ISSN: 1300-4115
İzmir Göğüs Hastanesi Dergisi - Göğüs Hastanesi Dergisi: 24 (1)
Cilt: 24  Sayı: 1 - 2010
ORIGINAL ARTICLE
1.
KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ BAŞLANGIÇ EVRELEMESİNDE KLİNİK DEĞERLENDİRME VE LABORATUVAR İLİŞKİSİ
THE CORRELATION OF CLINICAL JUDGEMENT AND LABORATORY ASSESSMENT IN THE INITIAL STAGING OF NONSMALL CELL LUNG CANCER
Tuba ÇINAR, Ceyda ANAR, İpek ÜNSAL, Ufuk YILMAZ, Erdal OZANTÜRK, Hüseyin HALİLÇOLAR
Sayfalar 1 - 13
Küçük hücre dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısı alan hastalarda epidemiyolojik, klinik, laboratuar, görüntüleme bulgularının, ileri evreyi ve metastaz varlığını öngörmedeki değerinin araştırılması amaçlanmıştır. Araştırma, Ocak 2006 ve Mart 2007 tarihleri arasında KHDAK tanısı alan 112'si erkek, 8'i kadın olmak üzere toplam 120 hasta ile gerçekleştirildi. Hastaların organa spesifik bulguları ve organ spesifik olmayan bulguları sorgulandı. Hastaların TNM evresi; kontrastlı toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) ve fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile, uluslararası TNM evreleme sistemi kullanılarak belirlendi. Uzak organ metastaz taraması beyin BT, kemik sintigrafisi ve batın ultrasonografisi (USG) ile yapıldı. Histopatolojik alt tip ve ECOG performans skoru ile ileri evre arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Organ spesifik semptomlardan herhangi biri ile ke mik ve beyin metastazı arasında istatistiksel olarak anlamlılık bulunurken, karaciğer metastazı arasında ise anlamlı bir fark saptanmadı. Nonspesifik semptom ve bulgulardan herhangi biri ile (ses kısıklığı, vena kava süperior sendromu (VCSS), hipoalbuminemi, anemi, trombositoz) sırasıyla kemik, karaciğer, beyin metastazı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. T3-4 faktörü ile kemik, beyin, karaciğer metastazı arasında sayısal olarak anlamlılık bulunurken istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı N1-2-3 faktörü ile kemik, beyin, karaciğer metastazı arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı ancak N2 grubunda metastaz sayılarının daha fazla olduğu görüldü. T ve N grupları herhangi bir organ metastazı açısından değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç olarak KHDAK hastalarında ileri evreyi öngören belirgin nonspesifik semptom ve bulgu saptanmamasına rağmen, özellikle organ spesifik semptom ve bulguların değerlendirilmesinin, metastazları öngörmede yardımcı olabileceği görülmüştür ancak bu konuda, daha geniş hasta grupları ile yapılacak, daha fazla sayıda prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
The objective of this study was to assess the value of clinical, laboratory, and radiological findings in predicting progressive and metastatic disease in patients with non-small cell lung cancer. We designed a prospective study including 120 patients (112 male, 8 female) followed between January 2006 and March 2007. Clinical organ specific symptoms and nonspecific symptoms were evaluated. TNM staging was performed by international TNM staging system, using thoracic computed tomography, bronchoscopy and PET/CT, when necessary. Distant metastasis were detected by brain/abdominal computed tomography, bone scintigraphy, and abdominal ultrasonography. There was no statistical difference between progressive disease and histological subtypes. Eastern Cooperative Oncology Group Performance States (ECOG, PS) also did not show significant difference in relation to progressive disease (p>0.05). Organ specific symptoms were significantly correlated with bone (p=0.01) and brain metastasis (p=0.01), whereas there was no relation with liver metastasis (p=1). There was also no significant relation between organ metastasis and nonspecific symptoms and findings such as VCSS, hypoalbuminemia, anemia and thrombocytosis. There was no statistically difference in bone, brain and liver metastasis between two groups, when T1 and T2 are grouped as one, and T3 and T4 are grouped as the other. The results were the same regarding the lymph node involvement, namely N1, N2 and N3. Determination of organ specific symptoms and findings might have predictive value in the evaluation of metastases in patients with nonsmall cell lung cancer. Further prospective studies with a larger group of patients are needed.

