasında dispanserimizde tedavi ve izlemi yapılan 137 EPT'li olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Olgularımızın 71 (%51.82)'i erkek 66 (%48.17)'sı kadın olup, erkeklerin yaş ortalaması 35.25± 16.02, kadınların yaş ortalaması 38.95±17.82 idi. Her iki cinste de en sık görülen EPT formları plevra ve lenf bezi tüberkülozu iken, plevra tüberkülozu erkeklerde (%67.60-%40.90, p=0.002), lenf bezi tüberkülozu kadınlarda (%31.81-%11.26, p=0.017) daha yüksek oranlarda saptandı. Akciğer tüberkülozu birlikteliği erkeklerde daha fazlaydı (%21.21-%8.45). Her iki cinste en sık izlenen semptomlar gece terlemesi, öksürük ve göğüs ağrısı idi. Erkeklerde göğüs ağrısı (p=0.046) ve balgam çıkarma (p=0.021), kadınlarda lenfadenopatiye bağlı ele gelen şişlik (p=0.003) yakınması daha fazlaydı. Temas öyküsü kadınlarda (%27.27- %21.12), daha fazla iken, tüberküloz geçirme öyküsü yalnız erkeklerde (%8.45) vardı. Kadınlarda ve erkeklerde, EPT'nin klinik görünümlerinde belirgin farklılıklar vardı. Her iki cinste de plevra tüberkülozu en sık EPT formu iken lenf bezi tüberkülozu kadınlarda erkeklere göre yaklaşık üç kat fazla saptandı.
To e valuate gender differences in the clinical manifestations of extrapulmonary tuberculosis (EPT). Records of 137 cases with EPT reviewed retrospectively which were treated and followed up in our dispensary between January 2000- December 2003. 71 of our cases were male, 66 were female and the mean age was 35.25±16.02 in males and 38.95±17.82 in females. While the most common EPT forms were pleural and lymph node tuberculosis in both sexes, pleural tuberculosis was more in males (67.60%-40.90%, p=0.002), and lymph node tuberculosis was more in females (31.81%-11.26%, p=0.017). Accompanying lung tuberculosis was more in males (21.21%-8.45%). The most common symptoms in both sexes were night sweating, cough and chest pain. Chest pain (p=0.046) and sputum expectoration (p=0.021) were more in males, palpable lymphadenopathy(p=0.003) was more in females. While the history of contact was more in females, history of tuberculous disease was found only in males. There were significant clinical differences between females an d males. While the most common form of EPT was pleural tuberculosis in both genders, lymph node tuberculosis was found approximately three times more in females.

6.
HEMOTORAKS KOMPLİKASYONU İLE BAŞVURAN PLEVRANIN DEV SOLİTER FİBRÖZ TÜMÖRÜ
PLEURAL GIANT SOLITARY FIBROUS TUMOR THAT PRESENTED WITH HEMOTHORAX
Serdar ŞEN, Ekrem ŞENTÜRK, Salih ÇOKPINAR, Ertan YAMAN, İbrahim METEOĞLU
Sayfalar 181 - 184
Plevral soliter fibröz tümör (SFT) parietal ya da daha büyük oranda viseral plevranın submezenkimal hücrelerinden köken alan yavaş büyüyen intratorasik nadir bir neoplazmdır. Dispne ve ağrı şikayetleri ile başvuran 67 yaşındaki kadın hasta da akciğer grafisi ve torasentez ile masif hemotoraks tanısı kondu ve küçük çaplı kateter ile drene edildi. Ve hastanın toraks bilgisayarlı tomografisinde plevra ile ilişkili dev mediastinal kitle görüldü. Tümör operasyona alınarak, sol torakotomi ile eksize edildi. Makroskopik incelemede tümoral kitle 1650 gr, 20 x 10 x 12 cm ölçülerde, lastik kıvamlı, iyi sınırlı, lobuler konturluydu. Histopatolojik incelemede olguya plevral SFT tanısı kondu. Yazımızda hemotoraks komplikasyonu ile başvuran plevranın dev soliter fibröz tümörü olgusunu paylaşmak istedik.
Pleural Solitary Fibrous Tumor (SFT) is a rare and slow growing intrathoracic neoplasm which originates from submesenchymal cells of parietal or, more commonly, visceral pleura. A 67-year old woman presented with dyspnea and pain, x-ray and thoracentezis showed a massive hemothorax was drained by small boring catheter. And Computerized tomography (CT) showed a giant mediastinal mass connected to the pleura. The tumor was removed by left thoracotomy under the operation. Grossly, the tumor was lobulated, welldemarcated and mostly encapsulated. Its weight was 754 gr. and it measured 20x10x12 cm. The patient was diagnosed as pleural solitary fibrous tumor by hystopathologic examination. In this paper, a case of pleural giant solitary fibrous tumor was shared who presented with hemothorax.