2.
AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA HEPATİT C VİRÜSÜ PREVALANSI
THE PREVALANCE OF HEPATITIS C VIRUS IN PATIENTS WITH LUNG CANCER
Günseli BALCI, Nurcan KURTUL, Şevket DERELİ, Rıfat ÖZACAR
Sayfalar 15 - 19
Onkogenezis, çevresel, genetik ve enfeksiyöz faktörlerin rol oynadığı multifaktöriyel bir olaydır. %15 kanser olgusunda belirli virüslerin muhtemel rolü olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda akciğer kanserli hastalarda HCV enfeksiyonu sıklığı araştırıldı. Ocak 2005-Mayıs 2005 tarihleri arasında hastanemizde akciğer kanseri tanısı alan 100 olguda anti-HCV pozitifliği araştırıldı. Kontrol grubu olarak 40 sağlıklı birey alındı. Akciğer kanserli 93'ü erkek, 7'si kadın olgunun yaş ortalaması 62.8 idi.100 olgudan 7'sinde anti-HCV pozitifliği saptandı. Kontrol grubunda ise 40 olgudan 2'sinde pozitiflik elde edildi. Akciğer kanserli olgularda anti-HCV pozitifliği kontrol grubuna göre daha fazla bulundu. Ancak bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05). AntiHCV pozitif olan grupta anti-HCV negatif gruba oranla kan transfüzyonu (%14.3- %22.6) ve operasyon öyküsüne (%28.6-%36.6) daha az rastlandı. Anti-HCV pozitif olgularda hepatit öyküsü ve alanin transaminaz yüksekliğine daha sık rastlandı. Her iki grup arasında operasyon, transfüzyon ve hepatit öyküsü açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Anti-HCV pozitifliği olan 7 olgudan 1'i (%14.3) küçük hücreli akciğer kanseri, 3'ü (%42.9) küçük hücreli dışı kanser, 2'si(%28.6) adeno kanser, 1'i(%14.3) skuamöz hücreli akciğer kanseri idi. Tüm bu kanser tipleri arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Çalışmamızda sonuçlarımız akciğer kanserli olguların HCV enfeksiyonuna duyarlı olduğunu göstermekle birlikte, HCV enfeksiyonu ve akciğer kanseri arasında nedensel bir ilişki kurmak için yeterli değildir. Prospektif ve daha geniş olgu gruplarını içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.
The aim of the study was to evaluate the frequency of HCV infection in patients with lung cancer. We studied the prevalance of anti-HCV positivity in 100 lung cancer patients and 40 healthy individuals in our hospital between January 2005-May 2005. The mean age of 100 lung cancer patients (93 males,7 females)was 62.8 years. Of the 100 patients,7 (7%) were positive for anti-HCV. In healthy controls, anti-HCV antibodies were positive in 2 patients (5%). The prevalance of anti-HCV positivity in patients with lung cancer was higher than patients with healthy individuals but the differences were not statistically significant (P>0.05). The history of blood transfusion (14.3%-22.6%) and operation (28.6%-36.6%) were less frequent in the group with HCV antibody compared to the group without HCV antibody.The frequency of elevated alanine aminotransferase and history of hepatitis was higher in anti-HCV positive patients, but the differences were not statistically significant (p>0.05). The histopathologic diagnosis of the 7 patients with positive anti-HCV antibodies was small cell cancer in 1 (14.3%), nonsmall cell cancer in 3 (42.9%), adenocancer in 2(28.6%), squamous cell cancer in 1 (14.3%) case. There were not statistically significant difference between lung cancer types (p>0.05). Our results indicate that cancer patients are vulnerable to HCV infection. But are not contribute the documentation of a possible relationship between lung cancer and HCV infection. There is a need for further prospective and more studies on large numbers of patients.

3.
PULMONER TROMBOEMBOLİ OLGULARININ KLİNİK, KAN GAZI, RADYOLOJİK, SİNTİGRAFİK VE ULTRASONOGRAFİK ÖZELLİKLERİNİN RETROSPEKTİF İNCELEMESİ
RETROSPECTIVE ANALYSIS OF CLINICAL, BLOOD GASSES, RADIOLOGIC, SCINTIGRAPHIC AND ULTRASONOGRAPHIC FEATURES OF PULMONARY THROMBOEMBOLISM PATIENTS
Emel TELLİOĞLU, Özlem ŞENGÖREN, Rıfat ÖZACAR
Sayfalar 21 - 28
Pulmoner tromboemboli (PTE) olgularımızın klinik özellikleri, laboratuar, radyolojik bulgularının incelenmesi amaçlandı. Ocak 2007-Kasım 2008 tarihleri arasındaki PTE olguları retrospektif değerlendirildi. Kliniğimizde 26'sı kadın, 39'u erkek olmak üzere yaş ortalamaları 54.49±17.8 olan toplam 65 olgu takip edildi. En sık görülen belirti olan nefes darlığını (%70.8) göğüs ağrısı (%46.2) ve hemoptizi (%13.8) izliyordu. Kan gazı ölçümü yapılan 59 hastanın 49 (%75.4)'unda hipoksi, 33 (%50.8)' unda hipokapni, 23' ünde (%38.9) respiratuvar alkaloz ve 18'inde (%27.7) de solunum yetmezli ği saptandı. Pulmoner tromboemboli tanısı 15 hastada sadece toraks anjioBT ile ve 10 hastada da sadece ventilasyon perfüzyon sintigrafisi ile kondu. 14 hastada ise toraks anjioBT ile sintigrafi bulguları birbirini desteklemekteydi. AnjioBT çekilen 58 (%89.2) hastanın 20'\\\sinde ana pulmoner arterlerde (14'ünde unilateral, 6 hastada bilateral), 17 hastada lober/segmenter arterlerde, 7 hastada da hem ana pulmoner arterlerde hem de lober/segmenter arterlerde dolma defekti bulundu. Ventilasyon/perfüzyon sintigrafisi çekilen 32 hastanın (%49,2) 28\\\'inde segmenter ve/veya subsegmenter düzeyde perfüzyon defekti bulundu. Alt ekstremite venöz Doppler USG yapılan 50 hastanın 23ünde ultrasonografide patoloji saptandı DVT bulgularının dokuzu akut, 12'si subakut, biri de kronik aşamadaydı. Ekokardiyografi yapılan yedi hastanın sadece üçünde sağ kalp yüklenme bulguları ve pulmoner hipertansiyon bulundu. Önceki çalışmalardan daha küçük yaş ortalaması saptandı. Erkek hastalarımızın sayısı kadınlardan daha fazlaydı. Lökositozlu hasta oranı, önceki çalışmalardan daha fazlaydı. Hipoksi ve hipokarbi uyarıcı kan gazı bulguları idi. Toraks anjio- BT'nin tek başına PTE tanısında kullanılabildiği olgular genellikle ana pulmoner arterlerde ve/ veya ilk damarsal dallanma bölgesinde PTE meydana gelen hastalardı. Alt ekstremite venöz Doppler USG, PTE tanısında yararlı bir yöntemdi.