7.
KOSTANIN DEV HÜCRELİ KEMİK TÜMÖRÜ: TOTAL EKSİZYON VE REKONSTRÜKSİYON PLAĞI İLE TORAKS DUVARI STABİLİZASYONU
GIANT CELL BONE TUMOUR OF RIB: TOTAL EXCISION AND STABILIZATION OF THORACIC DEFECT WITH RECONSTRUCTION PLAQUE
Ekrem SENTÜRK, Serdar ŞEN, Engin PABUŞÇU, Selda ŞEN, İbrahim METEOĞLU
Sayfalar 185 - 189
Dev hücreli tümörler kemiğin nadir görülen neoplazmlarındandır. Tüm kemik neoplazmlarının yaklaşık %5'ini oluştururlar ve sıklıkla uzun kemiklerin epifizleri etrafında görülürler. Genellikle soliter ve lokal olarak agresif olmalarına rağmen benign tümörler olarak kabul edilir ve nadiren multipl olabilir. Sadece %0.5-0.6'sı kostalarda ve genellikle posterior arkta lokalizedir. Sol üç ve dördüncü kosta anterior arkta dev hücreli tümörü olan ve total rezeksiyon sonrası, göğüs duvarındaki defektin, rekonstrüksiyon plağı ile stabilize edildiği 23 yaşında bir erkek olguyu sunuyoruz.
Giant cell tumors of the bone are rare neoplasms. And approximately 5% of all bone neoplasms and usually originates from the epiphysis of long bones. Only 0.5-0.6% of the giant cell tumor are located in the rib and usually located on posterior arc. Although rare, giant cell tumor should be considered in the differential diagnosis of the chest wall mass. Stabilization with reconstruction plaque of the is may be reasonable alternative chosen for big chest wall defect due to wide resections on the chest wall tumours. We report a case of the 23-years old man who was found to giant cell tumor originating from the anterior arc of the third and fourth ribs. The tumor and the surrounding chest wall were completely resected, and the chest wall defect was stabilized with reconstruction plaque.

8.
GEÇ TANI ALAN SWYER-JAMES-MACLEOD SENDROMU OLGUSU
DELAY IN DIAGNOSIS OF A CASE WITH SWYER-JAMES-MACLEOD SYNDROME
Evrim Eylem AKPINAR, Emel ÖZTÜRK, Esra BÜYÜK, Meral GÜLHAN
Sayfalar 191 - 195
Swyer-James-MacLeod sendromu (SJMS) akciğerin tamamında veya bir parçasında görülen tek taraflı saydamlık artışıyla karakterize nadir görülen bir hastalıktır. İlk kez 1953 yılında Swyer ve James tarafından tanımlanmış, daha sonra MacLeod tarafından detaylandırılmıştır. Çocuklukta geçirilen viral bronşiolit veya pnömoniye sekonder, edinsel gelişim gösterir. Semptomlar çoğunlukla tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları ile birlikte çocukluk döneminde başlar. Bronşektazisi az olan veya olmayan hastalar erişkin yaşa kadar tanı almayabilir. 54 y kadın hastanın 3 yıldır KOAH tanısı ile tedavi gören, efor dispnesi, öksürük, balgam, hışıltılı solunum yakınmaları varmış. Hastanın öyküsünde semptomların çocukluğundan beri olduğu son 10 yıldır arttığı öğrenildi. Solunum sistemi muayenesinde solda skapula altında inspiratuar ralleri vardı ve solunum sesleri azalmıştı. Akciğer grafisinde sol hilusda küçülme, sol orta ve alt zonda saydamlık artışı izlendi. Yüksek resolüsyonlu bilgisayarlı tomografide (YRBT) sol akciğerde vasküler dallanmada belirgin azalma buna bağlı diffüz havalanma artışı, bazal segmentlerde bronşektazi ile uyumlu bulgular saptandı. Hastanın d- dimer düzeyi ve alfa-1 antitripsin düzeyi normal sınırlardaydı. Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) sintigrafisi çekildi. Sol akciğerde lingulada ve alt lobda match defekt izlendi. V/Q sintigrafisi bulgularının da uyumlu olması ile SJMS tanısı konuldu. Havalanma artışının her zaman amfizem-KOAH anlamına gelmediği unutulmamalı, kronik pulmoner semptomları olan hastalar ileri yaşta da olsa ayırıcı tanıda SJMS akla getirilmelidir.
Swyer-James-MacLeod Syndrome (SJMS) is a rare condition characterized by unilateral hyperlucency of a part of or the entire lung which was first described in 1953 by Swyer and James and further detailed by MacLeod. It is considered to be an acquired disease secondary to viral bronchiolitis and pneumonitis in childhood. The onset of symptoms typically occurs during infancy or early childhood in association with frequent respiratory infections. Patients who have little or no bronchiectasis have minor symptoms or are asymptomatic and may, therefore, miss their diagnosis until adulthood. A 54 years-old female patient who was taking bronchodilator treatment for three years with the complaints of dyspnea on exertion, cough, sputum and wheezing, by diaognosis of chronic obstructive pulmonary disease (COPD). Carefull history showed that the symptoms had continuing since childhood and increased for 10 years. Physical exanination revealed inspratory crackles under scapula and breath sounds had decreased. Chest X-ray showed shrinking on left hilum, hyperlucency on left middle and lower zone. There was d istinctive decrease in vascular erbranching on left lung and diffuse increase in aeration, bronchiectasis on basal segments. The ddimer and alpha-1 antityripsin levels of patient were normal. Ventilation / perfusion (V/Q) scan was performed. Match defects were seen on lingula and left lower lobe of left. The patient was diagnosed as SJMS. It should not be forgotten that hyperlucency always did not means emphysema-COPD, in diferential diagnosis of patients with chronic pulmonary symptoms SJMS should be considered.