Clinical, la boratory and radiological features of pulmonary thromboembolism (PTE) cases are presented. PTE cases in January 2007-November 2008 period were assessed retrospectively. In 65 patients (26 female, 39 male) (mean age 54.49±17.8), the most common symptom was dyspnea (70,8%). Chest pain (46.2%) and hemoptysis (13.8%) were other common syptoms. Among 59 patients, 49 (75.4%) had hypoxia, 33 (50.8%) hypocapnia, 23 (38.9%) respiratory alcalosis and 18 (27.7%) had respiratory insufficiency. 15 was diagnosed by only thorax CT and 19 were diagnosed by scanning. Thorax angioCT and scintigraphy supported each other in 14. AngioCT were performed in 58 (89.2%). 20 had defects in main pulmonary arteries(14 had unilateral and 6 had bilateral), 17 had defects in lobar/segmenter arteries and 7 had kardiodefects in both main and lobar/segmenter arteries. Segmentary and/or subsegmentary perfusion defects were detected in 28 (49.2%) of 32 patients assessed with lung scans. 23 of 50 patients assessed with lower extremity venous Doppler ultrasonography had pathological findings. Nine of DVT's were acute, 12 were subacute, one was in chronical state. Among seven patients with echocardiography, only three had right ventricular strain and pulmonary hypertension. Our patients were younger. Male patients were more than women. Leucocytosis ratio was more in our patients. Hypoxia and hypocarbia were alarming blood gas values. Thorax angioCT alone could be used in PTE patients with thrombosis in main pulmonary arteries and/or in first branching region of pulmonary arteries. Lower extremity venous Doppler USG was a useful method in PTE diagnosis.

4.
DİFFÜZ AKCİĞER HASTALIĞI OLAN HASTALARIN KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TANI İÇİN KULLANILAN YÖNTEMLER
CLINICAL FEATURES AND DIAGNOSTIC METHODS USED IN DIFFUSE PULMONARY DISEASE PATIENTS
Emel TELLİOĞLU, Zeynep Münteha BAŞER, Şevket DERELİ, Rıfat ÖZACAR
Sayfalar 29 - 36
Diffüz akciğer hastalığı tanısı alan 39 olgu retrospektif olarak incelendi. Hastalarımızın median yaşı 60 yıl (21-84), kadın/erkek oranı 10/29 idi. 25 hastada idiopatik pulmoner fibrozis (İPF), 7 hastada sarkoidozis, birer hastada ise diğer (asbestozis, silikozis, skleroderma, kollajen doku hastalığı, BOOP, konjestif kalp yetmezliği ve kronik eozinofilik pnömoni) nedenler bulundu. Ortalama 16.8±20 paket-yıl sigara öyküsü bulunuyordu. Ortalama semptom süresi 138.47±167 haftaydı. (İPF'de 160, sarkoidoziste 60, diğer nedenlerde 144 hafta) İPF'li hastaların 20'sinde (%80) selofan raller duyulurken sadece birinde (%5) çomak parmak bulundu. İPF'li hastalarda öksürük (%80) ve nefes darlığı (%76) yakınmaları daha sık görülürken sarkoidozlu hastalarda halsizlik, kilo kaybı gibi konstitüsyonel belirtiler (%42) daha sık izlendi. İPF'li hastaların akciğer radyogramı ve toraks YRBT bulguları (buzlu cam, bal peteği akciğer, plevral kalınlaşma, lenfadenopati, parankimal nodül) daha zengindi. Spirometri ölçümleri tüm gruplarda restriktif akciğer hastalığı ile uyumluydu. Sonuç olarak; İPFli hastalarımızın yaş ortalaması önceki çalışmalarla uyumlu bulundu. Özellikle 20-29 yaş grubunda daha sık görüldüğü bild irilen sarkoidozda hastaların yaş ortalaması 38 bulundu. Çalışmamızda İPF ve sarkoidoz daha çok erkeklerde bulundu. Önceki çalışmalarda sarkoidozun kadınlarda daha fazla olduğu bildirilmişti. İPF'li hastalar sarkoidozlu hastalardan daha yüklü sigara öyküsüne sahipti. İPF'li hastalarda fibrozis daha fazla olduğu için, dispnenin daha sık görülmesi, beklenen bir bulguydu. DAH'da öksürük sık görülen bir belirtiydi. İPF hastalarımızın tanısı bildirilen yayınlara uygun oranda histolojik incelemeyle konmuştu. Ancak tüberküloz, lenfoma, malignite gibi başka hastalıklarla karışabilecek hastalarda histolojik tanı gerekmektedir.
39 pati ents with diffuse pulmonary disease (DPD) were analyzed retrospectively. Median age was 60 (21-84), (female/male ratio: 10/29). 25 patients had idiopathic pulmonary fibrosis(IPF), 7 had sarcoidosis and remaining had other diseases (asbestosis, silicosis, scleroderma, collagenosis, BOOP, congestive heart failure and chronic eosinophilic pneumonia). They smoked 16.8±20 pack years. Mean symptom duration was 138.47 ±167 weeks. (160 weeks in IPF, 60 weeks in sarcoidosis and 144 weeks in others) Crackles were heard in 20 (80%) of IPF, only one (5%) had clubbing. Cough (80%) and dyspnea (76%) were more often in IPF; constitutional symptoms such as fatigue and weight loss (42%) were more often in sarcoidosis. Chest X-ray and thorax HRCT findings (ground glass,honeycombing, pleural thickening, lymphadenopathy, parenchymal nodules) of IPF were more various. Spirometries were compatible with restrictive pulmonary disease in each group. In conclusion; median age of IPF patients was compatible with previous studies. In sarcoidosis patients, who had been reported to be frequent in 20-29 age, mean age was 38. IPF and sarcoidosis were more in males; however sarcoidosis had been reported to be more in females. IPF had heavier smoking history than sarcoidosis. Because fibrosis was more in IPF, dyspnea was frequent. Cough was more in DPD. Our study and previous studies showed similar ratios of histological diagnosis in IPF. Histological diagnosis should be obtained in patients who could be confused with other diseases, such as tuberculosis, lymphoma or malignancy.

5.
TANISAL MEDİASTİNOSKOPİ: 145 OLGUNUN ANALİZİ
THE RESULTS OF DIAGNOSTIC MEDIASTINOSCOPY: ANALYSES OF 145 CASES
Atilla PEKÇOLAKLAR, Necati ÇİTAK, Muzaffer METİN, Adnan SAYAR, Alper ÇELİKTEN, Abdülaziz KÖK, Atilla GÜRSES
Sayfalar 37 - 43
Bu çalışmada, diğer tanısal yöntemlerle tanı konulamamış mediastinal lenfadenomegali veya mediastinal lezyonu bulunan 145 olguda mediastinoskopik girişimin tanısal etkinliği retrospektif olarak incelendi. Ocak 2000?Mart 2008 tarihleri arasında mediastinal kitle veya multipl mediastinal lenfadenomegali tanısıyla 145 olguya (74 erkek, 71 kadın; yaş ort. 42.6; dağılım 17-78) genel anestezi altında, standart servikal yaklaşımla, mediastinoskopi veya videomediastinoskopi uygulandı. Diğer noninvaziv ve invaziv yöntemlerle tanı konulamayan 145 olgunun 124 sında (%85.5) mediastinoskopi ile tanı konuldu. Histopatolojik incelemede, 64 olguda (%44.1) kronik granülomat öz lenfadenit, 25 olguda (%17.2) nonnekrotizan granülomatöz lenfadenit, 21 olguda (%14.4) reaktif lenf nodu hiperplazisi, 14 olguda (%9.6) metastatik lenf nodu, 12 olguda (%8,2) lenfoma, 6 olguda (%4.1) küçük hücreli akciğer kanseri (1 tanesi kitleden örnekleme), 2 olguda (%1.3) timoma, 1 olguda (%0.6) atipik karsinoid tümör (kitleden örnekleme) saptandı. Çalışmamız, noninvaziv ve invaziv yöntemlerle tanısı konulamayan mediastinal lenfadenopatilerde veya mediastinal solid kitlelerde, mediastinoskopinin, etkili bir tanısal yöntem olduğu yönündeki görüşleri desteklemektedir.
One hundred forty five patie nts with mediastinal lesions which could not be diagnosed with other diagnostic techniques, have been retrospectively rewieved in order to retrospectively evaluate the results of diagnosis objected mediastinoscopy. One hundred forty five patients (74 males, 71 females; mean age 42.6 years; range 17 to 78 years) with mediastinal mass underwent diagnostic mediastinoscopy under general anesthesia by the same surgical team by standard cervical approach, between Jan 2000 and March 2008. According to the histopathological examination, 64 patients (44.1%) had chronic granulomatous, 25 patients (17.2%) had non-necrotizing granulomatous, 21 patients (14.4%) had reactive lymph node hyperplasia, 14 patients (9.6%) had metastatic disease, 12 patients (8.2%) had lymphoma, 6 patients (4.1%) had metastatic lymph node due to small cell ca, 2 patients (1.3%) had thymoma and 1 patients (0.6%) had atypic carcinoid tumour. Our results support the view that mediastinoscopy is a useful method in patients with mediastinal lesions which could not be diagnosed with less invasive or non-invasive diagnostic techniques.