9.
ORAL KAVİTE TÜBERKÜLOZU: BİR OLGU SUNUMU
ORAL CAVITY TUBERCULOSIS: A CASE REPORT
Ahmet BİRCAN, İlkay YILMAZER, Özkan KILIÇ, Faika BÜYÜKVANLI
Sayfalar 197 - 202
Kutanöz tüberkülozun oldukça nadir bir formu olan orifisiyal tüberküloz, kutanöz tüberküloz olguları arasında % 2, tüberküloza ait tüm klinik formlar arasında ise %0.1 ile %1 oranında görülür. Primer oral tüberküloz lezyonları bölgesel lenfadenopati ile birlikte ağrısız ülserler şeklinde ve gençlerde meydana gelirken, sekonder formlar her yaşta görülebilir ve genellikle de akciğer tüberkülozu ile birliktedir. Burada 3 yıldır alt dudağındaki iyileşmeyen ülsere lezyona tanı konamamış 29 yaşındaki erkek hastadaki miliyer yayılım gösteren akciğer tüberkülozu ve sekonder oral kavite tüberkülozu güncel literatür eşliğinde sunulmuştur. Sonuç olarak, iyileşmeyen oral lezyonların ayırıcı tanısında oral kavite tüberkülozu akılda tutulmalı ve altta yatan bir akciğer tüberkülozunun varlığı araştırılmalıdır.
Orificial tu berculosis, a rare form of cutaneous tuberculosis, represents 2% of cutaneous tuberculosis and 0.1-1% of all clinical forms of tuberculosis. The primary form of oral tuberculosis presents as painless ulcer with regional lymphadenopathy at young patients whereas the secondary form occurs at every age and frequently presents with pulmonary tuberculosis. Here, a secondary form of oral cavity tuberculosis in association with miliary spread from pulmonary tuberculosis a 29 years old man had a non-healing ulcer on his lower lip which was not diagnosed for three years is presented in the view of literature. As a conclusion, oral cavity tuberculosis should be kept in mind in the differential diagnosis of non-healing oral lesions and the presence of pulmonary tuberculosis should be screened in such cases.

10.
İNFLUENZA A (H1N1) PNÖMONİSİ, DİFFÜZ ALVEOLAR HEMORAJİ: OLGU SUNUMU
INFLUENZA A (H1N1) PNEUMONIA, DIFFUSE ALVEOLAR HEMORRHAGE: CASE REPORT
Serdar BERK, Aslı BİNGÖL, Ömer Tamer DOĞAN, Sulhattin ARSLAN, Sefa Levent ÖZŞAHİN, Kürşat EPÖZTÜRK, İbrahim AKKURT
Sayfalar 203 - 207
Yirmi yedi yaşında bayan hasta ateş, öksürük, boğaz ağrısı, halsizlik ve nefes darlığı şikâyetleriyle hastanemize başvurdu. Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı akciğer tomografisinde her iki akciğerde diffüz mikronodüler infiltrasyonlar, alveolar patern ve buzlu cam opasiteleri izlendi. Hastan ın takibi esnasında trombosit sayısı, hemoglobin ve hematokrit seviyeleri düştü. Nazal sürünt üden yapılan PCR testi sonucunda influenza A (H1N1) pozitif saptandı. Hasta bu bulgularla influenza A (H1N1) pnömonisi, diffüz alveolar hemoraji tanısı aldı ve oseltamivir, metilprednizolon, tedavisi uygulandı. Medikal tedavi ile semptomlarda ve akciğer grafisindeki infiltrasyonlarda belirgin düzelme gözlendi. Özet olarak influenza A (H1N1) virusu pnömoni, diffüz alveolar hemoraji ve solunum yetmezliğine neden olabilir. Erken tanı ve uygun tedavi ile bu komplikasyonlar düzelebilir.
A 27-year-old woman presented to our hospital with fever, cough, sore throat, fatigue and shortness of breath. High resolution chest CT at admission showed diffuse micronodular infiltrations, alveolar pattern and ground-glass opacifications in both of the lungs. Platelet count, hemoglobin and hematocrit levels decreased during the follow-up of the patient. PCR test revealed positive result for novel influenza A (H1N1) in nasal and swab. According to these findings, she was diagnosed to have novel influenza A (H1N1) pneumonia and diffuse alveolar hemorrhage, and treated with oseltamivir and metilprednisolone. After the medical treatment, the symptoms and infiltrations on chest radiograph improved. To sum up, influenza A (H1N1) virus can cause pneumonia, diffuse alveolar hemorrhage and respiratory failure. Early diagnosis and appropriate therapy can treat these complications.

LookUs & Online Makale