6.
KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ İLE LAMBERT-EATON MİYASTENİK SENDROMU BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU
SMALL CELL LUNG CANCER WITH LAMBERT-EATON MYASTENIC SYNDROME: A CASE REPORT
Şule GÜL, Erdoğan ÇETİNKAYA, Güler ÖZGÜL, Atayla GENÇOĞLU, Ertan ÇAM
Sayfalar 45 - 48
Lambert Eaton Miyastenik Sendrom (LEMS), presinaptik terminaldeki P/Q tip voltaja bağımlı kalsiyum kanallarına (VGCC) karşı oluşan otoantikorların sorumlu olduğu bir otoimmun kas sinir kavşağı hastalığıdır. Ender rastlanan bir hastalık olan LEMS daha çok 40 yaşın üzerinde başlar. Olguların % 50’sinde küçük hücreli akciğer kanseri ile birliktelik saptanmıştır. 48 yaşında erkek hasta kliniğimize Lambert-Eaton Myastenik Sendrom tanısı ile başvurdu. Toraks BT'de sağ hiler bölgede yumuşak doku kitlesi mevcuttu. Konveks problu endobronşiyal ultrasonografi ile kitleden transbronşial iğne aspirasyonu yapıldı. Patoloji sonucu küçük hücreli akciğer karsinomu olarak raporlandı. Kemoterapi ve radyoterapi tedavileri başlanan hasta 1. yılında takibimiz altındadır. Olgu nadir görülmesi nedeni ile sunuldu.
Lambert Eaton Myastenic Syndrome (LEMS), is an autoimmune neuromuscular junction disease which is responsible from autoantibodies against the presynaptic terminal P / Q type of voltage dependent calcium channel (VGCC). LEMS is a rare disease and starts more over 40 years of age. 50% of patients with small cell lung cancer were found together. 48 years old male patient applied to our clinic with a diagnosis of of Lambert-Eaton myasthenic syndrome.Right hilar soft tissue mass was presented on thorax CT. Transbronşial needle aspiration was performed from mass with endobronchial ultrasonography with convex probe. Pathology result was reported as small cell lung carcinoma. Patient that has chemotherapy and radiotherapy treatments is in our follow-up at his first year. Was presented because of rare case.

7.
PERİKARDİYAL EFFÜZYONLA SEYREDEN BİR CHURG STRAUSS SENDROMU OLGUSU
A CASE OF CHURG-STRAUSS SYNDROME WITH PERICARDIAL EFFUSION
Ömer Tamer DOĞAN, Serdar BERK, Gonca ÖZYOL, Öznur ABADOĞLU, Sefa Levent ÖZŞAHİN, Sulhattin ARSLAN, İbrahim AKKURT
Sayfalar 49 - 54
Churg-Strauss Sendromu (CSS); astım, eozinofili, küçük ve orta çaplı damarların inflamasyonu ile karakterize nadir görülen sistemik bir hastalıktır. Bu yazıda nefes darlığı, öksürük yakınmaları ile başvuran, astım, perikardiyal effüzyon ve eozinofili saptanan CSS olgusu sunulmuştur. 50 yaşında erkek hasta bir yıldır olan nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük, balgam yakınması ile başvurdu. Hastanın solunum fonksiyon testlerinde orta derecede reversibl hava akımı obstr üksiyonu saptandı. Transtorasik ekokardiyografisinde perikardiyal effüzyon, periferik kanda ve bronş lavajında eozinofili saptandı. Akciğer grafisinde gezici infiltratlar izlendi. Bu bulgularla hastaya CSS tanısı kondu. Hastaya prednizolon tedavisi uygulandı. Tedavi ile belirgin klinik ve radyolojik iyileşme gözlendi.
Churg-Strauss Syndrome (CSS) is a rare systemic disease characterized by asthma, eosinophilia and inflammation of small to medium sized blood vessels. This paper reports a patient who presented with dyspnea and cough, and who was diagnosed as asthma, pericardial effusion and eosinophilia. 50 year old male patient was admitted with dyspnea, chest pain, cough and sputum complaints for one year. Pulmonary function tests detected moderate reversible airflow obstruction. Transthoracic echocardiography revealed pericardial effusion. Eosinophilia was detected in both peripheric blood count and bronchial lavage. There were transient pulmonary infiltrates on chest X-ray. It was finally diagnosed as Churg-Strauss Syndrome with these findings. Corticosteroid therapy was performed. Clinical and radiological symptoms were improved with this treatment.

8.
SPONTAN PNÖMOPERIKARDIYUM: OLGU SUNUMU
SPONTANEOUS PNEUMOPERICARDIUM: A CASE REPORT
Bilge ÜZMEZOĞLU, Ebru ÇAKIR EDİS, Osman N. HATİPOĞLU, Bilkay SEREZ, Y. Altemur KARAMUSTAFAOĞLU, Meryem AKTÖZ, Ercüment ÜNLÜ
Sayfalar 55 - 58
Pnömoperikardiyum, perikard içinde hava bulunması olup pek çok farklı nedene sekonder gelişebilmektedir. Etiyolojide en sık neden travma, ikinci sıklıkta komşu organ hastalıklarının perikardı etkilemesi gelir. Travma veya cerrahi dışında spontan gelişmesi çok enderdir. Tamponada neden olabilmesi ve mortal seyredebilmesi nedeniyle yakın takip edilmesi gereken bir tablodur. Halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, kilo kaybı, nadiren pembe renkte balgam çıkarma, gece terlemesi ve çarpıntı yakınması ile gelen erkek hastada, radyolojik görüntüleme ile pnömoperikardiyum ve minimal pnömomediastinum saptandı. Öncesinde travma veya cerrahi hikayesi olmayan hastanın etyolojisine yönelik yapılan tetkiklerinde patoloji saptanmadı. Bu olgu bildirisinde spontan pnömoperikardiyumlu bir vakanın sunulması ve olası spontan pnömoperikardiyum nedenlerini literatür ışığında tartışmayı amaçladık.
Pneumopericardium is a condition of having air inside pericard and it may develop as to the several secondary causes. The most ethiological cause is trauma, secondarily there comes the effect of the neighbouring organsÕ diseases to the pericard. Spontan development is very rare except trauma and surgical procedure. Because it causes tamponad and it is mortal, it must be monitorised. Pneumopericardium and minimal pneumomediastinium have been diagnosed radiologicaly at a patient who applied to the hospital with some complaints as weakness, fatigue, anorexia, loss of weight, rarely pink sputum, night sweating and palpitation. There was no trauma or surgical procedure history beforehand. We havenÕt diagnosed any patologia belonging to ethiology. The aim of this case report, we want to present a patient with spontaneous pneumopericardium and discuss spontaneous pneumopericardium reasons with literatures.

9.
ÖLÜMCÜL BİR HEMOTORAKS NEDENİ: RÜPTÜRE AORTA DİSEKSİYONU
A MORTAL CAUSE FOR HEMOTHORAX: RUPTURED AORTIC DISSECTION
Gökhan PERİNCEK, Turan EGE, İbrahim KARA
Sayfalar 59 - 63
Hemotoraks; sıklıkla travma öyküsü ile gelen hastalarda gözlenmekle birlikte nadir olarak da torasik aort diseksiyonunun rüptürü sonrasında görülür. 51 yaşında erkek hasta bacaklarda güçsüzlük şikayeti ile başvurduğu sağlık kuruluşunda tetkik edilirken ani gelişen nefes darlığı, göğüs ağrısı şikayeti olması üzerine acil servisimize sevk edilmiş. Acil serviste değerlendirilen hastada çekilen postero-anterior akciğer grafisi ve yapılan fizik muayene sonrasında sol hemitoraksta plevral efüzyon saptanması üzerine torasentez yapıldı. Torasentez sıvısında; plevra sıvı hematokriti/kan hematokriti oranı 0.5'ten büyük olması nedeniyle hemotoraks tanısı kondu. Travma öyküsü olmayan hastaya çekilen toraks Bilgisayarlı Tomografi'de rüptüre torasik aorta diseksiyonu saptandı. Acil operasyona alınan hasta operasyon esnasında eksitus oldu.
Hemothorax is often observed in patients presenting with a traumatic history and rarely after thoracic aortic dissection ruptured. A 51- year-old male patient presented to a hospital with debility in legs. Due to sudden dyspnea, chest pain he was sent to our emergency room. The posterior anterior lung X-ray and physical examination revealed pleural effusion in the left hemithorax so thoracentesis was performed. The pleural fluid hematocrit/blood hematocrit rate was higher than 0.5. Hemothorax was diagnosed. He did not have a traumatic history. His thoracic BT revealed ruptured thoracic aortic dissection. He was operated immediately, but he became exitus during the operation.

10.
HEMATOLOJİK MALİGNİTELİ HASTALARDA GÖRÜLEBİLEN AKCİĞER KOMPLİKASYONLARINA YAKLAŞIM
MANAGEMENT OF PULMONARY COMPLICATIONS THAT CAN BE OCCURED AMONG THE PATIENTS WITH HEMATOLOGIC MALIGNANCY
Emel GÖNÜLLÜ, Özgür MEHTAP, Hakan KESKİ, Abdullah HACIHANEFİOĞLU, Birsen MUTLU
Sayfalar 65 - 70
Hematolojik maligniteli hastalarda genel olarak morbidite ve mortalitenin en önemli nedeni enfeksiyonlardır. Hematolojik malignitelerde ciddi enfeksiyonlara neden olan en sık risk faktörü, sitotoksik kemoterapiye bağlı nötropenidir. Nötropenik hastalarda pulmoner infiltrasyonlar çok sık görülmektedir ve ciddi komplikasyonlara yol açmaktadırlar. Nötropenik hastalarda görülen akciğer infiltrasyonu sıklıkla fungal enfeksiyonlara atfedilir fakat bu infiltrasyonlar bakteriyel, viral ve mikobakteriyel de olabilir. Son yıllarda, gelişmiş ülkelerde tüberküloz insidansı azalmakla beraber, gelişmekte olan ülkelerde beslenme yetersizliği, kalabalık ortamlarda yaşama ve tüberkülozun kötü kontrol edilmesi nedeniyle halen yüksek prevalansta bulunmaktadır. Pulmoner infiltrasyonun etyolojisini aydınlatmak için bazen radyolojik yöntemler yeterli olurken, bazen de transbronşiyal biyopsi ve bronkoalveolar lavaj gibi invazif girişimler de gerekebilmektedir. İnatçı veya tekrarlayan ateşi olan nötropenik hastalarda invazif fungal enfeksiyonlar nedeniyle ampirik veya preemptif tedavi gerekmektedir.
Infections are the major cause of morbidity and mortality in patients with hematologic malignancies. Neutropenia, resulting from cytotoxic chemotherapy is the most common risk factor for severe infections in hematological malignancies. Pulmonary infiltrates in neutropenic patients cause frequent and serious complications. In neutropenic patients, the infiltration of the lung, are frequently attributed to fungal infections. But the cause of infection can be bacterial, viral or mycobacterial. In recent years, tuberculosis incidence has declined in high-income countries, but incidence remains high in developing countries that have high prevalence of malnutrition, crowded living conditions, or poor tuberculosis control. Radiologic findings may be helpful in predicting the etiology of pulmonary infiltration but some invasive procedures, such as transbronchial biopsy and bronchoalveolar lavage may be required. Empirical treatment or preemptive treatment for invasive fungal infections is needed among neutropenic patients with persistent or recurrent fever.

LookUs & Online Makale